Önemli bir toplantıya yetişmeye çalışıyordum. Viyana Üniversitesi’nin karşısındaki Sigmund Freud Parkı’ndan geçerken yıllardır bildiğim o anıt taş beni yerime mıhladı. Üzerindeki cümle sabah ışığında daha da belirginleşmişti: “Aklın sesi alçaktır, yumuşaktır, sessizdir.”
Bu sessizlik yalnızca dünyaca ünlü ve psikanalizin babası sayılan Freud’a (1856-1939) değil; Anadolu erenlerinin kalbine el koyan teslimiyete, “Akıl ve vicdanla kendini temizlemeyen başkasını temizleyemez” diyen ahlaki mirasa ve Türkiye’nin çektiği çileye de aitti.

AKLIN SESİ
Bir zamanlar yüzyıllarca ihtişamlı bir imparatorluk merkezi olmuş, derin inişli çıkışlı karanlık dönemler yaşamış ve bugün defalarca “dünyanın en yaşanabilir şehri” seçilen Viyana’nın ünlü Votiv Kilisesi önünde, psikanalizin kurucusu Freud’a 1985’te adanmış bir stel yer alıyor. Freud, 1938’de Nazi rejiminden kaçarak Londra’ya sığınmış, 1939’da orada yaşamını yitirmiştir. Freud’un sözleri taşta tek cümleyle yer alsa da devamı vardır. 1927’de “Bir Yanılsamanın Geleceği” adlı eserinde şöyle der: “Aklın -vicdanın, hak ve adalet arayışlarının da taşıyıcısı olan aklın- sesi alçaktır, yumuşaktır, sessizdir ama kendini duyurana kadar dinlenmez. Sonunda yolunu bulur, bu da insanlık için nadir bir iyimserlik sebebidir.”
Freud’un kastettiği, aklın ve vicdanın kısa vadede bastırılabileceği, ancak uzun vadede mutlaka duyulacağıdır. Sessizlik pasiflik değildir; aklın, kalıcılığın ve vicdanın göstergesidir.
İşte bu yüzden Freud Parkı’ndaki taşın önünde durduğumda aklıma Anadolu erenlerinin kalbine el koyan duruşu geldi. Freud’un çağrısı, yüzlerce yıl önce Anadolu’da erenlerin ellerinde sessizce söylenmiş hakikatin modern dünyada yeniden vücut bulmuş haliydi sanki. Freud’un taşı ile Anadolu erenlerinin sembolü aynı mesajı veriyordu: Gürültü hakikat değildir; gerçek olan, kalpten çıkan, sessiz ama ısrarcı aklın ve vicdanın hakikate olan inancının sesidir.
Elini kalbine götüren Anadolu erenleri, Türk kültür tarihinin en eski liderlik sembollerindendir. Bu jest güç değil; vicdan ve akılla bağlılık, hakka ve hakikate sadakat ilanıdır. Göğse konan el, kişinin kendisini adalete, liyakate ve vicdana adadığını gösterir.
Bu gelenek, Alp Erenler aracılığıyla Anadolu’ya taşınmış, yoğrulmuş ve Avrupa’ya da bu erenler aracılığıyla ulaşmıştır. Yunus Emre, Tapduk Emre, Ahi Evran, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Edebali, Somuncu Baba, Abdal Musa, Sarı Saltuk, Geyikli Baba ve Emir Sultan hep aynı noktaya işaret eder: Kalp, vicdan ve akıl merkezli bir ahlak ve liderlik anlayışı. Bu fikirler Balkanlar üzerinden Batı’yı da etkilemiştir. Alp Erenler geleneğinin vicdan ve akıl vurgusu, Kant’ın “ödev ahlakı”na benzer bir çizgi taşır. Kant’ın eleştirel akıl çizgisi bu mirastan dolaylı olarak beslenmiş; etkisi Hegel’den Marx’a, Nietzsche’den Freud’a kadar uzanmıştır.
HAKİKAT MUTLAKA KAZANIR
Bugün Türkiye’nin ruh halini düşündüğümüzde bu kadim mesaj yeniden önem kazanıyor. Gençlerin umutsuzluğu, adalete olan inanç kaybı ve gürültünün hakikatin yerini alması insanları sessizliğe itiyor. Oysa sessizlik sabrın ve vicdanın alanıdır. Gürültü ve adaletsizlikler kısa ömürlüdür; Hitler gibi tiranların sesleri çok yükseldi ama hiçbiri kalıcı olmadı.
Anadolu erenlerinden Viyana’daki Freud taşına uzanan sembolik çizgi bize şunu hatırlatır: Hakikat, akıl ve vicdanla sessiz başlar ama sonunda mutlaka kazanır. Bu yüzden iyimser ve umutlu olalım. Aklın ve vicdanın yolu birdir. Freud’un dediği gibi: “Aklın sesi alçaktır, yumuşaktır, sessizdir.”