Viyana’da her sonbahar sadece yaprakların düşüşü değil, sahneye çıkan fikirlerin, duyguların ve vicdanın yükselişidir. Eylül ve ekim aylarında Viyana Operası, tiyatroları ve müzikallerinde sahne performansları yalnızca sanat değil, toplumların çağlar öncesinden gelen inişli çıkışlı günlerinden hukuk ve adalet sistemine geçişlerindeki çığlıkları, hayalleri ve yüzleşmeleri anlatır gibidir.
Otuz beşinci sonbaharımdayım Viyana’da. Zamanın sessiz akışı insana hem hüzün hem minnet yüklüyor. Her yıl bu mevsim geldiğinde içimde İstanbul’un kokusu uyanıyor. Yağmurdan sonra toprağın yükselen o tanıdık kokusu… Çocukluğumun, gençliğimin, evin önündeki ıslak kaldırımların tanığı. Lodosun denizde oluşturduğu dalgalar, vapurda martılara karşı çay içilen anlar… Ve o anda özlediğim şey sadece bir koku değil; bir zaman, bir his, bir dünya.
ADALETİN SESSİZLİĞİ
İstanbul’dan çıktığım dünya ile Viyana’daki dünya çok farklı. Bunu bilerek sizleri, operaların, tiyatroların ve müzikal dünyasının en yoğun yaşandığı şehir olan Viyana’dan bir program gezintisine çıkarmak istiyorum.
Viyana’da sahneler yalnızca gösteri sunmaz; düşünceyi, duyguyu ve vicdanı sahneye çıkarır. Her tiyatro, her opera bir zaman aynasıdır. Burgtheater’da izlenen bir oyun sadece karakterleri değil, izleyeni de sorguya çeker. Volkstheater’da sahnelenen bir metin güncelin içinden geçip tarihe dokunur. Viyana Operası’nda yükselen bir aryada insanın iç sesi yankılanır. Bu şehirde sanat sadece estetik değil, bir yaşam biçimidir.
Bu sezon sahnelenen bazı oyunlar hak, hukuk ve adalet temalarını doğrudan işliyor. “Katharina Blum’un Onurunun Nasıl Ayaklar Altına Alındığı” (Die verlorene Ehre der Katharina Blum) medya gücünün birey haklarını nasıl ezdiğini sorguluyor. “İnsanlığın Son Günleri” (Die letzten Tage der Menschheit) ise savaşın insanlık üzerindeki yıkıcı etkisini anlatırken adaletin sessizliğini sahneye taşıyor.
Viyana’da dört büyük opera sahnesi var: Viyana Operası (Wiener Staatsoper), Halk Operası (Volksoper Wien), Tiyatro Operası (Theater an der Wien) ve Oda Operası (Wiener Kammeroper). Müzik salonları ise 30’dan fazla. Musikverein (Wiener Musikverein), Konzerthaus (Wiener Konzerthaus), MuTh (MuTh-Konzertsaal der Wiener Sängerknaben), Radyo Kültür Evi (Radiokulturhaus) gibi mekânlar klasik ve çağdaş müziğin nabzını tutuyor. Mozart’ın “Don Giovanni”si ahlak ve ceza üzerine müzikal bir felsefe sunarken “Sihirli Flüt” (Die Zauberflöte) ışık ve karanlık arasındaki mücadeleyi büyüleyici bir görsellikle anlatıyor.
YAŞAM BİR RÜYA
Sanat burada pahalı bir ayrıcalık değil, herkesin bütçesine göre ulaşılabilir bir duyarlılık alanı. 5-15 Avro arasında değişen biletlerle insanlar kendilerini ifade eden, düşündüren ve dönüştüren bir dünyaya adım atabiliyor. Uygarlaşma, kültür, temizlik ve zarafet sanatla başlıyor. Ve sanat, lümpenleşmenin önüne geçmek için en güçlü araçlardan biri.
Viyana’da sahneye çıkan her eser yalnızca sosyetik bir kesime değil; arka sokaklarda göçle gelen, medeniyetin kıyısında tutunmaya çalışan insanlar için de bir kapı. Sahne, toplumun vicdanını uyandıran bir alan. Duyarlılığı, düşünceyi ve ortak değerleri yeniden hatırlatıyor.
İstanbul’da bir tiyatro çıkışı, Kadıköy’de bir sahlep kokusu, Beyoğlu’nda bir pasajın içinden geçen sesler (1990)… O şehirde sahne sokakta başlar, kalpte devam eder. Viyana’da ise sahne salonda başlar, düşüncede derinleşir. İki şehir, iki mevsim, ama tek bir yürüyüş: insanın iç yolculuğu.
Yaşam bir rüya, bir sahne… Sonbaharı ve ilkbaharı olan, durakları bol bir yolculuk. İster İstanbul’da ister Viyana’da, nerede olursa olsun, aslolan yolculuktur.
Yol (hak, adalet, sevgi, hoşgörü) cümleden uludur