Erinç Yeldan

Kredi hacminde daralma nelerin habercisi?

14 Kasım 2018 Çarşamba

Türkiye ekonomisi yurtdışından sermaye girişleri devam ettiği sürece büyüyen, sermaye girişleri durduğunda ise gerileyen bir ekonomi görünümündedir.
Yukarıdaki satırlar 2014 tarihli IMF IV: Çerçeve Raporu’nda yer almaktaydı. Aslında tüm 2000’li yıllar boyunca yakından bildiğimiz bu gerçek nihayet dönemin IMF raporlarında da artık itiraf edilmekteydi.
Döneme damgasını vuran bir başka “tespit” ise “cari işlemler açığı finanse edildiği sürece sorun değildir” söylemi idi.
Türkiye ekonomisinde giderek kronikleşen bir dengesizlik haline dönüşmekte olan dış açık (cari işlemler, yani yurtiçi tasarruf - yatırım açığı) sorunu, böylesine bir yorum ile geçiştirilmekte; ve coşku sellerine kapılmış finans piyasalarının (“oyuncuların”) tedirgin edilmemesine özen gösterilmekteydi. “Cari işlemler açığı finanse edilemez ise ne olur?” meselesi ise tahayyül bile edilemiyor; “şimdi artık her şey değişik” dogmalarıyla örtbas ediliyordu. Türkiye ekonomisi bu mantıksız ve akıldışı savlar ile 2009 krizini karşıladı. Kriz sonrasında sıcak para akımlarının coşkusuyla son bir kez daha saman alevi biçiminde büyüme gösterdi; birbiri ardına gelen yanlışlar, siyaset ve ekonomi kurumlarında yaşanmakta olan tahribat ile birlikte de şiddetli bir döviz krizine ve buradan da durgunluk / kriz sarmalına sürüklendi.
Sahi, “Cari işlemler açığı finanse edilemez ise ne olur?” Bu anlamsız sorunun yanıtı ne yazık ki son derece ciddi sonuçlara gebedir. Soru anlamsızdır, çünkü “finanse edilemeyen” cari işlemler açığı diye bir dış açık türü yoktur. Cari açık eğer finanse edilemiyorsa, ortada açık kalmaz; cari işlemler dengesizliği sorunu zorunlu olarak çözülür, açık sıfırlanır; hatta denge artıya geçebilir.

***

Ama gene de soruyu ısrarla sürdürelim: Cari açık finanse edilemezse ne olur?
Cari işlemler açığının bir yüzü ithalat hacmindeki aşırı talep ise, diğer yüzü de ulusal ekonomide tasarruf ve yatırımlar arasındaki farktır. Yani kabaca “harcama” talebindeki aşırı şişkinliktir. Harcama talebini yurtiçinde fonlayan ana kalem ise kuşkusuz, kredi hacmidir. Toplam kredi kullanımı ile cari işlemler dengesi birbirini bütünleyen olgulardır. Dolayısıyla, cari işlemler açığının finanse edilemediği bir durumda zorunlu olarak daralma göstermesi, kredi hacminde de daralma ile sonuçlanacaktır. Kredi talebindeki gerilemeyi ise reel ekonomide daralmanın ilk elden habercisi olarak yorumlamak gerekir.
Verilere bakarsak, toplam kredi hacminin eylül başından beri gerileme içerisinde olduğunu net olarak görebilmekteyiz. Aşağıda Merkez Bankası’ndan derlediğimiz veriler, ağustos sonunda 2.587 milyar TL ile 2018’in zirvesine ulaşan haftalık kredi hacminin bu tarihten başlayarak hızla gerilediğini, 2 Kasım itibarıyla da 2.350 milyar TL düzeyine düştüğünü göstermektedir. Bu gözlem, reel olarak hesaplandığında ulusal toplam kredi hacminin neredeyse yüzde 30 oranında daralmış olduğu anlamına gelmektedir.

Kaynak: TC Merkez Bankası, veri dağıtım sistemi
Söz konusu verileri tamamlamak açısından, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’ya (GSYİH) oran olarak finans dışı özel sektörün kullandığı toplam kredileri izler isek, burada da aslında durgunluğun 2017’nin başından beri hüküm sürdüğünü gözlemekteydik. Finans dışı özel sektöre açılan kredilerin milli gelire oranı 2017’nin birinci çeyreğinden 2018 başına değin yüzde 85 düzeyinde çakılı kalmıştır. 2018’in yakın dönemine ilişkin veriler derlendikçe özel sektör reel (finans-dışı) kesiminin kredi kullanımındaki çöküş kendini belli edecektir.
Dolayısıyla, finanse edilemeyen cari işlemler açığının izdüşümü ulusal kredi talebinin daralması; bunun anlamı da reel krizin etkilerinin derinleşerek devam etmesidir. “En kötüsü geride kaldı” savı, bu gözlemler altında, sadece bir iyi niyet temennisinden ibarettir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları