TBB'den Üniversite Sempozyumu: Her alanda olduğu gibi tıp ve sağlık alanını da etkileyerek tükenmişlik tablosu...
Türk Tabipleri Birliği ve İstanbul Tabip Odası'nın düzenlediği Üniversite Sempozyumu gerçekleştirildi. Sempozyumun sonucu olarak yayımlanan bildirgede ''Bir toplumda ümidin, adaletin ve gelecek beklentisinin azalması; liyakatin önemini kaybedip gelir dağılımı dengesinin bozulması her alanda olduğu gibi tıp ve sağlık alanını da etkileyerek tükenmişlik tablosuna yol açmaktadır'' ifadeleri kullanıldı.
Türk Tabipleri Birliği Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu (TTB UDEK) ve İstanbul Tabip Odası’nın (İTO) 18 Mayıs 2024 günü düzenlediği Üniversite Sempozyumu’nun sonuç bildirgesi yayımlandı.
Sempozyumda yapılan tartışmaların ışığında üniversite, tıp eğitimi ve tıp/sağlık hizmeti alanı kapsamında şu vurgular öne çıkmıştır:
''2012 YILINDAN SONRA DAHA DA BELİRGİNLEŞMİŞTİR''
Bilim insanının herhangi bir baskı altında kalmamasını güvence altına alan; üniversite bağlamında akademik (bilimsel), yönetsel ve mali boyutları olan akademik özgürlük, tüm dünyada otoriterleşen siyasal iktidarlar ve kâr amacıyla bilgiyi metalaştıran sermaye grupları tarafından tehdit altındadır. Türkiye, 1 Eylül 2016 tarihinde ilan edilen OHAL nedeniyle bu tehdidi ihraç edilen akademisyenler özelinde çok daha derinden yaşamaktadır. Türkiye, Akademik Özgürlük Endeksi ölçütü yönünden dünyadaki diğer ülkeler ile kıyaslandığında en düşük düzeyde yer almaktadır. Akademik özgürlükler yönündeki bu gerileme Türkiye açısından 2012 yılından sonra daha da belirginleşmiştir.
Dünya deneyimler nitelikli bilimsel araştırma yapmanın ve bilim alanında gelişme kaydetmenin temel koşulunun akademik özgürlükleri yetkinleştirmekten geçtiğine işaret etmektedir. Bu gerçekliği bir kez daha kanıtlayacak tarzda Türkiye’de bilimsel nitelikli araştırmalarda belirgin bir gerileme yaşanmaktadır. Ulusal araştırmalarda yaşanan bu gerileyiş, 2006 yılından sonra dikkati çekecek tarzda bir boyut kazanmıştır.
''ÜNİVERSİTE SAYISINDA ÖLÇÜSÜZ BİR ARTIŞ YAŞANMAKTADIR''
Türkiye’de üniversite sayısında ölçüsüz bir artış yaşanmaktadır. Tıp fakültesi sayısı bakımında ulaşılan ölçüsüzlük, ülkemizi nüfus başına düşen tıp fakültesi sayısının en yüksek olduğu ülke konumuna getirirken, tıp fakülteleri arasında eğitimin niteliği, eğitici insan gücü ve altyapı açısından eşitsizliklere neden olmuştur. Yükseköğretim alanında öğrenci başına düşen öğretim elemanı sayısı -nitelik göz ardı edilse dahi- yetersizdir. Bu oran tıp eğitiminde göreli olarak dahi iyi olsa da fakülteler arasında eşitsiz dağılım göstermektedir. Tıp eğitiminin temel bilim alanında istihdam edilen öğretim elemanı sayısı yıllar içerisinde artan öğrenci sayısıyla kıyaslandığında çok yetersizdir. Söz konusu yetersizlik, mezuniyet öncesi ve sonrası tıp eğitimini bütünüyle olumsuz etkileyecek tarzda idari/hizmet çalışanı düzeyinde daha derinden yaşanmaktadır. Hekim dışı sağlık çalışanı düzeyinde yaşanan bu yetersizlik, tıp fakültelerinin doğası gereği var olması gereken hizmet/eğitim dengesinin hemen tümüyle hizmet tarafına dönüşmüş olması ile de buluşunca nitelikli tıp eğitimini sürdürmek mümkün olmamaktadır.
Ulusal veriler üniversitelerin kütüphane zenginliği ve nitelikli akademik üretim yönünden kabul edilemeyecek bir kutuplaşma içerisinde olduğunu göstermektedir. Bazı üniversitelerin/tıp fakültelerinin nitelikli eğitim ortamına ulaşmak için gereken insan gücü ve kütüphane gibi altyapı gereksinimlerini yükseltmek yerine, adeta bir ticarethane gibi reklam harcamalarına ağırlık verdiği, öğrencileri sürdürdükleri eğitimlerin niteliği yerine reklamlarla kazanma yoluna gittiği görülmektedir.
''CİDDİ KAYGI DOĞURMAKTADIR''
Tıp dışı üniversite programları ile kıyaslandığında tıp fakültelerinin eğitim programlarının daha çok akredite olduğu görülmektedir. Mezuniyet öncesi tıp eğitimi alanında akredite olan tıp programları ağırlıkla üniversite giriş puanları oldukça yüksek olan tıp fakültelerine aittir. Bu durum akredite olmayan tıp fakültelerinde eğitimlerine devam eden hekim adaylarının aldıkları eğitim hakkında ciddi kaygı doğurmaktadır.
Ülke genelinde doktora öğrenci sayısında, Ar-Ge proje sayısı ile proje bütçelerinde ve uluslararası yayın işbirliğinde yıllar içerisinde beklenen iyileşmenin aksine bazı vakıf üniversiteleri başta olmak üzere genel olarak kötüleşmenin yaşandığı görülmektedir. Bu sorunlara karşılık hem vakıf hem de bazı devlet üniversitelerinde sertifikasyon programı ve uluslararası öğrenci sayısında adeta bir patlamanın yaşandığı görülmektedir. Bu ilginç paradoks, sertifikasyon programları ve uluslararası öğrenci sayısındaki artışı yaratan temel motivasyonunun, niteliği göz ardı eden bir çeşit eğitim turizmi olabileceğini düşündürmektedir.
''ÜMİDİN, ADALETİN VE GELECEK BEKLENTİSİNİN AZALMASI...''
Bir toplumda ümidin, adaletin ve gelecek beklentisinin azalması; liyakatin önemini kaybedip gelir dağılımı dengesinin bozulması her alanda olduğu gibi tıp ve sağlık alanını da etkileyerek tükenmişlik tablosuna yol açmaktadır. Yorgunluk, hayal kırıklığı, iş bırakmayla kendisini gösteren tükenmişlik; akademisyenleri, hekimleri ve bir bütün olarak sağlık çalışanlarını etkilemekte, bu etkilenmişliğin bir sonucu olarak sunulan sağlık hizmetinin niteliğini kötüleştirmektedir.
Araştırmalar, hekimlik gibi emosyonel emeğin yoğun olduğu bir alanda uygun olmayan koşullar varlığında tükenmenin de daha yoğun olduğuna işaret etmektedir. Türkiye’de dönüşen sağlık sisteminin hekim/sağlık çalışanları ile hastaları iki hasım grupmuş gibi karşı karşıya getirmesi, yıllar içerisinde artan hizmet yükü ve sağlık sisteminin maliyet eksenli yapılanması meslek etiği değerler sisteminin çökmesine, kişi ya da siyasi gruplara dayanan liyakat sorununun derinleşmesine yol açmıştır. Böylesi sağlıksız bir ortam, tüm sağlık çalışanlarının gelecekten umutlarını kesmelerine, yalnızlaşmalarına, akademik ve mesleki gelişimlerinin sekteye uğramasına yol açmaktadır.
Tıp alanında çalışan hekim ve/veya akademisyenlerin tükenmelerini sağlayan başka bir neden de özlük haklarındaki olumsuz seyirdir. Sıklıkla ifade edilenin aksine özlük hakları sadece ücrete indirgenebilecek bir konu değildir. Aksine özlük hakları, çalışanın işverenle olan ilişkisinde sahip olduğu yasal haklar ve çalışma koşullarının tümünü içerir. Sözü edilen bu haklar arasında çalışanların işe alınması, işten çıkarılması, ücretlendirilmesi, iş saatleri, izin ve diğer çalışma koşulları bulunur.
En Çok Okunan Haberler
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Hamaney 'Suriye' sessizliğini bozdu!
- ABD basınından Esad iddiası