Aile hekimleri Cumhuriyet için kaleme aldı: 'Buruk kutluyoruz'

14 Mart Tıp Bayramı dolayısıyla, aile hekimleri Cumhuriyet için deneyimlerini kaleme aldı...

Aile hekimleri Cumhuriyet için kaleme aldı: 'Buruk kutluyoruz'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 14.03.2023 - 04:00

AHEF Başkanı Dr. Kemal Noyan: Hekimler olarak karmaşık duygular içerisinde bir 14 Mart yaşıyoruz. Cumhuriyetin 100. yılını coşkuyla kutlayacağımız 2023 yılı, 6 Şubat 2023 tarihli “yüzyılın afeti” ile yerini hüzün ve kedere bıraktı. Bizler 1000 yıllık kadim bir coğrafyada birçok acı ve kederi, birlik ve beraberlik duygusu içerisinde aşmayı, küllerinden yeniden doğmayı bilen bir medeniyetin ferdiyiz. 100 yıl önce Cumhuriyeti kurarak kurtuluş mücadelesi sonrası, bir ülkeyi küllerinden yeniden şekillendiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün belirlediği hedefler doğrultusunda tüm yaralarımızı saracak ve her zamankinden daha güçlü olacağız. Yüzyılın afetinde hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza, meslektaşlarımıza Allah’tan rahmet acılı ailelerine sabırlar dileriz. Afetin ilk günü itibarıyla mesleki bir refleks afet bölgesine giderek orada sağlık hizmetini sürdüren tüm hekimlerimiz vesilesiyle mensubu bulunduğumuz mesleğin kutsiyetini bir kez daha anlamış bulunuyoruz. Buruk bir şekilde de olsa tüm meslektaşlarımın 14 Mart Tıp Bayramı’nı kutlarım.

TÜRKİYE'DE DOKTOR OLMAK

AHEF 2. Başkanı Dr. Zafer Tolga İpek: Memur bir baba, ev hanımı bir annenin 3 çocuğunun en ufağı olarak dünyaya geldim. Bir abim ve bir ablam vardı. Kardeşlerim üniversite sınavı zamanı geldiğinde hiç unutmam gecelerini gündüzlerine katıp sınava hazırlandılar. Ben farkında bile değildim. Sınav sonucu açıklandığında evde bir bayram havası vardı. Abim tıp fakültesini kazanmıştı, abim doktor olacaktı. Sonra ablamın aynı süreci başladı ve aynı süreci o da yaşadı. Ablam da doktor olacaktı. Annem ve babam çok gururluydular ve sıra bana geldiğinde ben de aynı süreçten geçip ben de doktor oldum. Ama bilmiyorduk 3 kardeşte Türkiye’de doktor olmanın ne demek olduğunu...

Türkiye’de doktor olmak;

-Tıp fakültesine girebilmek için dirsek çürütmektir.

-Üniversitede uykusuz millet gezip tozarken senin ders çalışmandır.

-Mezuniyetten sonra devletin senin mecburi olarak bir yere atamasıdır.

-Herkes tatil yaparken senin bir hayatı kurtarabilmek için hastane de olmandır.

-Çocuğunun mezuniyetini kaçırmaktır. -Sürekli gelişen tıp dünyasında durmadan okumak, çalışmaktır.

-İnsanları doğru tedavi etmek için uğraşırken halkın doğru olmayan taleplerine karşı durduğunda şikâyet edilmektir.

-36 saat nöbet sonrası uykusuzluktan kaza yapıp ölmektir.

-Pandemide gece gündüz çalışıp o hastalıktan ölmene rağmen şehit sayılmamaktır.

-Devletin seni korumadığı ve her an görev başında hakarete uğramak, şiddete uğramak, hatta öldürülmektir.

-Eşek gibi yapacaklar denmesidir.

-Tüm özverine rağmen “giderlerse gitsinlerdir” denmesidir.

-Çürük hastanede çalıştırılıp depremde ölmektir.

-Depremde evin yıkılıp veya ailenden birini kaybetmene rağmen depremzede olamamaktır.

-Depremi yaşayıp bina altı ASM’lerde çalışmaya zorlanmaktır.

-Türkiye’nin en uzun üniversite hayatını yaşayıp, 25/30 sene çalışıp emekli olduğunda verilen ikramiye ile bir araba bile alamamaktır.

Son olarak gerçekleri söylediğin için hakkında soruşturma açılmasıdır. Evet annem ve babam çok gurur duydular bizimle. Ancak biz 3 doktor kardeşin en büyük dileği çocuklarımızın Türkiye’de doktor olmamasıydı ne yazık ki… 14 Mart Tıp Bayramı... Ben Türkiye’de gerçek haklarımız verilmediği sürece, liyakatli yöneticiler ile yönetilmediğimiz sürece, bayram yapacak bir durum göremiyorum. Bizler hekimler olarak aynı özveri ile halkımıza hizmet vermeyi sürdürüyoruz sürdüreceğiz. Hakkımızı alamasak da kötü yönetilsek de… Görevi başında, pandemide ve depremde kaybettiğimiz tüm arkadaşlarımızı minnetle anıyorum. Bu zor şartlarda Türkiye’de hekimlik yapan tüm meslektaşlarımın Tıp Bayramı’nı kutluyorum.

‘AFETLERDE HEKİMLER KRİTİK ÖNEME SAHİPTİR'

AHEF Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Yusuf Başak: 6 Şubat gecesi Türkiye normal bir geceye yatıp felaket bir sabaha, tarihimizde görülmemiş bir depreme uyandı. Depremin ana üssü Kahramanmaraş’a yakınlığı nedeniyle Osmaniye’de, depremi ben de ailemle birlikte en ağır şekilde yaşadım. Gecenin karanlığında daha ne olduğunu anlamadan beşik gibi sallanan evimde kafamıza tuğlalar düşerken ilk çocuklarım aklıma geldi. Şimdi geçer diye içimden saymaya başladım, bir türlü bitmiyordu, geçmiyordu, ayakta zor duruyordum. Yürümek mümkün değildi. İçimden dualar edip çaresizce sarsıntının bitmesini bekledim. Durduğunda çocuklarımı tuğlaların altından çıkardım, can havliyle kendimizi dışarı attık. Etrafımızdaki binalar yerle birdi. Dışarısı çok soğuktu, ne yapacağımızı bilemeden korkuyla açık alanda beklemeye başladık. Sağ olduğumuz için şükrediyordum. İlk iş olarak ailemi güvenli bir alana ulaştırmam gerektiğini düşündüm. Onları Tarsus’a yakınlarımın yanına bırakıp zaman kaybetmeden geri döndüm.

Enkazdan içimiz kan ağlayarak doktor arkadaşlarımı, dostlarımı çıkardık. Her şeye rağmen güçlü durmaya çalışıyoruz. Soğuk havada, sokaklarda hayatta kalmaya çalışan tüm şehir halkının psikolojisi çok kötü. Depremi yaşamayanlar için yaşananlar felaketken yaşayanlar için aslında kıyamet gibi bir şeydi. Depremin yaşandığı ilk anlarda sarsıntı durduğunda bir an için insanlar ne yapacaklarını bilemedi. Herkes ailesine koştu, yakınlarının durumunu öğrenmek için telefonlara sarıldı. Biz hekimler de ne yapacağımızı bilemeden şaşkınlık içinde idik. Ailemizi güvene almadan hiçbir şey yapamadık. Yıkım o kadar büyüktü ki koordinasyonu gerçekten çok zor idi. Hekimlik içgüdüsü ile “Ne yapabiliriz, nasıl yardım ederiz?” psikolojisi ile bir şeyler yapmak için sağa sola yöneldik. Deprem sonrası bir afet planına çok ihtiyaç hissedildi. Bu felaket bize gösterdi ki hekimlerin ailelerini güvenli bir alana bıraktıktan sonra önceden belirlenmiş olan görev yerlerine ulaştırılmaları ve sağlık hizmetinin kesintisiz devamı sağlanmalıdır. Böylelikle ailesiyle ilgili kaygıları en aza indirilmiş olacak hem de sağlık hizmetlerinin kesintisiz devamı sağlanmış olacaktır. Çünkü pandemide de olduğu gibi hekimler ve sağlık personeli afetlerde kritik öneme sahip kişilerdir. Planlama ve koordinasyonun önceden kusursuz yapılması ve belli aralıklarla güncellenmesi gerekir. Tüm Türkiye’den gönüllü hekim ve sağlık personeli zamanında afet bölgesine görevlendirilmeli ve bölgedeki personel ortamdan uzaklaştırılıp psikolojilerinin düzelmesi için dinlendirilmelidir. Felaket sonrası en gurur duyulan ise ülkemizdeki tüm vatandaşların ve kuruluşların yardım için yarışması, tek yürek olması, deprem bölgesindekilere sahip çıkması bizlere moral vermiştir.

'BARINMA İHTİYACI'

Gelen yardımların belli düzen ve planda yapılması çok önemli. Deprem bölgelerinde çadır, gıda, su, seyyar tuvalet, tıbbi malzeme, hijyenik malzeme, giyim, mama, çocuk bezi, soba şu an en acil ihtiyaçlarımız. İnanın bir kâse çorbanın bile buralarda kıymeti çok fazla. Hekimlerin ise en büyük problemi barınma ihtiyacı. Güvenli çalışma ortamlarına özellikle sahra hastaneleri, seyyar sağlık istasyonlarına ihtiyaç var. Ülkemizin dört bir yanından bize kucak açan ve evinde ağırlamak isteyen arkadaşlarıma çok minnettarım. Allah bir daha milletimize böyle bir felaket yaşatmasın. Ölen doktor arkadaşlarıma ve vatandaşlarımıza gani gani rahmet diliyorum. Yaralılarımıza ve geride kalanlara da geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Bu vahim olayda bölgede kalıp, vatandaşımıza sağlık hizmeti vermek benim tek tesellim. Hep beraber, birlik içinde büyük Türk milleti olarak yaralarımızı saracağımıza, bu zorlukları aşacağımıza yürekten inanıyorum.

'BU VATANI KARŞILIKSIZ SEVDİK'

AHEF Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Taner Balbay: 6 Şubat 2023 tarihinde 11 ilimizi etkileyen depremin ilk şokunun ardından, tüm Türkiye gibi “Aile hekimlerimiz, sağlık çalışanlarımız, vatandaşlarımız nasıl? Nasıl yardım edebiliriz?” diye yönetim kurulumuzla görüşmelere başladık.

En acil sorunlardan birinin su sorunu olduğunu öğrenir öğrenmez Türkiye’nin birçok yeriyle temasa geçerek deprem bölgesine 6 TIR su göndermeyi başardık. İçimiz rahat değildi, aklımız hep oradaydı. Geceleri nasıl geçiyordu? Sürekli aile hekimlerimiz ve derneklerimizden bilgiler alıyorduk. Gelen bilgiler hiç iç açıcı değildi. Geceleri çoğu arabalarında kalıyordu. Bulabilenler çadırda kalıyor, ısınma büyük bir sorun oluşturuyordu. AHEF sekreterimiz Orhan Aydoğdu Samsun’da bir teknik okula çadır için sobalar ve yakıtlarını kısa sürede hazırlattı ve Kahramanmaraş’a göndermeyi başardı. 300 çadır için soba göndermiştik ama maalesef yetersizdi. Bir TIR da battaniye ayarlayabildik ve gönderdik. Geceleri uyuyamıyor, sıcak evlerimizde otururken vicdan azabı çekiyorduk. Her gün haberlerde gördüklerimizle dehşete düşüyorduk.

AHEF Başkanı Dr. Kemal Noyan, AHEF 2.Başkanı Dr. Zafer Tolga İpek ve AHEF Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Taner Balbay olarak bölgeye birebir ihtiyaç malzemeleri götürmeye karar verdik. Çünkü depremden adeta kaçarcasına kendilerini dışarı atan hekimlerimiz ve sağlık çalışanlarımız, yıkılan evlerine giremedikleri gibi kıyafet, duş, hijyenik malzeme ihtiyaçlarını hiçbir şekilde karşılayamıyorlar, üstelik kendilerinden hizmet vermeleri bekleniyordu. Yakınlarını kaybetmiş, evleri yıkılmış, psikolojik olarak çökmüş, temizlik, kıyafet sorunları çözülmemiş sağlık çalışanlarımıza bir an önce çadır, konteyner veya seyyar olarak çalışmaya başlamaları istenmiş, bu durum bizleri de çok üzmüştü. 16 Şubat depreminin 11. günü üç yönetim kurulu üyesi; Ankara’dan iki araç kıyafet, temizlik malzemeleri, iç çamaşır, çorap ve gerekli günlük ihtiyaçları içeren malzemelerle yola çıktık. Adana’dan başlayıp Osmaniye, Hatay, Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Elazığ, Diyarbakır, Malatya’da sonlandırıp döndüğümüz 2700 km’lik serüvene başladık. Gittiğimiz her yerde ayrı bir dram, ayrı bir hüzün, ayrı bir acı vardı.

Acılarını içlerine atıp halkımıza yardım etmeye çalışan sağlık çalışanlarımız, Türkiye’nin her bir tarafından gelen gönüllülerle beraber yaraları sarmaya çalışıyorlardı. Depremin 12. gününde üzerindeki kıyafetini hiç değiştiremeden çalışan aile hekimlerimize, temizlik ve hijyen malzemeleri olmayan sağlık çalışanlarımıza biraz destek ve moral vermeye çalıştık. Müthiş bir koordinasyonsuzluk vardı. Üç gün diye batıdan getirilen aile hekimleri ve hemşirelerin 12 gündür çalıştığını, yedek kıyafetleri olmadığını, buz gibi çadırda kaldığını öğrenince, yardıma gelenlerin bir süre sonra depremzedelerden daha mağdur hale geldiklerini gördük.

Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu 3 binden fazla üyesiyle Türkiye’nin en büyük ailesi olarak, destek, moral vermeye yaraları sarmaya, acıları paylaşamaya devam edecektir. Sağlık çalışanları ailesi olarak, gideceğimiz yerin, acıların tam ortasına, halkımızın yanına olduğunu, yaşadığımız bu depremde de gösterdik. Türkiye’nin her tarafından binlerce gönüllü akın akın yaraları sarmaya gitmektedir hâlâ… Çünkü biz bu vatanı karşılıksız sevdik.

'14 MART'IN HİKMETİ'

AHEF Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Orhan Aydoğdu: Yıllardır ülkemizde Tıp Bayramı olarak kutlanır 14 Mart. Tıp eğitiminin bilimselliğe yönelişinin yıldönümüdür aslında. İstanbul Tıp Fakültesi’nin geçmişi yaklaşık 500 yıl öncelerine dayansa da günümüz modelinin temeli 14 Mart 1827’de atılmıştır. Tıphane-i Amire adıyla Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi‘nin girişimleriyle hizmete açılmıştır. 1838 yılında da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane adını almıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda kalan Osmanlı İmparatorluğu’nda, anlaşma gereği İstanbul yavaş yavaş İngilizler tarafından işgal edilmeye başlanmış, tıp mektebi binasının da boşaltılması istenmiştir. Bu sırada bir grup öğrenci 14 Mart’ın yıldönümü nedeni ile bir kutlama yapmak için güçlükle okul idaresinden izin alabilmiştir. Tarihler 14 Mart 1919’u gösterirken bu tıbbiyeli gençler okulun çatısına çıkarak dev bir Türk bayrağı sallandırmışlardır çatıdan aşağı. Ve belki de 19 Mayıs’tan 2 ay önce kurtuluş mücadelesinin fitilini ateşlemişlerdir tutuklanma pahasına. Bu olay, bu gençlerin kurtuluş mücadelesinin organizasyon safhalarından biri olan Sivas Kongresi’ne davet edilmelerini sağlamıştır. Aralarında topladıkları para, içlerinden sadece birinin kongreye katılımına yetmiştir. Kongrenin başlamasından sonra sıra 18 yaşındaki bu gencin konuşmasına gelmiş, genç önce Anadolu’daki bütün kurtuluş örgütlerinin tek bir çatı altında toplanması gerektiğini söylemiş, bu önerisi de Rumeli ve Anadolu Müdafa-i Hukuk Cemiyeti kurularak gerçekleştirilmiştir. Ancak toplantının asıl can alıcı olayı bir süre sonra gerçekleşmiştir. Tekrar söz alan genç, Mustafa Kemal’e “İngiliz ya da Amerikan mandasını kabul edemeyiz, misal bunu siz de isteseniz, sizi de vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı ilan ederiz” sözlerini sarfedince, Mustafa Kemal kendisinin de böyle bir şeyi asla kabul etmeyeceğini açıklayan birkaç cümle ettikten sonra o tarihi sözü söylemiştir: “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!”. Bu genç yine 1945 yılında, henüz 44 yaşında iken ömrünü vatanın dört bir yanında hizmet aşkıyla tüketmiş ve yine vatan topraklarına defnedilmiştir.

'ORHAN BORAN'IN BABASI'

Gazeteci, yazar, komedyen, sunucu, aktör… Ve daha başka birçok marifetiyle hepiniz hatırlarsınız Orhan Boran’ı. 2012 yılında öldü. Türk televizyon tarihinin en önemli karakterlerinden biri. 1928’de dünyaya gelmişti Orhan Boran. Bir subayın oğluydu, albaylığa terfi edecekken veremden ölen bir yarbayın oğlu. Orhan Boran’ın babası, 14 Mart 1919’da okuldan o bayrağı sallandıran, 18 yaşında Sivas Kongresi’nde istiklal için Atatürk’e kafa tutan, esareti hazmedemeyen Türk Hekimlerinin tarihteki en önemli neferi Tabip Yarbay Hikmet Boran’dan başkası değildi. 14 Mart Tıp Bayramı olarak kutlanır ülkemizde. Herkes modern tıp okullarının kuruluşunun 195. yılını kutlayacak bu yıl. Bense o bayrağın okul binasında dalgalanışının 104. yılını kutlayacağım Tıbbiyeli Hikmet’in anısına… Son nefesini 1945’te vermemiştir aslında Tıbbiyeli Hikmet; ne zaman bir Türk bayrağı dalgalansa yurdumun bir köşesinde, bir nefes daha alır Hikmet memleket nişanı veremli akciğerine.. Hikmet’e selam olsun. Bayramınız kutlu olsun.