Orkun Uçar'dan 'OPUS'
Metal Fırtına, ardından Derzulya serisiyle epik fantezi türünde dikkat çeken kitaplara imza atan Orkun Uçar, pek çok farklı türü tek bir potada eriten, ölüm ve sanatın diyalektiği üzerine yoğunlaşan yeni romanı OPUS (Holden Kitap) ile yeniden okuyucu karşısına çıkıyor.
- Benzerine belki dünyada bile pek rastlanmayan bir kitapla karşı karşıyayız… OPUS’ta üç kısa romanınızı belli bir çerçeve hikâyeyle bir araya getiriyorsunuz. İlk romanınız Kızıl Vaiz, yazdığınız çok sayıda öyküyü içeriyordu; OPUS’ta ise durumu biraz daha ileri taşımışsınız. Bu tür yapısal denemeler yazarlığınızı besliyor mu?
Kesinlikle besliyor. Edebi açıdan yeniliklere meraklıyım, hayal gücü diyarında ayak basılmamış yerlere gitmeyi, gölgelere bakmayı seviyorum.
Ben yazarlığa başladığımda yayınevleri yerli fantastik, bilimkurgu ve korku kitaplarını basmıyordu. Şimdi komik geliyor ama birkaç yayınevinden, “Türk yazar basmıyoruz” yanıtı bile almıştım. Kızıl Vaiz dosyamı verdiğim bir yayınevi editörü, “Kaleminiz çok sağlam ama neden normal şeyler yazmıyorsunuz?” demişti.
Metal Fırtına politik kurgu, Asi, Sin, Kızıl Vaiz epik fantezi, Derin İmparatorluk alternatif tarihi kurgu, Zifir korku türünde çıktıklarında edebiyatımızda ilk örnekleri olmuştu. Ayrıca siber punk, psikedelik punk ve distopya yazdım.
Yazarlık maceramda sadece farklı türleri ziyaret etmiyorum, dediğiniz gibi roman içindeki çok katmanlılık hoşuma gidiyor.
Öykülerden oluşan romanlar yazmıştım, OPUS ise üç kısa romanı kapsayarak benzerini görmediğim bir kurmaca yapısı oldu.
- OPUS’un nasıl doğduğunu biraz anlatabilir misiniz?
Bunu anlatmaya bayılıyorum zira çok enteresan. 2006 yılında imza günleri veya söyleşiler için çok sık seyahat ediyordum. Atatürk Havalimanı’nda uçağın kalkışını beklerken iki gencin konuşmalarına şahit oldum. Bekleme salonunda tam arkamda oturmuşlar, önlerinde laptop, cep telefonlarından konuşarak iş görüşmeleri yapıyorlardı. Yarım saat içinde tekstil ürünleri arayan birine aradıkları ürünleri buldular, komisyonlarını aldılar. Bu gerçekten inanılmaz diye düşündüm. Böyle para kazananlar vardı.
Kafamda internette arayanlara aradıklarını bulan bir karakter canlandı. Bu karakter agorafobi nedeniyle hiç evden çıkamasın diye düşündüm. Ama macera yaşaması için yaşadığı küçük evreni yıkılmalıydı.
Romanın tohumu 2006 atıldı ama yıllarca başka roman projeleri araya girdi. Birkaç yıl önce blogumda doğaçlama şekilde Kült romanımı yazmıştım. OPUS’u da öyle yazabilirim diye düşündüm ve nihayet başladım. Daha sonra bu kısa romana, iki kısa roman daha eklendi. Demir Yıldız, Dünya yörüngesinde yapay yaşam alanı Luksor’da geçen aksiyon ve uzay casusluğu macerası, S.O.D ise kurulmasına yardımcı olduğu distopyada ezilen bir yazarı anlatıyor.
- “Evrenin yaratılmasını sağlayan, insan uygarlığını kuran şeydir yalan. Tanrısal bir özelliktir.” OPUS’un temel meseleleri arasında iktidarı eline geçiren kişi veya grupların gerçekliği eğip bükerek tiranlaşması hatta tanrılığa soyunması yer alıyor. Geçmişte edebiyatın devrimleri ateşlediğini biliyoruz ama tam tersi karanlık bir geleceği de inşa edebileceklerini OPUS’ta görüyoruz. Sizce edebiyat, yaşadığımız gerçeği şekillendirmekte nasıl bir role sahip?
Bartın’da askeri lojmanlarda büyüdüm. Çocukken yalan söyleyenler cehenneme gider derlerdi. Bir akşam oyundan eve dönerken komşu kadın oğlunu görüp görmediğimi sordu. Hiç nedensiz, “Futbol sahasının orada” diye cevap verdim. O zaman yalanın niye en büyük günah olduğunu anladım. Yalan söylemek çok büyük bir güçtü, bir anda farklı bir gerçeklik yaratabiliyordunuz.
Edebiyatın yaşadığımız gerçeklikte sadece rolü yoktur, yaşadığımız bütün gerçeklik edebiyat üzerine. Büyük dinlere bakın; en önemli ortak özellikle kitaplı olmaları.
Kitapların gücü azımsanır ama “tek yönlü iletişim biçimi” olarak en karşı konulmaz beyin yıkayıcılarıdır. Birisiyle tartışırken karşı argüman geliştirebilirsiniz ama kitaplarda yazanlar yavaş yavaş kalkanı deler (Dune okuyanlar bilir, kişisel zırhları sert darbelerle aşamazsınız ama bir bıçağı yavaş yavaş sokabilirsiniz).
- OPUS’ta yer alan Lazarus Yasası adlı öykünüzde, ölmenin yasak olduğu bir toplumu resmediyorsunuz… Yazarların yapıtlarıyla geleceğe kalma, ölümsüzleşme arzusunda olduğu söylenir hep. Lazarus Yasası’nda, ölüm devreden çıktığında sanatın içinin boşaldığını vurguluyorsunuz. Sizce bizi son kullanma tarihi olan biyolojik makineler olmaktan çıkarıp varlığımıza anlam katan şey sanat mı?
Sanat hayatın pasta üzerindeki kremasıdır ama fark edilmeyen bir özelliği var; yapay zekâ üzerine bir belgeselde konuşmacılardan biri, “Tür olarak gelecek planımız yok, bunu bilimkurgu yapıyor” demişti. Genel olarak sanat insan türünün geleceğini var ediyor diyebiliriz. Hayal edilen her şey gerçekleşmiyor, ama hayal etmediğimiz şeyler hiç gerçekleşmiyor.
- Kurucusu olduğunuz ve uzun yıllar varlığını sürdüren, pek çok yazar, editör ve çevirmen çıkaran Xasiork Ölümsüz Öykü Kulübü’nden beri internetle iç içe bir yazarsınız. Son yıllarda da bloğunuzda öyküler ve kısa romanlar paylaşıyor, zaman zaman da bunları kitaplaştırıyorsunuz. İnternetle edebiyat artık birbirinden ayrı düşünülemez şeyler mi sizce?
İlginç bir soru zira internetin, genel olarak teknolojinin edebiyatı öldürmek üzere olduğunu da söyleyebiliriz. İnternet bir tür araç gibi; bıçakla yemek de yaparsınız, birini de kesersiniz. İnternet de nasıl kullandığınıza bağlı. Mesela Yüksek Doz Gelecek ve Yüksek Doz Çürüyüş’ü Facebook’ta kurduğumuz gruplarda inşa ettik. Xasiork ve oradan çıkan onlarca yazar, editör, çevirmen ve Baran Güzel gibi yazar-editör ve nihayetinde yayınevi sahibi de internet sayesinde. Ben yazarlığa başladığımda rehberim yoktu. Yazar adayları için internet bunu sağlıyor.
- Önceki sorudan hareketle… E-kitaplar ülkemizde yeterince üretilip satılmasa da sesli kitaplar son yıllarda ciddi bir yükseliş içerisinde. Hatta neredeyse hiç basılı kitap okumayan bir kitle bile artık sesli kitaplarla haşır neşir. Deneyimlendiği mecra, yazılanın kıymetini ve alımlanışını değiştirir mi sizce?
Çocukken radyo tiyatrosu dinlerdim -o zamanlar TRT tek kanaldı, cep telefonu ve internet yoktu-. Hayal gücümü nasıl zenginleştirdiğini hatırlıyorum. Beynimdeki hayal gücü kasları için egzersizdi sanki. Edebiyatın her formu hayal gücü için farklı katkı sağlar. Sinema ve dizileri de bu açıdan edebiyatın formu olarak görüyorum.
Aynı eseri kitap, sesli kitap, dizi ve film olarak deneyimlemek farklı algılanış ve sonuçlara neden olur. Bu da çok enteresan.
- Fantazya, bilimkurgu, korku gibi janraların ülkemizdeki üretiminin yaygınlaşması için yıllardır büyük çaba gösterdiğinizi biliyoruz. Okurların Türkçe spekülatif kurgu eserlerine şüpheyle yaklaştığı bir geçmişten, bu tür eserlerin çok satanlar listesine girmesinin olağanlaştığı bir döneme geldik. Günümüzdeki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnanılmaz bir güzellik. Ülkemizin genel siyasi ve ekonomik durumuna tezat olarak edebiyatta çok özel bir jenerasyon yakaladık. Zaten edebiyatın kalitesi zor zamanlarda artar.
Ben edebiyatı bir diyar olarak görürüm. Yani sanal dünya, metaverse, matriks veya oyunlardaki diyarlar gibi. Her kültürün o diyarlarda coğrafyası var. Hızlı hareket eden gelecekte de var olur. Hayal gücü diyarlarındaki ülke veya kültür sınırlar gerçek dünya sınırları kadar önemlidir. Bir Amerikan başkanı, “Biz inşa edeceğiz, çocuklarımız ticaret yapacak, torunlarımız hayal kuracak, sanat yapacak” demiş. Yani bu kadar önemli.
- Artık baskısı bulunmayan iki kitabınızı saymazsak kurmaca neredeyse hep kurmaca alanında kalem oynatıyorsunuz. Blogunuzda ise zaman zaman deneme ve fikir yazıları kaleme alıyorsunuz; bunların bazıları epey ilgi de görüyor… İleride bu yazıları bir kitapta bir araya getirmek gibi bir planınız var mı? Kurmaca dışı eserlerinizi de görür müyüz?
Kurmaca dışı eser düşünmüyorum ama bir otobiyografik roman yazma planım var. Onun içine bazı yazılarımı yedirebilirim. Apokrifya adlı bir roman fikrim var; tarih ve dinlerdeki yalanları, kolaj gerçekliği işleyeceğim.
- Yazarlıkla okurluk herhalde birbirinden ayrı düşünülemez. Siz de her fırsatta hayal gücünüzü biçimlendiren, bakış açınızı ve yazdıklarınızı etkileyen yazarlardan dem vuruyorsunuz. Sizce iyi okur olmak için neler yapmak, nelere dikkat etmek gerek? Okurluk da öğretilebilir ve geliştirilebilir mi?
Dediğim gibi ben çocukken televizyon tek kanaldı ve birkaç saat yayın yapıyordu. O zamanlar çok okuyabiliyordum. Günde beş roman okuduğumu hatırlarım. O zamanlar okuma aşkımı çizgi romanlar ve Milliyet, Tercüman çocuk dergileriyle kazanmıştım. Okuduğum çizgi romanları takas yapar, çizgi romanına oyun oynar veya çekçek yaparak para kazanırdım. Şu anda okurların işi çok zor; o akıllı telefonlar, sürekli dikkat dağıtan bildirim sesi, sürüyle dizi sitesi, televizyon kanalı, internet, bilgisayar oyunları… Bu açıdan biraz karamsarım; okuyan son nesil olabiliriz. Ama öte taraftan okuyan çocuklar da görüyorum. Belki de durum o kadar ümitsiz değil. Bence çocuklarda okuma alışkanlığı çizgi roman ve çocuk kitaplarıyla başlamalı. Bazı insanlar önce klasikleri okusun falan diyor, beynim dönüyor.
- Kendinizi “öykü anlatıcısı” olarak tanımlıyor, eserlerinizde etkileyici bir olay örgüsünü merkeze koyuyorsunuz. Bu da beraberinde daha az tasvir kullanma, soluksuz bir tempo gibi bilhassa son eserlerinizde dikkat çeken bazı özellikleri beraberinde getiriyor. OPUS, kendini “yeni nesil yayınevi” olarak tanımlayan Holden Kitap’tan çıktı; dikkat sürelerimizin kısaldığı ve her şeyin hızlandığı günümüzde Orkun Uçar’ın yazarlık tekniği de “yeni nesil yazarlık” olarak tanımlanabilir mi?
Doğru bir bakış açısı. Edebiyatta dikkat sürelerinin kısalmasını göz önünde tutan bir stil arayışıyla bu sonuca ulaştım. Okurun dikkatini olay-aksiyon-kurgu ile topluyorum. Neden az tasvir var çünkü zaten görsel bir çağda yaşıyoruz. Eski yazarların zamanında televizyon, sinema yoktu. Okura görmedikleri şeyleri sayfalarca anlatmaları lazımdı. Oysa şimdi bunu yaparsak okur sıkılır. Her çağın edebi yönü farklı olacak. Yazarlar olarak yeni stilleri bulmalıyız. Holden Kitap gibi yayınevleri de çağımıza uygun yapılanmış mesela. Kitapların internetten satışı onların avantajı. Sadece dağıtım sistemine kalsalar kolayca ezilebilirlerdi.
- OPUS konuşurken, magnumopus’unuz Derzulya serisine değinmeden olmaz… ASİ – Kara Gezgin ve SİN – Sarı İstila romanlarının ardından, Habis Üçlemesi’ni nihayete erdirecek ASA – Gri Tanrı için okurlarınız son derece heyecanlı. Bitirmenize az kaldığını müjdelediğiniz bu roman hakkında bizimle neler paylaşabilirsiniz?
Çok şey paylaşabilirim ama kendimi tutmalıyım. Romanın başlangıç ve bitişi tamamlandı. Özellikle destansı bir savaş finali var. Zor olan ortasını yazmak. Seri romanlarda kurduğunuz evreni sürekli incelemek zorundasınız zira okur okuduklarına aykırı tek bir cümleyi bile görür ve bütün gerçeklik çöker. Seri roman yazarlarının zorlanmasının nedenlerinden biri de bu. Asa bu yıl içinde bitecek, 2023 ilk aylarında çıkar diye umut ediyorum.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 6 asker şehit olmuştu
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi