Ceza hukukçusu, avukat Hüseyin Ersöz Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.
İstanbul 45’inci Asliye Hukuk Mahkemesi, CHP’nin İstanbul kongresiyle ilgili YKS’nın “Kongre yapabilir” demesine rağmen “kongrenin durdurulması” için yazı yazdı, YSK aynı gün toplandı ve kongrenin devam etmesi yönünde karar aldı. Nedir bunun hukuksal açıklaması?
İstanbul 45’inci Asiye Hukuk Mahkemesi bir ihtiyati tedbir kararı verdi; il başkanını, il yönetimini geçici olarak görevden uzaklaştırdı ve onların yerine yine geçici görevlendirmeler yaptı. Bu görevlendirilen kişilerin arasında Gürsel Tekin de bulunuyor. Mahkemenin bu konuda yetkisinin olup olmadığı tartışmasını bir kenara bıraktığımızda dahi dava, Özgür Çelik’in il başkan seçildiği 2023 yılındaki İstanbul Kongresi’nin iptali için açıldığı açık. Bu sebeple mahkemenin tedbir kararı da ancak 2023 yılındaki kongreye ilişkin sonuç doğurabilir.
Nedir anlamı?
Bu şu demek: Eğer 2023 yılındaki kongreden sonra yeni bir kongre gerçekleştirildiyse ve yeni bir il başkanı seçildiyse, o kişi il başkanı görevini üstlenir ve yürütür. Mahkemenin ihtiyati tedbir kararı da “fiilen” geçerliliğini yitirmiş olur. Bunun sebebi tedbir kararını veren mahkemenin, taleple yani dava dilekçesiyle bağlı olmasından kaynaklanır. Davada 2023 yılındaki il kongresinin iptali talep edildiği için yeni yapılmış olan kongrenin ne durdurulmasına ne de iptaline yönelik bir karar verilebilmesi mümkündür.
‘HUKUK KAOSU YARATILDI’
O zaman mahkeme neden CHP’nin tedbirin kaldırılması yönündeki talebini reddetti?
CHP, “Yeni kongre yaptık. Özgür Çelik yeniden il başkanı seçildi. Senin kararın 2023 yılındaki kongreye ilişkindi. O nedenle artık geçici yönetime gerek yok, ihtiyati tedbir kararını kaldır” talebinde bulundu. Ama mahkeme ortada bir “hukuki fayda kalmamasına” karşın fiilen ve hukuken hiçbir anlam taşımayacak şekilde “geçici görevlendirme devam edecek” dedi. Burada tam anlamıyla bir “hukuk kaosu” yaratıldı. Bu düğümü çözecek olan ise ihtiyati tedbir kararına itirazı inceleyecek olan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi olacak. Üst Mahkemenin ihtiyati tedbirin şartlarının ortadan kalkması sebebiyle CHP’nin itirazını kabul edeceğini düşünüyorum.
İstinaf kesin böyle mi karar verir?
Hiçbir Mahkemenin vereceği karara kesin diyemeyiz. Hele ki içinden geçtiğimiz dönemde ve “hukuki öngörülebilirliğin” kalktığını düşünürsek… Ancak Bölge Adliye Mahkemesi’ndeki hakimlerin nispeten daha deneyimli olması ve hukuki faydanın kalmadığının açık olması karşısında ihtiyati tedbir kararının kaldırılması yönünde bir karar alınması ihtimali güçlü.
“Hukuk kaosu” dediniz. Neden hukuk kaosu yaşanıyor?
Evet, bir hukuk kaosu, görev ve yetki kriziyle karşı karşıyayız. Aslında bunu çözecek merciler belli. İstanbul’daki diğer yerel mahkemeler aynı konuda yetki yönünden birtakım kararlar verdi ve dosyaları Ankara’ya gönderdi. Ama 45’nci Asliye Hukuk Mahkemesi davaya bakmak konusunda kendisini yetkili görüyor. Ben tüzel kişiliği CHP Genel Merkezi temsil ettiğinden, davaların da Ankara’da görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Diğer taraftan görev yönünden de bir karmaşa olduğu açık. YSK’nın verdiği kararlar seçim hukukuna ilişkin ve kesin. Buna karşın Asliye Hukuk Mahkemesi ise il kongresinin yapıldığı gün, “ihtiyati tedbir kararının uygulanması ve kongrenin durdurulması” için hem İstanbul Valiliği’ne hem de Sarıyer İlçe Seçim Kurulu’na yazı yazdı. Yani valiliğe “Polis gönder, kongreyi durdur” derken ilçe seçim kuruluna “Benim kararım varken, kongre yapılmasına müsaade etmemen gerekir” dedi.
45’nci Asliye Hukuk Mahkemesi’nin bu ısrarının açıklaması var mı?
Bunu anayasal işleyiş ve yargı makamlarının görev sınırları içerisinde ne açıklamak ne de anlayabilmek mümkün. Bu kararı hukuken açıklayamadığınız noktada ise ne yazık ki son dönemde, özellikle siyasi yargılama süreçleriyle beraber hayatımıza giren “siyasetin yargıya müdahalesi” ya da “yargı eliyle siyasetin dizayn edilmesi” olarak açıklanabilecek bir duruma işaret ettiğini ifade etmeliyiz.
Şu an İstanbul’da hukuki olarak il başkanı kim?
Eylül ayındaki il kongresinde seçilen Özgür Çelik.
Çünkü mahkeme 2023 yılındaki kongrede seçilen yönetimin yerine bir geçici görevlendirme yapmıştı. 2025 yılında bu seçimin yenilenmesiyle mahkemenin tedbir kararı da “kadük” yani uygulanamaz hale geldi.
Tüm bu “hukuk kaosu” ile 24 Ekim’e ertelenen mutlak butlan davasının bağlantısı var mı?
Ben birbirinden bağımsız ilerleyen yargı süreçleri olduğu kanaatindeyim. İstanbul’daki mahkeme eğer il kongresinin iptali kararı vermiş olsaydı belki bir anlam yükleyebilirdik ama yine de Ankara’daki mahkeme açısından bağlayıcı olmazdı. Çünkü aynı derece mahkemelerin kararları bağlayıcı bir nitelik taşımazlar.

Siz 24 Ekim’de ne öngörüyorsunuz?
CHP’nin olağanüstü kurultayı 21 Eylül’de gerçekleştiği ve Özgür Özel yeniden genel başkan seçildiği için bu davada ne karar verilirse verilsin mevcut yönetim kadrosuna etki etmeyeceği kanaatindeyim. Bu kanaatimden öte, hukuken olması gereken de aynı zamanda.
21 Eylül’de yapılan olağanüstü kurultayda yönetimin güvensizlik oylaması ile düşürülüp sonra yeniden seçilmesi hukuksal soruna yol açar mı?
Ben bu konuda bir hukuki sorun görmüyorum. Kurultay süreçlerinde bu tür oylamalar yapılır ve YSK’da nihai kararı veren yargı mercii olarak gerekli denetlemeyi yapar. Bu noktada ifade etmek gerekir ki 21 Eylül’deki kurultay için CHP Genel Başkanının değil delegelerin çağrı yapması da önemli bir hukuki meşruiyet alanı yaratıyor. Bu kurultayda parti yönetimi, genel başkan yeniden belirlendi. Ankara’daki mahkemenin önündeki dava, yine 2023 yılında gerçekleşen 38. olağan kurultayın iptaline yönelik açıldı. Bu sebeple bu davanın aşamalarında ya da neticesinde yeni seçilen yönetimle ilgili bir tedbir ya da iptal kararı verilemez. Bu mahkemenin vereceği bir karar da yeniden seçilen başkan ve yönetim kadroları açısından sonuç doğurmaz.
Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan sizin müvekkiliniz, son durum nedir?
Emrah Şahan hakkında iki ayrı tutuklama kararı var. Biri 23 Mart’ta kent uzlaşısı soruşturması kapsamında diğeri ise 12 Eylül tarihinde İBB soruşturmasında.
Her iki soruşturma da devam ediyor fakat ekim ayı içinde her iki dosyanın da iddianamesinin çıkmasını bekliyoruz.
Kent uzlaşısından ilk tutuklanan müvekkiliniz Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer idi ama Özer kent uzlaşısı dosyasından tahliye oldu değil mi?
Ahmet Özer, 30 Ekim 2024’te tutuklandığı kent uzlaşısından 14 Temmuz tarihinde tahliye oldu. Ancak o da 21 Ocak tarihinde Esenyurt Belediyesi’ne ilişkin bir dosya kapsamında tutuklandı. Bu dosya Beşiktaş dosyasıyla birleşti. O soruşturmada da iddianamede son aşamaya gelindiğini biliyoruz.
YARGIDA EKİM BEKLENTİSİ
İBB soruşturmasında iddianame için ekim ayı işaret ediliyor, diğerleri için iddianameler ne zaman çıkar?
Kent uzlaşısı soruşturmasında 3’ü tutuklu yedi kişi var. İddianamesinin 2 hafta içinde mahkemeye sunulmasını bekliyoruz. Ocak ayında başlatılan Beşiktaş Belediyesi’ne yönelik mali suç ile ilgili soruşturmada da iddianame için en geç ekim ortası işaret ediliyor. Bu dosya Aziz İhsan Aktaş Suç Örgütü dosyası olarak da biliniyor. Bir de İBB soruşturması var. İBB soruşturması kapsamında zannediyorum ki halihazırda 107 kişi tutuklu ve 400’e yakın adli işlem geçiren kişi var. Bu dosyasının iddianamesinin de Ekim ayı sonuna kadar hazırlanacağı belirtiliyor. Yani Ekim ayı içerisinde bütün iddianamelerin mahkemelere sunulacağı beklentisi var.
İstanbul’daki soruşturma için “100 yılın yolsuzluğu” deniyor. Sürekli itirafçılar çıkıyor, kamuoyuna ifadeler, röportajlar yansıyor... Nasıl bir iddianame bekliyorsunuz?
Ciddi davalara büyük sloganlar üretmeye gerek yoktur. Meslek hayatıma 2008 yılında Ergenekon davasıyla başladım. O dava için de “devlet bağırsaklarını temizliyor” demişlerdi. Balyoz Davasının iddianamesi de binlerce sayfaydı. Yargılananlara ise “darbeci” denilmişti. Poyrazköy, Kafes Eylem Planı, Amirallere Suikast, İstanbul Askeri Casusluk ve İzmir Askeri Casusluk Davaları da yüzlerce sanıklı, binlerce sayfalık iddianamelere dayanan, on binlerce delil klasörü olan dosyalardı. Söylem ise “derin devlet tasfiye oluyor” şeklindeydi. 17 yıllık meslek hayatımda binlerce sayfadan oluşan çok sayıda iddianame okudum. Ama şunu ifade etmeliyim ki hukuk zemininde işleyen bir mekanizmada, ne iddianamelerin sayfa sayısı ne şüphelilerin sayısı ne de söylem bir şey ifade eder. Mahkeme aşaması başlamadığı müddetçe algılarla olguları birbirinden ayırmak her zaman güçtür. Biz hukukçular önümüze aldığımız dosya üzerinden değerlendirme yapar, algılarla olguları birbirinden ayırırız. Şu anda çok büyük bir iddialar kümesinin içerisinde, delillerini görmeden, sadece soyut ifadeler üzerinden değerlendirmeler yapıldığına tanık oluyoruz. İddianameler ortaya çıktıktan sonra, hukuksal bir analiz yapmak mümkün olacak.
‘İÇTİHATLARIMIZ KÖKLÜ’
Ancak şunu da ifade etmeliyim ki Ramazan Gülten örneğinde olduğu gibi Danıştay Birinci Dairesi’nin “soruşturma iznini kaldırdığı” iddialara dahi tutuklama kararları verildiğini görüyoruz. İddia edilen örgütsel ilişkiye cep telefonu sinyal bilgilerinin gerekçe olarak gösterildiğine şahit oluyoruz. Ülkemizde özellikle örgüt suçlarıyla ilgili köklü içtihatlar mevcut. Bu yargı kararlarına baktığınızda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan ya da bir dönem çalışmış olan insanların, sosyal ya da iş ilişkilerinin, tek başına örgütsel ilişkiye vücut vermeyeceği çok açık. Bütün bu yargı külliyatını üst üste koyduğunuzda tutuklu yargılanmayı zorunlu kılacak bir durum bulunmadığı bence çok açık.
Ankara’da başlatılan konser soruşturması için yorumunuz nedir?
Düzenlenen konserlere ilişkin iddialar geçen yıl gündem olmuştu. Mansur Yavaş da şeffaflık çerçevesinde kamuoyuna bilgilendirmeler yapmıştı. Belediyenin kendi iç denetim mekanizmalarını çalıştırdıklarını ve herhangi bir kamu zararının oluşmadığını tespit ettiklerini söylemişti. Şimdi bir soruşturma izni verilmiş ve bu soruşturma iznine istinaden tutuklamalar oldu. Bu hukuken İstanbul’dan bağımsız ilerleyen bir süreç. Ancak siyaseten farklı yorumlamak da mümkün tabii.
‘HUKUKTA VE SİYASETTE ŞEFFAFLIK KAZANDIRIR’
Kamuoyunda, soruşturmaların mevcut cumhurbaşkanı adaylarını engellemek için olduğu yönünde bir algı söz konusu. Hedefte Mansur Yavaş mı var?
Siyaseten farklı yorumlanabilir derken bunu kastetmiştim. Mansur Yavaş deneyimli bir siyasi olması yanında iyi bir hukukçu da. Sürecin varabileceği noktayı iyi okuduğunu düşünüyorum. Bu olayı şahsına yönelik bir karalama kampanyasının başlangıcı olarak görüp, ön alıcı girişimlerde bulundu. Hukukta ve siyasette şeffaflık her zaman kazandırıyor. Mansur Yavaş da bütün bu süreci çok şeffaf bir şekilde yürüttü ve konuyu kamuoyuna mal etti. Özellikle iddialar gündeme geldikten sonra yaptığı basın açıklaması, gözaltılardan sonraki gün gerçekleşen bilgilendirme toplantısı kamuoyuna net bir mesaj veriyordu. Özellikle Melih Gökçek’le ilgili ortaya atmış olduğu iddialar ve bu konularda yargının harekete geçmemesini, son gözaltılarla birlikte ele alarak siyasi yargılama süreçlerindeki adaletsizliğe vurgu yaptığını gördük. Bunu kendi içinde çok tutarlı görüyorum. Öyle ki, yargı bağımsızlığının tartışmaya açıldığı ve yargı mensuplarının tarafsızlığıyla ilgili şüphe hissettiğiniz durumlarda, meşruiyet zeminini halktan alarak ona yakınmak kanımca en doğru yöntem. Mansur Yavaş da bunu yaptı. Ben bunun, ilkeli, şeffaf ve akılcı bir yöntem olduğu kanaatindeyim. Mansur Yavaş, İstanbul örneği de ortadayken bu tür süreçlerin nerelere varabileceğini öngörebilecek deneyimde bir siyasetçi ve hukuk adamı.
Türkiye’de yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı tartışılırken Erdoğan-Trump görüşmesinde Trump, “Ben devreye girmeden önce 35 yıl ile yargılanıyordu. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı aradım, o da Rahip Brunson’ı serbest bıraktı” dedi. Bu tablo neyi anlatıyor?
İddialar ve delillerden bağımsız ifade ediyorum ki, Rahip Brunson Davası, Türkiye’de siyasetin yargıya müdahalesi tartışmasının en çarpıcı örneklerinden biri. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası tutuklanan Rahip Brunson için siyasetçilerin “Asla cezaevinden çıkamaz” açıklamalarına tanık olduk. Ama iki devlet başkanının görüşmeleri sonucunda Brunson, ABD vatandaşı olmasına rağmen yurt dışına çıkış yasağı dahi konulmadan tahliye edildi. Bir Amerikan vatandaşını yurt dışı çıkış yasağı olmadan tahliye ederseniz, ertesi gün uçağa binip ülkesine döner. Siz onunla ilgili kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı verseniz dahi bu mahkûmiyet kararını uygulama imkanı artık kalmaz. Öyle de oldu. Ben bunun Türk hukuk tarihine gölge düşüren, adalete güveni ortadan kaldıran, hukuk devleti ilkesiyle ilgili çok ciddi tartışmaları beraberinde getiren bir durum olduğu kanaatindeyim.
‘GÜVEN SARSILIYOR’
Ancak bu sadece Rahip Brunson meselesi değil. Suudi Arabistan Konsolosluğu’nda bir gazeteci, Cemal Kaşıkçı öldürüldü, bu uluslararası bir kriz doğurdu. Bizim topraklarımızda işlenmiş bir cinayet olmasına rağmen dosya, Suudi Arabistan’la anlaşılarak bu ülkeye gönderildi. Diğer taraftan Mavi Marmara davasında İsrailli askerler işledikleri cinayetlerle ilgili olarak gıyaben yargılanıyordu. Fakat İsrail’le yapılan ikili anlaşmayla bu dava dosyası da kapatıldı. Hatırlayacaksınız Alman bir gazeteci vardı, Alman Hükümeti’nin serbest bırakılması talebi iletildi, serbest bırakıldı, Almanya’ya döndü. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ülkemizde bu tür siyasi yargılama süreçleri biz hukukçular için çok can acıtıcı ve hukuka olan güveni sarsan bir seviyeye geldi. Hukuk Güvenliği için çok kaygı verici bulduğumu belirtmeliyim.
PORTRE
1981’de Giresun’de doğdu. Beylerbeyi İlkokulu ve Üsküdar Burhan Felek Lisesi’ni bitirdi. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 2006 yılından bu yana İstanbul Barosu’na kayıtlı avukatlık yapan Ersöz özellikle ceza hukuku, insan hakları, basın hukuku ve idare hukuku alanında uzmanlaştı. Türkiye’nin hukuki ve siyasi tarihinde önemli yer tutan ve kamuoyunca bilinen birçok davada müdafilik ve müşteki vekilliği görevi üstlendi.