Japon yazınını Batı’yla buluşturan yazar: Natsume Soseki!

Meiji döneminin başlamasıyla Batı kültürü ve yazınından etkilenen, hem kültürel kimliğini koruyan hem de bu kimliğin çağdaş dünya ile buluşmasına yardımcı olan Çağdaş Japon edebiyatının öncülerinden Natsume Soseki, İthaki Yayınları’nca yayımlanan Gönül, Üç Köşeli Dünya ve Oblomov gibi bir karakteri anlattığı Ardından’da olduğu gibi modern sanatlar ile geleneksel Japon kültürünü harmanlayan anlatılar oluşturur.

Japon yazınını Batı’yla buluşturan yazar: Natsume Soseki!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 05.03.2023 - 00:04

YAPITLARINDA BATI’YA ÖYKÜNMEDEN ÇAĞDAŞLAŞABİLMENİN YOLLARINI GÖSTERİR!

Meiji döneminin başlamasıyla Batı kültürü ve yazınından etkilenen, Tokyo’daki İmparatorluk Üniversitesi’nde aldığı İngiliz dili ve yazını eğitimi ve sonrasında aynı üniversitede profesörlüğe kadar yükselişiyle, Japon yazınını Batı’yla buluşturmada önemli katkılar sağlayan Çağdaş Japon edebiyatının öncülerinden Natsume Soseki, modern sanatlar ile geleneksel Japon kültürünü harmanlayan anlatılar oluşturur. 

Ekonomik zorluklara karşı savaşan insanları, özgürlüğü, kişisel izolasyonu ve yabancılaşmayı, ülkesinin hızlı endüstriyelleşmesinin sonuçlarını ve Batı’ya öykünmeden çağdaşlaşabilmesinin yollarını gösterir.

‘ARDINDAN’

Odak noktası Meiji restorasyonundan sonra Japonya’nın hızla modernleşmesi olan Ardından’da (Çeviren: Habibe Salğar / İthaki Yayınları) Soseki, varlıklı bir ailenin işi ve evliliği olmayan, sadece kitaplarıyla vakit geçirip düşüncelere dalan otuz yaşındaki oğlu Daisuke’nin yaşadıklarını anlatır. 

Dönem, 20. yüzyılın başındaki Rus-Japon Savaşı’ndan kısa bir süre sonrasıdır. Başkahraman Daisuke, çoğu yönden Gonçarov’un Oblomov’una benzer bir açmaz içindedir. Hayatın hiçbir amacı ve anlamı olmadığını düşünür; harekete geçmek, bir şeyler yapmak için bir neden bulamaz. Evinin ve ailesinin geleneklerine meydan okur, yalnızlığı sever. 

OBLOMOV BENZERİ BİR KARAKTER: DAISUKE!

Aslında prestijli bir üniversiteden mezundur hatta Batılı profesörlerden çok iyi eğitim de almıştır. Buna karşın iş aramaz, bir iş önerilse de oralı olmaz. Dünyayı sadece bir seyirci gibi izler. Bu durum, bir anlamda “durmaksızın çalışan Japon halkının içinde çalışmayan bireyin betimlemesi” olarak yansıtılır. 

Batılılaşmanın ülkesinin geleneklerini silip süpürdüğünü fark etmesine karşın bunu engellemek için bile bir şey yapmaz Daisuke. Zaten kalıplaşmış Japon düşünce yapısının karşısındadır hep. 

Aldığı eğitim dünyanın geleneklerle çizilen sınırlardan daha geniş olduğunu gösterir. Ancak onun tüm bu sınırları aşma, yeni değerleri bulma konusunda da bir çabası yoktur. İş insanı babasının verdiği harçlıkla mutludur. 

Daisuke en yakın arkadaşı Hiraoka’nın eşi Miçiyo ile geçmişte derinlere gömülen ve hiç unutulmayan aşkın yeniden canlanması sonucu tamamen dağılır. Bu durum, Japonya’daki aile ilişkileri ve yasal düzenlemeler açısından kabul edilemez. Ancak Daisuke ve Miçiyo bu yasak aşk nedeniyle ne kadar suçluysa bir eş olarak sorumluluklarını unutan ve eşini ihmal eden Hiraoka’nın da o kadar suçlu olduğu gösterilir. 

Daisuke bir yandan törelerinin katı kurallarına sıkı sıkıya bağlı ailesine ve özellikle babasına karşı kişisel özgürlüğünden, kitaplarından, uzun yürüyüşlerinden ödün vermemeye çabalarken diğer yandan da arkadaşı Hiraoka ve Miçiyo ile girdiği, benliğiyle çelişen umutsuz ve sıkıntılı durumdan kurtulmaya çalışır. 

‘ÜÇ KÖŞELİ DÜNYA’

Güzellik, doğa, eski Japonya’nın modernleşmesi, Doğu-Batı kültürlerinin karşılaştırılması üzerine bir kitap olan Üç Köşeli Dünya’da (Çeviren: Burcu Erol / İthaki Yayınları) ise Soseki, “haiku roman” dediği tekniğe uygun olarak kendi içinde yoğun çıkarımlarla ve yer yer “zen öğretisiyle” sanatın ve hayatın özünü kavramaya çalışan 30 yaşlarında isimsiz bir karakterin yolculuğunu izletir. 

Kitapta anlatıcı ile ilgili pek bir şey bilinmez. Sadece onun yaşama ve sanata bakışı irdelenir. Şehir hayatından bunalan ve uzaklaşmak isteyen hem şair hem ressam olan bir sanatçının  aydınlanmak ve içe dönmek, geçmişin ve geleceğin kaygılarında kaybolmamak, bulunduğu “an”ı yaşayıp öz dinginliğe ulaşmak adına dağlara doğru yaptığı yolculuğu anlatır kitap. 

Kahraman, “Huzurlu bir hayat sakin bir zihinle olur.” düşüncesiyle bir anlamda meditasyon gezisi de denebilecek bir geziye çıkar. Son durağı olan kaplıcaya varmadan önce yaşlı bir kadının işlettiği çay evinde dinlenir ve orada yaşlı kadından dinlediği hikâyeden çok etkilenir. 

Hikâye aslında oldukça basittir: Nagara Kızı denen bir kıza iki erkek âşık olur. Kız, seçim yapamayınca kendini suçlayarak Kagomi Gölü’ne atlayıp intihar eder. 

Burada bir şey çok dikkat çekicidir ki kahramanın varmak istediği kaplıcanın işletmecisinin kızı Nami de aynı yazgıya sahiptir. Alt metinde yazar, bu iki genç kızın yaşadıkları üzerinden gelenekselle modern arasında sıkışıp kalmış bir toplumun açmazlarını da hissettirir. Nagara, gelenek baskısına yenilip fiziksel olarak ölürken Nami, zorla evlendirildiği adamdan boşanıp baba evine döner ve bir anlamda bu dünyanın ve geleneklerin anlamsızlığına boş verip ruhsal olarak ölür. 

Kahraman, dağdaki kaplıcaya yaptığı yolculuk boyunca zen rahipleriyle de buluşur, sanatını hayatın merkezine koyan felsefi sohbetlere katılır. Ancak onu bir an evvel kaplıcaya çeken durum ise kendisinde pek çok gizem olduğunu düşündüğü, etraftakilerin “deli“ dediği Nami’dir. 

Kaplıcaya varınca Millais’in Ophelia resmini anımsatan gizemli Nami’yle karşılaştıktan sonra  onun büyüsüne kapılır ve resmini yapmak ister. Ancak bir türlü istediği kareyi yakalayamaz, tuvaline bir çizgi dahi çizemez çünkü yansıtmak istediği gerçek yüz ifadesini Nami’de bir türlü bulamamıştır. Onda Japonya’nın pastoral dünyasını, kültürünü, rengini arar sanatçı. 

Soseki, yapıtta okuru güzel bir yüzün büyüsüne, pembe sakuranın dinginliğine davet eder.  Büyük şehrin keşmekeşinden kaçan ve insanla yaşamanın zor olduğunu sürekli vurgulayan kahramanla beraber yaşamdaki hazların bir ömür süreceğinin farkına varılmasına yardımcı olur, şefkat duygusuna ulaştıracak esini bulma yolculuğunda okura yoldaşlık eder. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon