Ankara Barosu Başkanı Mustafa Köroğlu, geçen adli ve yasama yılı ile 2. Çözüm Süreci kapsamında çıkan “Türk-Kürt-Arap” açılımını Cumhuriyet’e değerlendirdi.
Başkan Köroğlu; geçen adli yılı “Yargının siyaseti şekillendirdiği bir süreç” olarak nitelendirirken, CHP’li belediye başkanlarının tutuklanması, CHP’nin kurultaylarına yönelik iptal davalarını, Meclis’ten tartışmalarla geçen Maden Yasası ile 2. Çözüm Süreci’ne yönelik siyasette yapılan çağrılara ilişkin gazetemiz Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.
Köroğlu, Cumhuriyet’in sorularını şöyle yanıtladı:
. CHP’li belediyelere yönelik yürütülen operasyonları nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Yargının araçsallaştırıldığı bir iklimi yaşadık. Bu iklimin hem demokrasimize hem de hukuk güvenliği ilkesine zarar verdiğini gördük. Çünkü yürütülen süreçlerin hukuk zemininde yürümediği görüldü. Toplumda da bu algı oluşturuldu. Demokratik bir hukuk devletinde, seçilmiş yerel yöneticilere yönelik soruşturma ve tutuklamaların olağanüstü bir tedbir olduğu unutulmamalıdır.
Bu tür süreçlerin, yalnızca hukuki gerekçelere dayalı olarak, şeffaflık içinde ve kamuoyunun denetimine açık şekilde yürütülmesi esastır. Aksi takdirde, yargı bağımsızlığına gölge düşer; siyasal müdahale şüphesi güçlenir. Toplum bu sürecin İtalya’daki gibi ‘Temiz Eller Operasyonu” değil, siyasilerin kendi gelecekleri uğruna rakiplerini susturmak için hukuku kullanıyor olarak gördü.”
. CHP’nin 38. Olağan Kurultayı ile 21. Olağanüstü Kurultayı’na yönelik iptal davasında gerekçe olarak öne sürülen mutlak butlan kavramını açıklayabilir misiniz?
“Kavramları da kurumları da karıştırır hale geldik. Mutlak butlan, bir hukuki işlemin kurucu unsurlarından birinin eksikliği, emredici kurallara ya da kamu düzenine açık aykırılığı sebebiyle başından itibaren geçersiz sayılmasıdır. Somutlaştırırsak, Medeni Kanun’a göre iki kardeşin evlenmesi ya da bir kişinin öldürülmesine yönelik bir sözleşmenin yapılması mutlak butlandır.
Peki, siyasi partilere mutlak butlan uygulanabilir mi? Hayır. Siyasi partilerin kongreleri ve bu kongrelerde yapılan seçimler bakımından, mutlak butlan hükümlerinin uygulanamayacağı, hukuk sistemi içerisinde açık hükümlerle düzenlenmiştir. Dolayısıyla, siyasi partilerin kongrelerinde yapılan seçimler ve kararlar bakımından mutlak butlan iddiası üzerinden asliye hukuk mahkemesinde iptal davası açılamaz. Bu çok tehlikeli bir davadır. Çünkü bu dava ile anayasanın Yüksek Seçim Kurulu’na yönelik hükümlerine dinamit koyuluyor. Seçim işlerinde yetkili olan Yüksek Seçim Kurulu’dur, mahkemeler değil.”
. Kamuoyunda Madencilik Yasası olarak bilinen yasa önümüzdeki süreçte hangi yargısal sorunlara neden olur?
“Yasanın çevre hukukuna, anayasal düzenimize ve yargı bağımsızlığına aykırı düzenlemeler içerdiğini düşünüyoruz. Özellikle zeytinlik alanlarda madenciliğe izin veren düzenlemeler ve yerli kömür adı altında linyit teşvikleri, çevresel sürdürülebilirliği ve hukuk devleti ilkesini ciddi biçimde zedeleyecek gözüküyor. Yasamanın yalnızca 10 gün önce yürürlüğe soktuğu İklim Kanunu ile ‘2053 net sıfır emisyon’ hedefi ilan edilmişken, linyit gibi karbon salımı yüksek bir kaynağa teşvik verilmesi, açıkça çelişkilidir. Bu durum, çevre hukukunda bir ‘yasama şizofrenisi’ yaratmakta; bir yandan iklim taahhütleri verilmekte, diğer yandan bu taahhütleri hükümsüz kılan uygulamalara yasal zemin hazırlanmaktadır. Bu durum, Anayasa Mahkemesi ve idari yargı önünde yeni dava dalgalarını beraberinde getirecektir.
Bu bağlamda, söz konusu yasanın uygulanması halinde ciddi bir yargı yükü oluşması kaçınılmazdır. Danıştay’ın önceki iptal kararlarına rağmen aynı hukuka aykırı düzenlemelerin yeniden gündeme getirilmesi, idari işlemlerin iptali, yürütmenin durdurulması ve anayasal denetim talepleriyle birlikte hem çevre hem de idare yargısında sistemsel bir kriz yaratabilir.”
. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap” açılımı ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “2 Cumhurbaşkanı Yardımcısı olsun; biri Kürt, diğeri Alevi olsun” teklifi hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Türkiye Cumhuriyeti için son derece tehlikeli söylemler. Bernard Lewis’in (Amerikalı Ortadoğu tarihçisi) ‘Modern Türkiye’nin Doğuşu’ adlı kitabında çok önemli bir anekdot anlatılır: Osmanlı’nın Avrupa’ya ilk giden vatandaşlarından birisine bir Avrupalı ‘Senin ulusun ne?’ diye soruyor. Vatandaş, ‘Müslümanım’ diyor. Avrupalı ‘Dininizi sormadım, ulusunuzu sordum’ diyor. Bunun üzerine vatandaş, ‘Ben Osmanlıyım’ diyor. Bu yanıta karşılık Avrupalı ise ‘Osmanlı bir tabiiyettir (bağlılık, uyrukluk)’ diyor. Sizin ulusunuz nedir?’ diyor. Vatandaş buna düşünse de yanıt veremiyor. İşte; Osmanlı Devleti’nin bir ulusu yoktur. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti, bir devlete ulus kurma projesidir. Bu projeyi Atatürk gibi bir deha ulus devlet üzerine kurgulamıştır.
Ahmet Arslan (Felsefeci- akademisyen) hocanın da dediği gibi; ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet eliyle bir ulus yaratma projesi iyi bir projedir.’ Bizim için biten tartışmaların yeniden açıldığını görüyoruz. Bu tartışma bize zarar verecek. Belki 19. ve 20. yüzyıllar ulus devletlerin projesiydi, şimdi ne yazık ki dünyanın büyük bir uluslararası, toplu şirketlere dönüştürüldüğünü görüyoruz. Bugün başka projelerin peşinden giden Arap toplumlarının düştüğü durumu hepimizi görüyor izliyoruz. Bu nedenle modernleşme ve çağdaşlaşma projesi olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinden uzaklaşmak, bütünlüğüne zarar verecek söylemlerde bulunmak dengesi kurulmuş cumhuriyetimize zarar verecek yanlış tutumlardır.”
