Dalga yükselirken farkında olmadan derin bir nefes alıyor, zirveye ulaşıp ucunda köpükler belirdiğinde göğsünde bir şeylerin sıkıştığını hissediyor, dalga kıyıya serilip sakinleştiğinde ise nefesini usulca bırakıyordu. Kendisini de kabarıp kabarıp inen öfkeli bir dalgaya benzetti, gücü yettiği her şeyi yıkmaya kararlı ama her çarpmada biraz daha eksilen.
CAPE AGULHAS AKINTILARI
Akşamüstüydü. Uzaklarda güneş, ağır bir ihtişamla batıyor, suyun üzerinde kırık dökük altın yaldızlı bir patika bırakıyordu. Bakışlarını, Hint Okyanusu’ndan gelen ılık Agulhas Akıntısı ile Atlantik Okyanusu’ndan gelen soğuk Benguela Akıntısı’nın, Afrika’nın en güney ucu olan Cape Agulhas’ta buluştuğu yere çevirdi. Ekvatorun kavurucu tropikal güneşiyle ısınan Agulhas Akıntısı, Hint Okyanusu’nun derinliklerinden Mozambik Kanalı boyunca kıvrılarak ilerleyerek Güney Afrika’nın doğu kıyılarına ulaşıyordu. Kıtanın sıcak nefesiyle harmanlanan akıntı Cape Agulhas’a doğru durmaksızın akar, nihayetinde döngüsünü tamamlardı.
Bambaşka bir hikâye anlatan Benguela Akıntısı... Güney Atlantik’ten doğan bu serin, cömert ve bilge akıntı, Afrika’nın batı kıyılarına doğru ilerlerken derinlerden yüzeye soğuk, plankton dolu sular taşıyordu. Zengin sular Batı Cape’den Namibya ve Angola kıyılarına kadar bereket getiren, dünyanın en verimli balıkçılık bölgelerinden biriydi. Olağanüstü ekosistem yalnızca doğal yaşamı değil, kıyı şeridinde yaşayan insanların geçim kaynaklarını ve kültürlerini de şekillendirendi.
Bu iki dev su kütlesinin zıtlıklarına rağmen ulaştığı kusursuz denge, ne bir teslimiyetin ne de bir üstünlük kurma çabasının izini taşıyordu. Oysa yeryüzündeki tüm düzenlerde sınırlar çizilmiş, güç için savaşlar verilmiş ve farklılıklar hep bir tehdit olarak algılanmıştı. Bu kusursuz uyum ise sınırların yalnızca dalgalar kadar geçici olduğunu, gerçek gücün çatışmada değil, uyum içinde var olabilmekte yattığını fısıldıyordu. Kızgınlığı, okyanusun sakin ve yatıştırıcı kollarında hafiflemeye, yavaş yavaş dalgaların şefkatli ritminde kaybolmaya başladı, sanki her dalga, ruhunun yükünü alıp okyanusun derinliklerine taşır gibiydi.
İĞNELERLE DOLU DENİZ VE HAYAT
Portekizli denizciler, iki okyanusun birleştiği bu amansız bölgeye sivri kayalıkları ve sığ mercanları nedeniyle “iğneler” anlamına gelen “Agulhas” adını vermiş. (Bu bölge; manyetik sapmanın minimum seviyede olduğu ve pusula ibresinin kuzeyi neredeyse mükemmel bir şekilde gösterdiği ender coğrafi noktalardan.)
Yüzyıllardır denizciler, bu kayalıkların ve mercanların arasından güvenle geçmeye çalışmış ancak bir çok kez doğanın zorlu sınavına boyun eğmişti. Bu tehlikeler yalnızca coğrafi engeller değil, aynı zamanda insan ruhunu sınayan, direnci ve cesareti ölçen eşsiz meydan okumalardı!
Hayatın da okyanus gibi olduğunu düşündü, her insan tıpkı bir denizci gibi iğnelerle dolu bir denizde yol alıyordu. Bazen en parlak yıldızlara bakarak bazen ise dalgaların insafına kalarak. Rotasını çizdiğini sanırken dalgalar onu başka kıyılara savuruyor, güvenli liman sandığı yerlerden hayal kırıklıklarıyla geri dönüyordu. Yolculuğa gerçek anlamını kazandıran aslında karşımıza çıkan engeller değil miydi? Kolaylıkla geçilen bir deniz, kimseye hikâye bırakmaz, anılarla donatmazdı.
Düşüncelerindeki gürültü yavaş yavaş hafifledi ve yerini derin bir dinginlik aldı. Dalgaların kıyıya usulca serilmesi gibi, içindeki fırtınaların da huzurlu bir sahile ulaştığını hissetti. Bir süre daha, dalgaların koynunda dans eden kristalimsi parıltılara bakakaldı. Plumeria ağacı çiçeklerinin hafif narenciye ve vanilyamsı notalarının büyüleyici kokusu, yosun kokan rüzgâra karışarak saçlarını havalandırdı, şefkatli bir el gibi yüzünü okşadı. İnsan da farklı mıydı sanki? Tutkularıyla alevlenen bir yanını, derinlerde sakladığı dinginlik ve aklıyla dengelemek zorundaydı. Karşıtlıklar kopuşu değil birbirini bütünlerdi. Ah, keşke insanoğlu bu kadim bilgeliği anlamak için okyanusun tuzlu nefesini ve dalgaların bitimsiz devinimini yeterince dinleyebilseydi!
elifgunsel@yahoo.com