Melisa Karakurt: 'Aşkı kucaklamak gerek'
Yeni EP’si “Nefes” ile çıkagelen Melisa Karakurt 5 şarkıyla sesleniyor. Aşkı ve müziği hayatının merkezine yerleştiren genç müzisyenle söyleştik ve Çeşme’den İstanbul’a uzanan macerasına yakından baktık.
Finlandiyalı bir anne ile Selanik göçmeni bir babanın kızı... 25 yıllık hayatının önemli bir bölümü Çeşme’de ailesinin dizi dibinde geçmiş ama üniversiteyi kazandığı gibi kapağı İstanbul’a atmış. Bir yandan okurken bir yandan da müzik çalışmalarına odaklanan Melisa Karakurt, okul da bittiğine göre, artık tam anlamıyla kanatlanıp uçmaya hazır.
Asıl soru ise şu: Melisa hangi yolculuğa çıkacak; hayallerinin peşinden gidip müzik macerasına mı devam edecek, yoksa annesi gibi yollara düşüp gezginlik mi edecek?
Yeni EP’si “Nefes” vesilesiyle buluşup söyleştiğimiz Melisa Karakurt ile bu ve başka bazı soruların yanıtlarını aradık.
- Çeşme’den 2015’te İstanbul’a geldiniz... Buradan başlayalım bence..
2015 yılında üniversite için geldim. Marmara Üniversitesi’nde İngilizce öğretmenliği okudum. Başka bir şehir de tercih edebilirdim ya da İzmir’de kalabilirdim, ama içten içe burada müzik yapacağımı bildiğim için de geldim biraz, aklımda vardı o. Biraz da özgürlük alanımı keşfetmek istedim, o yüzden ailemden uzaklaşmak da İstanbul’u tercih etme sebeplerimden biriydi.
- Müziğe ilgi 2015 öncesinde başladı ama değil mi, onu da merak ediyoruz...
Evet tabii... Küçükken bir müzikal izlediğimde ya da bir şarkı dinlediğimde coşkudan gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum. O yaşlarda çok anlamlandıramıyordum tabii ama kalbin hızla atmaya başlıyor, gözlerin doluyor, ve nedenini asla bilmiyorsun, çok heyecanlısın...
- Aşık olmak gibi bir şey sanki..
Öyle galiba. Aşkın ne olduğunu da bilmiyorum ama... (gülüyor) Tanımlamamak daha güzel galiba. Sonra, ilkokulda bir gitar kursuna başladım. Babamın da bir ses kayıt cihazı vardı, ona kendimi kaydedip sonradan dinlerdim, çok meraklıydım. Annemin CD koleksiyonunda Nat King Cole, Elvis Presley gibi şarkıcıları dinlerdim... Ama Çeşme’de bunun gibi ilgi alanlarını geliştirmen çok zor. Çeşme’de sadece bir tane sanat merkezi vardı ve şunu hatırlıyorum, iki deneme dersine girmiştim, gitar ve bale... Ben gitara devam etmek istiyorum dedim ve aslında tüm hikaye biraz böyle başladı.
"KADIKÖY'E AŞIK OLDUM"
- İzmir’den İstanbul’a geldiğinde ne buldunuz, umduğunuz gibi miydi?
İstanbul’a okuldan iki yıl önce ilk geldiğimde otobüsten indiğim anı hatırlıyorum... Kuzenim beni karşılamaya gelmişti, o kadar kalabalıktı ki, ne olduğumu şaşırdım. Biliyordum çok kalabalık bir şehir olduğunu ama ilk başta garipsiyor insan. Sonra Kadıköy’e geldiğimde buraya aşık oldum zaten. Buradaki gençlere çok özendim... Üniversite hayalleri kuruyoruz o zamanlar, o özgürlüğün tadını çıkarmak istiyoruz... Burayı amaçlarımdan biri haline getirdim ben de. Son sene artık testleri çözerken ‘ben İstanbul’a gideceğim’ diye çözmeye başlamıştım. Öyle de oldu çok şükür.
- Müzik yolunda aileniz destekledi mi sizi?
İlk etapta o kadar değil, açık konuşmak gerekirse. Endişelerini de anlıyorum aslında. Ben ailemin en küçük ve kız çocuğuyum. Çeşme gibi küçük bir yerden İstanbul’a gelmem zaten onlar için bir endişe kaynağı, biliyorum, ve bir de müzik sektörü... Onların aklında ne varsa artık, “kızımız İstanbul’a gitti, 18 yaşında, okuyor ama bir de müzik yapıyor, nasıl ortamlara giriyor acaba?”... Soru işaretleri, soru işaretleri...
Evhamlı bir kız babası olarak bu soru işaretleri belirdi babamın aklında tabii ki. Sonra ben sokakta müzik yapmaya başladım vesaire, ve başarılarım bir tık daha göz önünde olmaya başlayınca babam şey dedi, “belli ki sen bu işi yapacaksın, o zaman profesyonel bir şekilde yap, sana bir menajer bulalım”. Bu noktaya geldi yani, ama ilk başta pek öyle değildi.
"SOKAK EN ÖZGÜR SAHNE"
- Sokak müzisyenliği ilk işinizdi ama değil mi?
Evet, hem de buralarda başladım, Moda’da. Moda İş Bankası’nın önünde, Kemal Usta’nın orada... İş bitince yandaki dükkanda parayı bütünletiyorduk.. (gülüyor) Çok tatlı bir hikaye... Bence sokak en özgür sahne, hep söylüyorum bunu. Sen orada içinden geldiği takılıyorsun, kendi enerjini yayıyorsun ve isteyenler durup dinliyor seni sadece. Kimsenin de bir beklentisi olmuyor, ne benim ne dinleyenlerin. Kimisi başından sonuna dinliyor, kimisi bir gülücük atıp geçiyor, kimisi su getiriyor...
Güzel enerjiler, güzel sohbetler yakalandı orada. Ve yıllar sonra, aynı yerde, genç bir tayfa müzik yapıyordu ve ben onları izledim. Sonra durdular ve yanıma geldiler, dediler ki, “siz burada müzik yapıyordunuz, biz de dinliyorduk, siz bizim idolümüzsünüz, o yüzden burada çaldık”... Ve İstanbullu bile değillerdi, 17-18 yaşlarında çocuklar, şehir dışından gelip burada müzik yapıyorlar. Hatta hala görüyoruz, buraya geldiler, çalışıp konservatuara girdiler, opera okuyor biri, sahneye çıkıyorlar falan.
- Çoğunlukla kendi şarkılarınızı yazıyorsunuz, söz ve müzik size ait, yeni EP’nizdeki gibi, ama bir yandan da bir arayış içindesiniz sanki. Farklı müzik türlerini deniyorsunuz, “Bir Fırtına Tuttu Bizi” türküsü gibi, ya da “Kaçsam Bırakıp” gibi Türk sanat müziği... Ama bir yandan caza yakın, ya da dans müziğine göz kırpan şarkılarınız da var... Nasıl bir arayış bu?
Ben de kısa bir süre öncesine kadar kendi kendime şey diyordum, “sanki bir yere ait olmam gerekiyormuş gibi”... İnsanların benim için sanki, “Melissa Karakurt şöyle biri, şu müziği yapıyor ve iyi yapıyor” demesi gerekiyor gibi hissediyordum... Bu yüzden de bir arayış içindeydim. Bir yandan da gelen hiçbir şeyi durdurmuyordum, yani mesela "Bir Fırtına Tuttu Bizi"yi o kadar spontane bir şekilde kaydettim ki. 10 Kasım'dı, Atatürk'ün sevdiği türkülerden biri olduğunu biliyordum ve yapalım neden olmasın dedim. Youtube'a attık sonra ve buralara kadar geldi, hiç beklemiyordum açıkçası bu kadarını. Bazen düşünmeden hareket etmenin ne kadar güzel sonuçlar getirebileceğini gösteren bir örnektir benim için. Diğer şarkılara gelirsek...
Ben insanım ve benim hallerim, mood'larım var ve her şeyimi de tek bir tür müzikle dile getirmek zorunda değilim. Bazen bir türküyle, bazen gitarımı alıp akustik bir şey söyleyerek, bazen bir aranjörle sound tasarımı yaparak, yani o an bana iyi gelecek olan şey neyse onu yaparak... Mesela "Kaçsam Bırakıp" hayatımdaki en özel şarkılardan birisi. O kadar içime dokunan bir şarkı ki...
- Özel bir anlamı var mı sizin için?
Ya aslında yok, öyle özel hayatımda bir yere koyduğum bir şey değil ama o söyleme şekli, o sözleri bana o kadar güzel dokundu ki ben bu şarkıyı söylemeliyim dedim kendime. Onun yapımcığını da Mesut Süre üstlendi, komşum aynı zamanda, çok da kıymetli bir dostum oldu zamanla... Oturduğumuz sofralarda falan bana bu şarkıyı çok söyletirlerdi, Mesut da çok seviyordu benden dinlemeyi, kibarca böyle bir yardım teklifinde bulundu, klip çekiminden stüdyoya kadar, elimden tuttu gerçekten. Bu vesileyle buradan teşekkür etmek isterim ona da.
"MUTLUYKEN ŞARKI YAZAMIYORUM"
- Şarkı yazarken nasıl bir ruh halinde oluyorsunuz? Çok mutlu şarkılar değil sizinkiler...
Ben mutluyken şarkı yazamıyorum. Mutluluk bence anlarda çünkü. Uzun uzadıya bir süreç gibi değil de, belli anlarda mutlu oluyoruz, kısa anlarda. O anı da şarkı yapmaya harcamak, harcamak demeyeyim de, aklına gelmez yani... Evet sonrasında geriye dönüp o mutluluğu hatırlamak ve onun üzerine bir şey yazmak başka bir şey belki ama... Bilmiyorum...
- 25 yaşında biri olarak sizi mutsuz eden ne peki?
(gülüyor) Derin bir nefes alıp verdiğime göre... Şarkılarımda bence çok açıkça söylüyorum bunu. Kalbim benim biraz kolay kırılır, biraz hassas bir insanım ben. O yüzden de çok kolay açmam kendimi, hatta bana 'ne kadar duvarlısın' derler sık sık. Ve gerçekten o duvarları aşmak isteyenler, o kabukları soymak isteyenler ve bu özveriye sahip insanlar hayatıma girebiliyorlar.
Ve bu süreçten sonra da kalbim kırılınca, 'anladınız mı işte neden duvarlarım var' diyorum haliyle. (gülüyor) Ama insanlar şunu da karıştırıyorlar bazen, hassas, kırılgan insanlar güçsüz değildir. Bence tam tersi, hassas ve kırılgan insanlar kendilerini gösterme cesaretleri olduğu için daha güçlüdürler.
- Etnik kökeniniz biraz karışık, değil mi?
Annem Finlandiyalı benim. Babam Türk, ama babamın babası da Selanik göçmeni. Annemle babam Çeşme'de tanışmışlar. Babam zaten turizmciydi, annem de turist rehberi olduğu için dünyayı gezip birçok yerde çalışmış bir kadın, Çeşme'ye geldiğinde tanışmışlar. Sonra da burada kalmış. Sen git dünyayı gez, sonra gel Çeşme'ye, kal küçücük yerde. Çok yakın bir zamanda şöyle bir konuşma geçti annemle aramda. Ben anneme çok benzerim, hem fiziksel olarak hem de özgürlükçü yapısı anlamında. O da kova kadını, burçlara inanıyor musunuz bilmiyorum da...
Bireyselliğine çok düşkün, özgürlükçü, gezmeyi tozmayı çok seven... 18 yaşında ülkesinden ayrılmış zaten, Fransa'da okumuş ve sonrasında dünyayı gezmeye başlamış. Annesine gençken hep 'ben hiç evlenmeyeceğim' diyormuş, 'dünyayı gezeceğim'... Zaten evlendiklerinde 36 yaşındaymış. Annemle babam bana da hep git dünyayı gez derler. İşte geçenlerde annem nasıl evlendiğini anlattı ve 'görünce anlıyorsun' dedi, 36 yaşında babamla evlenmiş sonuçta.
- "Nefes"in müzik kariyerinizde bir dönüm noktası olduğunu düşünürsek, bundan sonrası için ne gibi planlarınız var? Annenizin dediği gibi gezip dünyayı görmek hala var mı aklınızda örneğin?
Bu benim ikilemini çok yaşadığım bir şey. İnsanlar benim Finlandiya vatandaşı olduğumu duyduklarında 'Türkiye'de ne yapıyorsun?' diyorlar hep. Böyle bir avantaja sahip olmak elbette mükemmel ama işini iyi yapan, başarılı bir kariyer yapmak isteyen her Türk genci ülkesini terk edecekse ne olacak? İstediğim zaman gidebilecek olduğumu bilmek belki beni rahatlattığı için bu sözleri söylüyorumdur, o da olabilir, ama ben kariyerimi bir yere kadar getirdim ve daha ileri götürmeye çalışıyorum ve bu aşamada bunu çok aksatmak istemem.
Ama en büyük hayallerimden biri de sırtıma çantayı takıp, gitarımı alıp, ülke ülke belki orta Avrupa'da trenle gezip, gittiğim yerlerde sokak müziği yapıp, belki bunu çekip bir belgesel haline getirmek... Bu da hayallerimden biri mesela. Gezmeyi görmeyi asla ötelemeden kariyerimi devam ettirmek istiyorum diyebilirim.
- Şu anda bir aşk var mı hayatınızda?
Şu anda yok. Olmamalı. (gülüyor) Kalpler kırıldı birazcık. (gülüyor) Ya aşk hep olsun zaten. Evden çıkmadan önce kendime şunu söyledim ya, ne kadar güzel böyle şeyler hissedebilmek... Çoğu insan bunu hissetmeden, bundan kaçarak, bundan korkarak belki de ölüyor, bunu tatmadan. Aşk bence acısıyla tatlısıyla kucaklanması gereken bir şey ama işte ateş düştüğü yerde sıcak... Bazen o ağır geliyor, yaşadıkların, o deneyimler... Ama yani yakın bir zamanda ben de goller yedim, yalan değil...
- Ama o goller şarkılara dönüşüyor...
Çok yakın bir zamanda oldu bu bahsettiğim, üç tane şarkı yaptım bile... (gülüyor) Benden çok böyle akıyor, gelen şeyi durdurmuyorum ben. Kendimi çok şanslı hissediyorum, en azından kendimi ifade edebileceğim sanatsal bir alan var. Gitarı elime alıp yazıp söylemek beni çok rahatlatıyor.
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi