İnsan nedir ki?
“Yaşasaydı elli yedi yaşında olacaktı...” Komşum Kerry’nin sipariş ettiği sarı gülleri almak için Woolworths’un çiçek reyonuna doğru ilerlerken bu cümle zihnimde yankılanıyordu. Sanki dün gibiydi ama ölümünün üzerinden dört koca yıl geçmişti.
Bu süre içinde gezegenimizde geride kalan insancıklar da küresel salgın hastalık, doğal afetler, savaşlar, kıtlık ve ekonomik krizlerle boğuşup hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Yaşananların toplumlar ve bireyler üzerindeki etkisi ne denli yoğun olursa olsun yine de kendi küçük dünyamda olup bitenler, o sabah her şeyin ötesinde öncelik taşıyordu. Kulağa ne kadar basit gelse de benim önceliğim sipariş edilen sarı gülleri satın almak ve oyalanmadan alışveriş merkezinden ayrılmaktı. Derin bir boşunalık duygusuyla çiçek reyonunun önüne vardığımda, kalan son sarı gül demetini başka bir müşterinin alışveriş sepetinde gördüm. Yanına varıp gülleri kendisinden satın almak istediğimi söylemenin, iyi bir fikir olup olmayacağını zihnimde tarttım. Alt katta yer alan Checkers süpermarkette de sarı gül bulabileceğim bir çiçek reyonu olduğunu hatırladığımdan, aklımı bir anlığına meşgul eden bu gereksiz fikrimden vazgeçtim.
SARI GÜLLER VE RİTÜEL
Gün batımında Big Bay’de buluştuk. Ellerimizde okyanusa bırakacağımız en sevdiği sarı güller ve Kerry’nin elinde ise Cape Town’ın meşhur güneydoğu rüzgârı ile okyanus yüzeyine savuracağı külleri vardı. Sörfçüleri anma törenine “wake” deniyor buralarda. Wake ritüelinde benden kısa bir şeyler söylemem istendi. Ben de Rumi’nin “Misafirhane” şiirinden birkaç satır okumayı tercih ettim. “Bu insan dediğin bir misafirhane. Her sabah yeni biri gelir. Sevinç, bunalım, tamahkârlık veya anlık bir farkındalıktır gelen. Beklenmeyen misafirler gibi. Karşıla hepsini, ağırla onları...” Kerry ise elinde eşinin külleri, dilinde “Gittiği için gözyaşlarını akıtabilirsin. Ya da yaşadığı için gülümseyebilirsin. Gözlerini kapatıp geri gelmesi için dua edebilirsin. Ya da gözlerini açıp sana bıraktıklarını görebilirsin...” dizelerini okuyarak dalgaların kırıldığı noktaya kadar yürüdü. Elini kül vazosunun kapağına doğru uzattı ve bir anlığına durakladı. Beline kadar suyun içinde dönüp bize baktı. Başı öne eğildi ve ağlamaya başladı. Yanına vardım ve başını omzuma çekip sırtını sıvazlamaya başladım. “Ayrılmaya henüz hazır değilim” dedi hıçkırarak. “Tamam, tamam” dedim şefkatle. Gün batımı kızıllığının ardından yeryüzündeki renkler soldu. Lacivert gökyüzünde küçük ölgün yıldızlar birer birer baş göstermeye başladı.
YAŞAMIN DEVAMI İÇİN
Atlantik gelgitinin dalgaları usul usul kıyıya vuruyor, okyanus artık sadece orada olduğunu bildiğimiz uyumaya hazırlanan kocaman bir karaltıya dönüşüyordu. Ritüel bitiminde yavaş yavaş rezervasyon yaptırdığımız restorana doğru yürüdük sessizce. Bir süre sonra anılarımızı paylaşarak gülüp eğlenmeye, günlük hayattan konuşmaya başlayarak kadehlerimizi sağlığa ve hayata kaldırdık. Duygusal tepkilerimiz çoğunlukla geçici olmak üzere evrilmiştir, yaşamın devamı için öyle de olması gerekir denir ya! Hayatlarımıza devam edebilmek için aç olan karınlarımızı doyurup hayatlarımızda “nelerin olması gerektiğini değil, o anda olan biteni” kabul etmemiz gerekiyordu.
Ertesi sabah uyku tutmadı, günün ışımasıyla Masa Dağı’nın manzarasına doğru okyanus kenarında yürüyüşe çıktım. Zihnimde bir gün öncesinin ürpertici tortularına mükemmel eşlik eden Klaus Nomi’den “The Cold Song” çınlıyordu. İnsan neydi ki? Bir zaman tüketicisi, kendine bahşedilen zamanı sınırsızmışcasına harcayan! Dalgaların nefesimin hareketlerini izlediğini, her kırılan yeni dalganın şefkatle ayağıma dokundurduğu serin suları hissettim. Ayağıma dolanan yosunu almak için başımı eğip baktığımda, sert akıntının ve tuzlu suyun formunu bozamadığı sarı gül ayak parmaklarım arasında beliriverdi. Bırakıldığı yerden oldukça uzağa sürüklenen gülü sudan çıkardım, özenle bir süre elimde tuttum ve sonra tekrar okyanusun kucağına bıraktım. Sarı gül bir biri ardına kırılan dalga köpükleri arasında kaybolurken, hislerim ruhuma işledi. Bugün bile hissettiklerimi kendime de size de anlatabileceğimi sanmıyorum. Belki de Joseph Campbell’ın cümlesi anlatır.. “Aradığımız şeyin ‘yaşamın anlamı’ olduğu söylenir hep. Aradığımızın gerçekten bu olduğunu sanmıyorum. Ben aradığımız şeyin bir ‘hayatta olma’ deneyimi olduğunu düşünüyorum.”
elifgunsel@yahoo.com
En Çok Okunan Haberler
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!