Cumartesi Anneleri'ne yönelik polis müdahalesine verilen takipsizlik kararına itiraz edildi

Cumartesi Anneleri'ne yönelik polis müdahalesine verilen takipsizlik kararına itiraz edildi

11.12.2025 10:36:00
Güncellenme:
ANKA
Takip Et:
Cumartesi Anneleri'ne yönelik polis müdahalesine verilen takipsizlik kararına itiraz edildi

Cumartesi Anneleri'nin 968. hafta eylemi sırasında yaşanan polis müdahalesine ilişkin yaptığı suç duyurusuna İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca verilen takipsizlik kararına itiraz edildi.

Babası Fehmi Tosun 1995'te kaybedilen Besna Tosun, Cumartesi Anneleri'nin 968. hafta eylemi sırasında yaşanan polis müdahalesine ilişkin yaptığı suç duyurusuna İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca verilen takipsizlik kararına itiraz etti. Tosun, "Savcılığın kararına şaşırdım demeyeceğim. Çünkü Türkiye'deki cezasızlık kültürünü en iyi bilenlerden biriyim. 30 yıldır babam için hakikat ve adalet mücadelesi yürütüyorum. Bu işkenceyi meşrulaştıran savcılığın kararını kabul etmiyorum. Yarın öbür gün aynı polisle sahada karşı karşıya geldiğimde aynı eziyetle, aynı işkenceyle karşılaşırsam bunun sebebi Cumhuriyet Başsavcılığı'dır" dedi.

19 Ekim 1995 yılında gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun'un kızı Besna Tosun, babasının akıbetini öğrenmek amacıyla uzun yıllardır diğer kayıp yakınlarıyla birlikte Cumartesi Anneleri'nin "Gözaltındaki kayıplar son bulsun, kayıpların akıbeti açıklansın, sorumlular bulunsun ve yargılansın" eylemine katılıyor.

Besna Tosun, "14 Ekim 2023'te kayıp yakınları ve insan hakları savunucularıyla birlikte 968'inci hafta etkinliğine gitmek üzere İstiklal Caddesi'nde yürürken polis tarafından çevrelendiklerini; ağabeyi Ali Tosun'un darp edilmesine engel olmak isterken kolunun kırılırcasına ters çevrilip büküldüğünü ve kendisine direnmediği halde ters şekilde 6 kelepçe takıldığını" belirterek ilgili polisler hakkında suç duyurusunda bulundu.

"KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA KARAR VERİLDİ"

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, polis memuru hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verdi. Kararda, Tosun hakkında düzenlenen adli muayene raporunda "herhangi bir darp ve cebir izi tespit edilmediği" belirtildi.

Savcılık, olay günü Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu'nun talimatı doğrultusunda, "Kanuna Aykırı Toplantı ve Yürüyüşlere Silahsız Katılarak İhtara Rağmen Dağılmama" suçu kapsamında gözaltı işlemi yapılmasının istendiğini hatırlattı. Kamera görüntülerinde, polis memuru A.İ.'nin müşteki ile temas ettiği ve "bedeni kuvvet" kullandığının görüldüğü kaydedildi. Ancak dosyada, polis memurunun zor kullanma yetkisini aştığını gösteren herhangi bir delil bulunmadığı ifade edildi.

AYM'NİN CUMARTESİ ANNELERİ KARARINI HATIRLATTI

Besna Tosun, yaşadığı süreci ve savcılığın kararını ANKA Haber Ajansı'na şöyle anlattı:

"Bilindiği gibi Cumartesi Anneleri'nin barışçıl buluşmaları 700. haftasından, yani 2018 yılından beri yasaklanmış durumda. Galatasaray Meydanı yalnızca Cumartesi Anneleri'ne değil, toplumun bütün kesimlerine kapalı ve 7/24 polis gözetiminde. Bizler de bu yasaklama kararından sonra bir hukuk mücadelesi yürüttük ve bu sürecin sonunda Anayasa Mahkemesi'ne yaptığımız başvurulardan Maside Ocak Kışlakçı kararında, AYM Şubat 2023 tarihinde ihlal kararı verdi. Galatasaray'daki yasağın hukuka aykırı olduğuna karar verdi ve demokratik toplumlarda Cumartesi Anneleri gibi oluşumların saygıyla karşılanması gerektiğine vurgu yaptı. Bu kararın bir örneğini de yasaklamada imzası bulunan Beyoğlu Kaymakamlığı'na gönderdi. Yani 'buradaki yasaklamayı, buradaki polis ablukasını kaldır' dedi.

Bizler de 8 Nisan 2023 tarihinde, elimizde Anayasa Mahkemesi'nin verdiği ihlal kararıyla beraber Galatasaray Meydanı'na gittik ve basın açıklaması yapmak istediğimizi söyledik. Galatasaray'a gider gitmez, birkaç dakika içinde etrafımız polisler tarafından ablukaya alındı. Anayasa Mahkemesi'nin kararını gösterdiğimizde ise bize 'Burada kararı biz veririz' denildi ve birkaç dakika içinde gözaltına alındık. Bu gözaltılar tam 30 hafta boyunca sürdü. Birkaç hafta sonra zaten Galatasaray'a dahi ulaşamadan, İstiklal Caddesi üzerinde yürüdüğümüzde, bizi gördükleri yerde hemen polis ablukasına alıp gözaltı işlemi uyguladılar. Hem ailelerin hem de İnsan Hakları Derneği'nin aldığı karar doğrultusunda, polisin gözaltı işlemine karşı hiçbir zaman direnç göstermedik, itiraz etmedik. Kanunsuz da olsa verilen emri uygulayan memurla karşı karşıya gelmedik; çünkü emrin nereden geldiğini biliyorduk. Bu nedenle gözaltı işlemine direnç göstermedik ve yeri geldi, kendimiz bindik gözaltı aracına.

Buna rağmen birçok hafta, bazı polis memurları tarafından keyfi olarak işkenceye maruz kaldık; darp edildik. Aramızda yaşlı ve hasta insanlar olmasına rağmen onlara da aynı eziyet uygulandı. 968. haftamızda da İstiklal Caddesi üzerinde yürürken birden polis ablukasına alındık. Polis anonsu yapıldı: 'Dağılın.' Bu anons zaten formaliteden yapılıyordu. Birkaç hafta boyunca şunu denedik: Dağılın uyarısı yapıldığında, 'Koridoru açın, çıkacağız' dediğimizde 'Hayır açmıyoruz, çünkü çıkmayacağınızı biliyoruz' diye cevap verdiler. Bunu gerçekten denedik; çıkmak istedik. Ama 'Çıkmayacağınızı biliyoruz' denilerek koridor açılmadı. Yani 'dağılın' anonsu yapılıyordu ama dağılmamız için bir koridor açılmıyordu. Açılan tek koridor, gözaltı aracı içindi.

"BÜTÜN DETAYLARI SAVCILIĞA AKTARDIM"

Dolayısıyla 968. haftamızda da ablukaya alındığımızda anons yapıldı ve birkaç dakika sonra hemen gözaltı işlemi başladı. Polis gözaltı aracı geldi ve biz de kendi aramızda sohbet edip gözaltı sırasını beklemeye başladık. Çok gergin bir ortam… Her hafta darp edilerek gözaltına alındığımız bir durumdan bahsediyoruz. Bu nedenle sohbet edip şakalaşıp birbirimizi rahatlatmaya çalışıyorduk. Bu sırada, polis ablukasının dışından bir amir geldi. Ağabeyim yanımdaydı, onunla sohbet ediyordum. Amir gelip ağabeyime ters bir şekilde sataşarak 'Elindeki sigarayı at' dedi ve bir tartışma başladı. Bütün bunların hepsi, her anı kamera görüntülerinde vardır ve bu görüntüleri savcılığa da sunduk. Ağabeyimle polis arasına girip polis memuruna 'Lütfen gerginlik çıkarmayın, zaten gözaltı işlemi başladı. Biz de bekliyoruz burada' dedik. Ama buna rağmen birkaç saniye içinde 5-6 polis aynı anda ağabeyimin üzerine çullandı ve çok ciddi bir işkence uygulaması başladı. Ben de ağabeyime uygulanan polis şiddetine karşı sadece bağırarak 'İşkence yapıyorsunuz, yapmayın, bırakın' dedim. Zaten fiziksel olarak müdahale etmem söz konusu değildi; 6-7 polis aynı anda ağabeyimin üstüne çullanmıştı. Benim yapabileceğim hiçbir şey yoktu, yalnızca 'Bırakın' diye bağırıyordum.

Bu sırada, bu dosyada adı geçen polis amiri geldi. Beni göstererek 'Alın onu' dedi. İki polis memuru geldi ve gözaltı işlemim başladı. Zaten herhangi bir direnç göstermiyoruz. Çantamı aldılar, aramam yapıldı; kimliğimi ve telefonumu verdim. Bu yaşanan kargaşadan dolayı gerçekten nefessiz kaldım ve bileğime kelepçe takacak olan polise 'Bir saniye izin verir misin?' deyip soluklanmaya çalıştığım sırada, o polis geldi ve beni gösterip 'Ona ters kelepçe takacaksınız' dedi. Ki hiçbir direnç göstermiyorum; zaten gözaltı işlemim yapılıyor ve bileğime kelepçe takılacak durumda bekliyorum. 'Hayır, ona ters kelepçe takacaksınız' dedi. Ben de direnmediğimi, ters kelepçe yapılmasını gerektiren bir durum olmadığını söyledim. Bunu söylediğimde bileğimden tutup beni ortaya doğru sürükledi ve 'Kelepçeyi ben takacağım' dedi öfkeyle. Ortaya çekti beni. Sol kolumu büktü; omzuma ve dirseğime ne yaptı bilmiyorum ama yaptığı hamleyle acıdan duramaz hale geldim ve çığlık atmaya başladım.

Kolumu büktü ve o anda omzuma, dirseğim bir şey yapıyordu. Ben 'Canım acıyor, kolumu kırıyorsun' diye bağırıyordum. Gerçekten kolumun kırıldığını zannettim. Çığlık çığlığa 'Yapma, direnmiyorum. Canım acıyor, kolumu mu kırıyorsun' diye bağırıyordum. Bütün bu ses kayıtları da var; her anın görüntüleri savcılığın elinde. O kadar öfkeyle bağırıp sağa sola emir savuruyordu ki… Ben 50 kiloyum; başımda 4-5 polis vardı ve bu polislerin müdahalesiyle bileğime 6 tane kelepçe takıldı. Aynı anda, orada bulunan kanser hastası arkadaşımız Hatice Onaran'a da işkence yapıldı. Ona 'Kanser hastası, dokunmayın ona' dediğimde, bana işkence yapan polis dönüp 'Kanser hastasıysa burada ne işi var, evinde otursun' dedi. Bunun üzerine polislerden biri Hatice'nin karnına yumruk attı; biri de saçlarını çekip aracın içine itti. Yani sadece bana değil; ağabeyime, arkadaşımız Hatice Onaran'a ve oradaki diğer arkadaşlarımıza da işkence yapıldı. Bütün bu detayları ve daha fazlasını savcılığa anlattık. Bu olaydan sonra hem fiziksel hem ruhsal destek aldım; etkileri hala sürüyor. Bütün detayları savcılığa aktardım.

"30 YILDIR BABAM İÇİN HAKİKAT VE ADALET MÜCADELESİ YÜRÜTÜYORUM"

Buna rağmen, bu görüntülere rağmen, ses kayıtlarına rağmen, benim beyanlarıma rağmen, şahitlerin tanıklığına rağmen savcılık bu müdahaleyi ölçülü buldu. 'Şaşırdım' demeyeceğim; tabii ki şaşırmadım. Çünkü Türkiye'deki cezasızlık kültürünü en iyi bilenlerden biriyim. 30 yıldır babam için hakikat ve adalet mücadelesi yürütüyorum. Tabii ki biliyorum, buna yabancı değilim ama bilmek; kabul etmek, normalleştirmek, kanıksamak demek değil. Aksine daha çok öfkeleniyorum. Bu cezasızlığı kabul etmiyorum. Savcılığın verdiği bu karar, işkenceyi meşrulaştıran bir karardır. Şikayetçi olduğum bu şahıs birkaç ay önce terfi etti. Şimdi de bu dosyadan takipsizlik kararı verilerek bir kez daha ödüllendirilmiş oldu.

Bu gerçekten işkenceyi meşrulaştırmak demektir. Siz bu kişiye diyorsunuz ki: 'Evet, istediğin kişiye sokak ortasında eziyet edebilirsin, işkence edebilirsin. Devletin sana verdiği yetkiye dayanarak istediğin gibi davranabilirsin' Şimdi bu kişi, ödüllendirilmiş ve terfi etmiş şekilde görevinin başında. Ben ise bir insan hakları savunucusu olarak sürekli sahadayım ve sürekli bu kişiyle karşı karşıya geliyorum. Şimdi bu karardan sonra, bu kişinin fırsat bulduğunda bana aynı şeyi yapmayacağının hiçbir garantisi yok. Ben bu tedirginliği yaşıyorum. Yani garantisi yok; aksine siz bu kararla bu kişiyi zaten işkenceye teşvik etmiş oldunuz. Hem bana hem başkasına çok daha rahatlıkla aynı işkenceyi yapabilir. O yüzden bu kararı kesinlikle kabul etmiyorum. Avukatlarımız gerekli itirazları yaptı.

Ben de elimden geleni yapacağım ve bu olayın takipçisi olacağım. Devlet memurunun, polis memurunun görevi; barışçıl protesto hakkını kullanan yurttaşın güvenliğini sağlamaktır. Keyfi olarak siz ya da herhangi bir kişi, hiçbir koşulda bir insana eziyet edemez, işkence edemez. İşkence suçtur; yasalarımızda da suçtur. Dolayısıyla bu kararı kabul etmiyorum. Polis memurunun görevi, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkımı kullandığım sırada benim güvenliğimi sağlamaktır. Polis bana eziyet edemez. Dolayısıyla, bu işkenceyi meşrulaştıran savcılığın kararını kabul etmiyorum. Yarın öbür gün aynı polisle sahada karşı karşıya geldiğimde aynı eziyetle, aynı işkenceyle karşılaşırsam bunun sebebi Cumhuriyet Başsavcılığı'dır."