Üzüm bağı nasıl direnir?
KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...
Doğanın insanlığa armağan ettiği, yararı ve değeri çok eski zamanlardan beri bilinen meyvedir üzüm.
Asma adını verdiğimiz bitkinin ürünüdür. Salkım salkımdır.
Taneleri taze yenebilir, suyu sıkılır, şıra olarak içilebilir. Kazanlarda kaynatılıp pekmez üretilir.
Uykuya yatırılınca esritici şaraba dönüşür. Bekletilince sirke olur. Suyu unla karıştırılarak kış gecelerinin çerezi, şekerlemesi, pestili yapılır.
Son yüzyılın kıtlık zamanlarında çayın, kahvenin de arkadaşı olmuştur kurutulmuş üzüm.
Zeytin yağlı “yaprak sarması” ise asma yapraklarıyla yapılan eşsiz bir Ege yemeğidir.
Hatta farklı tat arayıp, Ayvalık’ın küçük balıkları, paparinaları asma yaprağıyla sarıp, kiremit üzerinde pişirenler de vardır.
Orta Doğu ve Anadolu insanı asmayı ve üzümü iyi tanır.
Dillere destandır kadim Babil’in asma bahçeleri.
Başkenti günümüz Niğde, Kemerhisar yakınlarındaki Tuwana olan, 2800 yıl öncesi ülkelerinden Tabal’ın Kralı Warpalawas, Konya Ereğlisi yakınlarındaki İvriz’de bir kayalığa oydurduğu görkemli anıtta, o zamanın inancına göre çok saygı gösterdikleri Fırtına Tanrısına eliyle, buğday başağı yanında bir salkım üzüm de sunar.
Tabal Anadolu’nun en eski halklarından Luviler’in kurduğu krallıklardan biridir.
Eski Helenler Dionysos, Romalılar Bakkhus adıyla üzümü ve şarabı tanrılaştırmış.
Çılgınca eğlencelerin öznesi, sanatçının koruyucusu saymış, onuruna Batı Anadolu’da Teos/İzmir-Seferihisar’da, Pergamon/Bergama’da olduğu gibi görkemli tapınaklar yapmıştır.
Üzüm asmalarından oluşturulan bağların işlenmesi, bağcılık, tarih boyunca Anadolu çiftçilerinin temel geçim kaynaklarında biridir.
Üzüm bağlarıyla doludur, boydan boya Batı Anadolu’nun Gediz vadisi.
İzmir çevresinde Buca’nın bağları, Bornova’nın kokulu misket üzümü iyi tanınır.
Anadolu’nun hemen her yerinde, kent dışında yazın serinliğine sığınılan “bağlar” denen bir semt vardır.
Ege Denizi çevresinin hem tadı hem neşesidir üzüm.
Yemeklik üzümün yanı sıra, özellikle Denizli yöresinde şaraplık bağlar yaygındır.
Son yıllarda İzmir-Urla-Gaziemir yöresinde üzümünden şarap üretilen yeni asma bahçeleri kuruldu/kuruluyor.
Yerli üzümlerden ziyade, şarabı dünyaca çok beğenilen, ekonomik değeri yüksek, Fransa-Bordo kökenli Cabernet Sauvinion ve Merlot üzümlerinin bağları oluşturuluyor.
Aslında Ankara’nın Kalecik Karası, Tokat’ın Narince, Elazığ’ın Boğazkere, Diyabakır’ın Öküzgözü, Ege’nin Sultaniye üzümlerinden yapılan şarapların Dünya çapında nefasete sahip olduğunu uzmanlar belirtiyor.
Üzüm salkımlarını üreten asmaların gövdelerine omca deniyor. Dalları ve dallarından çıkan ince asma filizleri sabırsızca, her yana saldırırcasına yayılıyor.
*
Tarihin anlattığı ilginç öyküler, Kuzey Batı Anadolu’nun Bakırçay ırmağı dolaylarının zeytinlikler kadar üzüm bağlarıyla ilişkili olduğunu anlatıyor.
Ne günler yaşanmış bu topraklarda!
Bilge insanlar bunları kaydetmiş, olaylardan ibret alınması istemiş!
İzmir’den Çanakkale’ye giderken, Bergama Dikili arası, Bakırçay Ovasının kuzey batısı eski çağda Teuthrania (Teftranya) olarak adlandırılırdı.
Yer yer sıcak su kaynaklarının bulunduğu, son yıllarda büyük “sera”ların yapıldığı, kuzeyindeki yükseltilerde uğursuz “siyanürlü altın” işletmelerinin bulunduğu bu düzlüğün ortasında koca bir kaya kütlesi vardır.
Yere uzanmış bir aslana benzeyen, bugün Kalarga denilen bu göz alıcı kaya ve çevresi bu tarihsel yörenin merkezidir.
Eski çağlarda adı Astra, daha sonraları Kaikos olacak Bakırçay bu yörenin can damarıdır.
Görkemli Kalarga kayalığına dayanmış Teuthrania kenti, o çağlarda bölgedeki en parlak merkezi olacak, hatta İzmir/Smyrnalı kör ozan eşsiz Homeros’un bile kente gelip gittiği rivayet edilecektir.
Kalarga tepesi çevresini yurt edinmiş Teuthranialılar, Bakırçay’ın getirdiği birikintilerle çevrelerinin bataklık olmasıyla bölgeyi terk etmişler, yakındaki Bergama tepesine göçerek geleceğin parlak Pergamon uygarlığının çekirdeğini oluşturmuşlardı.
Teuthrania tarihe, Anadolu’nun işgalinin önünü açacak, dönemin kilit kenti, Çanakkale dolayındaki Troya’yı fethe giden Akhalar’ın (Helenlerin/Yunanlıların) yollarını şaşırıp gemileriyle Dikili sahiline çıkmalarıyla kayda geçti.
Anlatılara göre Akhaları Kral Agamemnon yönetiyordu. Savaşçıların başında da ünlü Akhileus (Aşil) vardı.
Bölge yerlileri, önderleri Telefos önderliğinde yurtlarını savundular. Bakırçay kıyısında kanlı savaşlar oldu.
Bu çatışmalarda kendi gibi savaşçı olan Telefos’un eşi, bir Amazon olduğu söylenen güzeller güzeli Hiera öldürüldü.
Hiera’nın adı, Telefos’un sonraki eşi Laodike ile birlikte, günümüz Denizli yakınlarındaki antik kentlere verilecektir.
Şanlı Pergamon/Bergama Krallarının kurduğu Hierapolis Pamukkale’ydi. Laodikeia muhtemelen Denizli.
Şiddeti artan savaşta Helenler’in önderi Akhileus (Aşil) ile yurdunu koruyan Telefos Bakırçay kıyısındaki üzüm bağları arasında karşılaştı. Bu kıyasıya dövüşte iki yiğit de yenişemiyor, Telefos daha üstün görünüyordu.
Antik Yunan mitolojisinde tanrılar hep insanların işine karışırmış.
En büyük tanrı Zeus’un oğlu Dionysos bu çatışmada Akhileus’un yanını tutuyordu.
Üzüm bağlarının, şarabın, eğlencenin tanrısıydı “O”.
Desteklediği Akhileus’un yenileceğini anlayınca, üzüm asmalarına hükmeden Dionysos’un buyruğuyla bir omcanın filizi uzanıp Telefos’un ayağına sarıldı. Güçlü savaşçının sendelemesini sağladı. Bundan yararlanan Akhileus mızrağıyla Telefos’u baldırından yaraladı.
Sonunda savaşın sonuç vermeyeceğini anlayan taraflar uzlaştılar.
Zaten Troya’ya gitmek için yola çıkan Helenler yanlış yere geldiklerini anlamışlardı.
Yerliler, Teutranialılar da Telefos önderliğinde direnmişler, karşıdan gelen yabancıların topraklarını yağmalamasına izin vermemişlerdi.
Savaş bitmişti ama Telefos’un bacağının yarası, her çareye baş vurulmasına rağmen bir türlü iyileşmiyordu. Acısı büyüktü.
Sözlerinden çare umulan kahinler/biliciler, o zamanki danışmanlar “onu ne hasta ettiyse onun iyileştireceğini” söylediler.
Bu yaraya neden olan Akhileus’un mızrağıydı ve o da ülkesine, Yunanistan’a dönmüştü.
Telefos kalktı, Yunanistan’a, Mora Yarımadasına Anadolu topraklarında savaştığı Kral Agamemnon’un sarayına, Akhileus’u bulmaya gitti.
Bin bir serüvenden sonra durum anlaşıldı, istenen oldu, mızrağın ucundaki pas yaraya sürüldü ve Telefos iyileşti.
Belki de alegoriyle tetanoz hastalığını ve aşıyı andırıyordu bize mitoloji, köklü söylenceler!
Telefos’un serüvenleri, yıllar sonra, İ.Ö.2.yüzyılda Pergamon Kralı II.Eumenes’in yaptırdığı ve 19.yüzyılın sonlarında Berlin’e kaçırılan/götürülen muhteşem Zeus Sunağının mermere işlenmiş iç frizlerine, sanki bir çizgi romanmış gibi, kare kare yansıtılacaktı.
Bu öykü bize eski zamanlarda da Anadolu insanlarının yurtlarını işgale kalkanlara karşı direndiğini anlattığı gibi bu topraklarda üzüm bağlarının önemini de bildiriyor.
Bakırçay ırmağı kıyısında “savaşa müdahale edecek” yaygınlıkta ve güçte dallara, filizlere sahip üzüm asmalarının varlığına işaret ediyor.
*
Bu bağlamda, günümüzde Bergama-Dikili arasındaki geniş bir arazi de yakın zamana kadar büyük bir bağ idi.
İnsanlık kültürünün çoğaldığı, şimdi birçok modern yel değirmeninin kurulduğu bol rüzgârlı topraklardır buraları.
Telefos’la Akhileus’un (Aşil) savaştığı, günümüz Bakırçay Ovasının bir parçası, antik çağın Teuthrania Ülkesidir.
10-15 yıl önce varlıklı bir çiftçi bu yerde büyük bir şaraplık üzüm bağı kurmuş. İyi niyetle çok uğraşmış ama yabancısı olduğu bağcılığı başaramamış, umduğu geliri elde edememiş.
Ardından asmaları sökmüş ve araziyi buğday tarlası haline getirmiş.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da tarlaya buğday ekilmiş ve hasat edilmiş.
Ancak inatçı bir bitkidir asma. Susuz kaldığında bile köklerini metrelerce uzağa gönderir yerin altından.
Gelin görün ki yıllar önce ekilen asma köklerinin güçlüleri kurumamış, ölmemiş burada. Her buğday hasadından sonra topraktan başını kaldırarak boy göstermiş.
Yaşamak için, yok oluşa karşı direnmiş!
Ben hala varım, demiş!
Şimdi yeşil yeşil sarı tarlanın ortasında gelen geçene selam veriyor.
Tüylü yapraklarıyla, ince filizlerini gökyüzüne uzatıp, belki de Dionysos’a gülümsüyor.
Doğa çaresiz değil aslında. İnsanın onu değiştirme çabalarına karşı direnebiliyor. Canlılığı sürdürebiliyor.
Yeter ki ona, onu yok edebilecek ölçüde saldırılmasın bu eşsiz topraklarda!
Sefa Taşkın
Dikili / İzmir
08.07.2022
En Çok Okunan Haberler
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği