Cumhuriyet’in davası

18 Mart 2018 Pazar

Davanın sonuna geldik. Kabaca söylemek gerekirse, bir gazete, “yayın politikasını değiştirdiği” iddiasıyla yargılandı; o iddianın suç oluşturduğu ön kabulü ile sorgulandı. Gerisi, yani “yayın politikasıyla terör örgütlerine yardım suçunu” işlediği iddiası, gazetenin manşetlerinin savcıların keyfine göre yorumlanmasından ibaretti, gülünçtü. İnsanın kendisini bilinçle var ettiği tarih içinde içeride ve dışarıda yükselen dayanışmayla örnek bir dava oldu, kitleselleşti, tarihsel bir eyleme dönüştü.

***

Sonuç olarak Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal durumu, koşulları hızla değiştirmeye aday bir hareketlenme içinde Cumhuriyet Davası kendine düşen görevi yerine getirecek gibi görünüyor. Oldukça yaygın bir hareketlenmenin bir tür kaotik gelişmenin içinde fazla önemli olmamakla birlikte, üzerinde durulması gereken bir tartışmanın öznesidir. Soyut “adalet” fikrinin kitlelerin gözünde somutlaşmasının bir aracıdır. Üstelik gittikçe karmaşıklaşan, deyim yerindeyse siyasal bir altüst oluşun aktif tanığıdır.

***

Öyle görünüyor ki, beklenen altüst oluş konusunda arayışlar daha bir süre egemen olacak, tartışma belki de son günlerde bir sonuca varacaktır. Kitle ile tarihsel eylem, halkla önümüzdeki seçimler arasındaki ilişki henüz tam kurulamadı. Bilmiyoruz. Bildiğimiz, halkın çıkarlarının kendi gücünün farkına varan etkin kitle tarafından egemen kılınabileceğidir. Öyle olabilir ve olmalıdır ki, çok farklı çıkarları aynı tarih diliminde savunmaya yönelmiş kitleler, kendilerini kurtarırken toplumun kurtuluşunun da kapısını açsın.

***

Anladığım kadarıyla bu durum kitaplarda şöyle anlatılmıştır: Tarihsel eylemin derinliği ile birlikte, bu eylemi oluşturan kitlenin önemi de artar. Yalnızca kitlelerin çıkarlarını değil ama daha çok onları anlatan fikrin söz konusu olduğu eleştirel tarihte, işler elbette çok farklı yönlerde gelişebilir. Söylendiği gibi işlerin başka türlü gelişebileceği bir dönemeçte miyiz? Bilmiyorum, belki de öyledir ya da öyle olabilir, kim bilir?

***

Seçimler yaklaşıyor; giderek iktidar partileri tarafından hayat memat meselesine dönüştürüldü. İşin doğrusu, gerçeği, kitleler için de böyle olmalıdır. Şimdilik ne yapılması gerektiği konusunda tartışma ağır basıyor; kitlelerin bu konuda ne düşündüğünü bilmiyoruz. Kamuoyu yoklamaları gerçekleri değil, daha çok niyetleri yansıtıyor. Kitlelerin çıkarları ile fikirleri arasındaki ilişkinin durumunu bilemiyoruz. Düşüncede çoktan ayağa kalktığımızı, tehlikeleri de, olanakları da gördüğümüzü, heyecan duyduğumuzu söyleyebiliriz.

***

Ama düşüncede ayağa kalkmak, heyecan duymak yeterli değildir. İçimizdeki sansürcüyü kovmak, olup biteni araştırıp, çözüm ararken dışarıdan bize yönelen, gittikçe de şiddetlenen baskıyı içselleştirmekten kaçınmak, her zamandan daha fazla kendi kendimizle savaşmak gerekiyor. İşte bu ortamda, şu tuhaf davanın sanıkları olarak memleketin durumunu öğrenmeye, çözmeye çabalıyoruz. Çünkü bizim davamız, tek tek bizlerle değil, tarihi neredeyse Türkiye ile yaşıt, kendi tarihi de Türkiye’nin git gelleri ile ilişkili, tarihi ile paralel bir gazetenin davası olduğu için önemlidir ve artık pasif bir izleyici değiliz.

***

Cumhuriyet’in davasına da, boykot mu, seçim güvenliği mi gibi gerçekten önemli, yaşamsal tartışmalara da, belki 1789’da devrimci gazeteci Elisee Loustalot tarafından yayımlanan “Les Revolutions de Paris” dergisinin başlığı altında yazan üç dizenin anlattığı evrensel gerçek ışık tutabilir:
“Biz dizüstüyüz diye büyükler / Bize böyle büyük görünürler / Ayağa kalkalım.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları