‘Bedenim hep hatırladı, ben yalnızca sustum’

‘Bedenim hep hatırladı, ben yalnızca sustum’

20.07.2025 04:00:00
Güncellenme:
‘Bedenim hep hatırladı, ben yalnızca sustum’

Afrika, Asya ve Ortadoğu ülkelerinde, bazı kabileler arasında yüzyıllardan beri sürdürülen “kadın sünneti” geleneği ile milyonlarca kadının zorla beden bütünlüğü bozuldu.

Afrika, Asya ve Ortadoğu ülkelerinde, bazı kabileler arasında yüzyıllardan beri sürdürülen “kadın sünneti” geleneği ile milyonlarca kadının zorla beden bütünlüğü bozuldu. Uygulama, kimi zaman inanç kimi zaman gelenek ve toplum yararı gibi kılıflarla perdelenmeye çalışıldı.

Stockholm’de yaşayan ve kadın hakları konusundaki araştırmalarıyla tanınan yazar Tülin Uygur’a göre kadın sünneti, erkeğin, kadının cinselliğini kontrol hakkını kendinde görmesinde ve kadını ikincil bir varlık olarak nitelemesinden kaynaklanıyor. Yüzlerce yıllık bu gelenek, çok tanrılı toplumlardan tek tanrılı toplumlara dek “kadın sünneti kuşağı” denen bir coğrafyada gerçekleştiriliyor.

Kadın sünnetini savunanlara göre yapılan işlemle kadının bekâreti korunuyor, geleneklere bağlılığı kanıtlanıyor, değeri yükseltiliyor. Ağır bir baskı altındaki “sünnetsiz” kadınlar ise yaşadıkları gruplardan dışlanıyor, “pis” ve “evlenilmeyecek kadınlar” olarak görülüyor. Kenya’da, sünnet geleneği olmayan bir kabileden, bu geleneğe sahip kabileye giden kadının sünnet olması gerekiyor. Somali’de, evlilik sözleşmesi yapılırken başlık parasının ödenmesi, kadın sünnet edildikten sonraya bırakılıyor.

İsveç, Norveç, Almanya, Fransa, ABD, İngiltere, Kanada ve Avustralya gibi Batılı ülkeler ise kadın sünnetiyle 1980’lerde savaş ve ekonomik nedenlerle gerçekleşen göçlerden sonra tanıştı. Somali, Mısır, Etiyopya, Yemen ve Umman kökenli kadınların, sağlık sorunları nedeniyle hastanelere başvurduklarında zorla sünnet edildikleri anlaşıldı.

BEDENSEL VE MENTAL TRAVMA

Sünnet, kadın bedenine yapılan fiziksel bir saldırı olmakla kalmadı. Enfeksiyon, doğum zorluğu, cinsel birleşme sırasında ağrı, kısırlık, özgüven kaybı, depresyon gibi ağır psikolojik sonuçlara da yol açtı.

Konu hakkında konuştuğum araştırmacı Uygur şu bilgileri verdi:

“Sünnetli kadınların yaşadıkları fiziksel ve psikolojik travma, kalıcı sağlık sorunları Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından da belgelendi. Sünnetin ardından yaşanan kan kaybına bağlı şok ve sorunlar dışında; tetanos, hepatit, HIV gibi hastalıklar, idrar yolları sorunları, kronik enfeksiyonlar, kist, fistül, cinsel organı çevresinde aşırı duyarlılık veya tümüyle his kaybı gibi sağlık sorunları ortaya çıkıyor. Her doğumdan sonra kadının cinsel organı yeniden dikiliyor. Yani kadınlar, her doğumda bir kez daha sünnet olmak zorunda kalıyor. Sünnetli kadınlar, sürekli olarak travma, depresyon, kaygı, kâbus ve korku içinde yaşıyorlar.’’

‘ACIDAN BAYILMIŞIM…’

9 yaşındayken ülkesinde kadın sünnetinin en ağır şekli olan “Firavun sünneti’’ yöntemiyle karşılaşmak zorunda bırakılan Somalili bir kadın, yıllar sonra yaşadıklarını İsveçli doktorların yayın organı Lakartidningen’de şöyle anlattı:

“Sünnetten sonra acıların en şiddetlisi, ilk defa idrar yaparken gerçekleşti. Dayanılmaz bir acıydı. Yetişkin biri bunları yaşasaydı dayanamaz intihar ederdi. Çocuktum, o acıya nasıl dayandım, bilmiyorum. Sünnet, bir kutlama töreni havasında yapıldı. Küçük bir ameliyatla ‘çocukluktan kadınlığa’ geçeceğim söylendi. Operasyonun bedenimde kalıcı izler bırakacağını bilmiyordum. Acıdan bayılmışım. Uyandığımda, başucumda çeşitli hediyeler vardı. Övgü ile ‘Çocukluktan kadınlığa geçtiğimi’ söylediler. Bu onur kırıcı şiddet karşısında çaresizdim. Bunun bedenimde derin izler bırakan fiziki bir saldırı ve psikolojik bir travma olduğunu sonradan anladım. Bedenim hep hatırladı, ben yalnızca sustum…”

ALINAN ÖNLEMLER

WHO’ya göre kadın sünneti; kadının cinsel organlarına, tıbbi olmayan müdahalelerle fiziksel zarar verilmesi işlemidir.

Batılılar, kadın sünnetiyle yüzleşmelerinden sonra konu uluslararası platformlara taşındı. Kadın sünneti, yasadışı ilan edilerek acil önlemler alındı. Sünneti uygulayanlara ağır cezalar verilmesi öngörüldü.

İsveç’te de bazı göçmen grupları tarafından yasadışı yollardan gizlice sürdürülen sünnet, İsveç parlamentosu Riksdag’da çıkarılan bir yasayla yasaklandı. 1999’da yasanın kapsamı genişletildi. İsveç’te yaşayan kadınlara yurtdışında maruz bırakılan sünnet işlemi de suç kapsamına alındı. Kadın sünnetini yaptıran, uygulayan, buna aracılık eden, işlemden haberi olduğu halde haber vermeyen kişiler de suçlu sayıldı. Bu önlemlere karşın İsveç’te, 1982–2011 arasında gerçekleştirilen 46 kadın sünneti yargıya taşındı. 2006’da kızını sünnete maruz bırakan bir erkek, 3 yıl hapis cezası aldı. 2022’de de kızını başka bir ülkede zorla sünnet ettiren bir başka erkek ise 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.

İSVEÇ’TE 38 BİN MAĞDUR

İsveç Sosyal Sağlık Genel Müdürlüğü (Socialstyrelsen) verilerine göre ülkede sünnet edilmiş Afrika, Asya ve Uzakdoğu kökenli 38 bin dolayında kadın bulunuyor. Bunlardan 7 bininin çocukluk yaşlarında sünnet edildikleri saptandı. Somali, Etiyopya, Irak, Eritre ve Mısır kökenli kimi ailelelerin 59 bin 409 kız çocuklarının da risk altında oldukları bildirildi. Öyle ki Birleşmiş Milletler verilerine göre ise kadın sünnetinin tedavi maliyeti bile her yıl 1.5 milyar dolara ulaşıyor.

Ancak caydırıcı önlemlere karşın İsveç ve Batı ülkelerinde bazı göçmen grupları bunu sürdürüyor. Yaz aylarında kız çocuklarını ülkelerine veya başka ülkelere götürerek sünnet ettiriyorlar. Hatta bu uygulamalara, bazı Batı ülkelerinde “merdiven altı” kliniklerde yapılmaya devam ediliyor.

İsveç, zaman zaman yetersiz kalsa da kadın sünnetine karşı kararlı bir tutum sergiliyor. Bilinen temel gerçek, insan bedeninin topluma ve devlete değil, bireye ait olduğudur. Ne devlet, ne aile, ne gelenek; hiçbir gerekçe bu hakkı ortadan kaldırma yetkisine sahip değildir.