Medya, Savaş Tehlikesi ve Başka Konular

16 Nisan 2018 Pazartesi

Savaş tehlikesi, tehdidi geçti mi? Şimdilik ortalık yatışmış görünüyor. Türkiye’nin, iktidar partisinin de pek taraftar olmadığı bu “Suriye’ye ders verme” operasyonu en azından bir süre için gündemden kalkacak, onun yerini Esad yönetiminin masada nasıl görevden alınabileceği tartışması başlayacaktır. İktidar partisinin, blokunun değil, ABD ile Rusya arasında dengeli bir ilişkiye dayanan politikasının bir süre daha ayakta kalması, “Suriye’ye verilen ders”in kısa sürmesiyle mümkün olabilecektir.
Bizi ise medyanın bu “ders” operasyonu sırasındaki tutumu ilgilendiriyor. Saldırı öncesi ve sırasında saldırıya, artan savaş tehlikesine, tehdidine tutarlı bir şekilde karşı çıkan Cumhuriyet, BirGün, Evrensel ve daha bir iki küçük gazete ile bir iki küçük TV kanalı dışında kalan medya, ki büyük çoğunluğunu iktidar yanlısı gazete ve TV kanalları oluşturuyor, saldırının uzun süreceği ve bekledikleri sonucun, Esad’ın yıkılmasının gerçekleşeceği beklentisi ile yayın yaptılar. “Saldırının kararlılığı”, “silahların mükemmelliği”, “Rusya’nın sessizliği” üzerine kurulan yayın açıkça savaş kışkırtıcılığının tipik örnekleri arasına girdi. Neyse ki, iktidar partisi bu saldırının kısa sürmesinden yanaydı. “Dersin” kısa sürmesi Türkiye’nin Rusya ile karşı karşıya gelmesi böylece uygulanan politikanın zarar görmesi tehlikesi de bir süre için ortadan kalktı. İktidar medyası da hızla, bu kez fazla gecikmeden duruma ayak uydurmayı, bir iki geç uyanan köşe yazarı dışında başardı.
Biz de sevindik. Ama biliyoruz ki ABD yönetiminin bölge üzerindeki planları kısa vadeli gelgeç politikalar değildir. Suriye’nin stratejik önemi, Rusya’nın burada kalıcı bir şekilde konuşlanması ABD açısından kabul edilebilir sonuçlar olmaz. Öyleyse savaş tehlikesi ve tehdidi sürüyor. İlkeler gelir geçer durumlara göre belirlenmez. Savaş karşıtlığı, tehlike yatışmış gibi görünse de yayınlara yansımalıdır. Medyada savaş karşıtı tutumun kalıcı olması, hükümetlerin tutumuna, politikalarına göre ayarlanmaması zorunludur. Bu, bağımsız, özgür, halkın çıkarlarını ve haber alma hakkını savunan gazeteciliğin temel bir ilkesidir.
Haftanın ikinci önemli olayı ise 28 Şubat davasının sonuçlanması oldu. Dönemin komutanları müebbet hapis cezası aldılar. Mahkeme tutuklanmalarını gerekli görmedi. Böylece üzerinde durulması gereken iki sonuç ortaya çıktı. Birincisi, demek ki müebbet hapse mahkûm olsanız bile serbest kalabiliyor, Yargıtay safhasında tutuksuz yargılanmaya devam edebiliyorsunuz. Bu da hâlâ tutuklu bulunan gazetecilerin bu arada Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın neden hâlâ tutuklu olduğunu sorma hakkını veriyor bize. İkinci sonuç ise, 28 Şubat, ki askerlerin postmodern bir uyarısı, 12 Mart benzeri bir askeri müdahale olarak anılırdı, bir darbe girişimi olarak yargılanması ve bu gerekçeyle hüküm kurulması oldu. Olabilir, ama aynı zamanda o epeyce uzun sürmüş dönemde alınmış MGK kararlarına ve o kararların neden hükümet üyelerinin imzalarına rağmen uygulanmadığını da tartışma konusu yapmak gerekmez mi? İktidar medyası işin bu tarafını tartışmayı pek sevmiyor. Bir kısım medya ise bu kararların devamının gelmesini, Ergenekon davalarının yeniden görülmesinin gerekeceğini savunuyor, yazıp çiziyor. Bu arada 28 Şubat mahkûmiyet kararlarını büyük bir memnuniyetle karşılayan kimi “gazeteciler” ise o generallerle yetinilmemesi, zamanın medyasının da yargılanması ve tıpkı generaller gibi mahkûm edilmesi gerektiğini büyük bir heyecanla dile getiriyorlar. İntikamcılığın medyada epeyce etkin olduğu anlaşılıyor. Sonradan bir darbe girişimi ile gerçek niyetini ve rengini belli eden Fethullah Cemaati ile ilgili uyarıların neden kulak arkası edildiğini tartışmayı ise sevmiyorlar. Bizse gazeteciliğin aynı zamanda bir merak mesleği olduğunu hatırlayarak “neden sevmiyorlar” diye sormadan edemiyoruz.

Şu reklamlar...
Yıllardır sizleri okuyor, haberleri sizin sayfanızdan takip ediyoruz. Maalesef görüyoruz ki en feci ve en dramatik olaylarda haberin filmini koyarken üzerine reklam koyuyorsunuz. Okurun o reklamın geçmesi için tıklaması gerek ki sizin de ona göre reklam aldığınız kurumun kaç kişi tarafından izlendiği bahanesiyle o kurumdan maddi alışverişleriniz olsun. Bu nasıl bir zihniyet, bu nasıl bir para kazanma yöntemi! O marka nasıl da utanmadan reklamın iyisi kötüsü olmaz deyip ürününü bir başkasının acısı üzerinden satmaya ve daha çok tanıtmayı çalışıyor! Nasıl olur da siz bu ayıba ve utanca vesile oluyorsunuz! Siz gazeteciler ki toplumun özgürlük ve doğru haber alma yönünde büyük çabalarınız var, nasıl olur da böylesine üzücü ve trajik bir konuyu göremiyorsunuz. Acaba bu yöntemi sayfanızın kenarında veya başka bir yerde veya konusu daha değişik filmlerin üzerinde, her gün bin bir çark dönen siyasilerin konuşmasında da uygulayabilir misiniz? Adamın çocuğu ölmüş, ailesi paramparça olmuş, hatta şehit düşmüş haberinin üstüne, yanına eğlenceyle, turizmle ya da benzer konularla ilgili reklam koymuşsunuz. Bu nasıl bir zihniyet! Acaba bu mudur saygılı, sağlıklı, sorumlu gazetecilik anlayışı! İğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batıralım! Bu davranış ve para kazanma politikanızı üzüntü ve esefle karşılıyorum. Umarım bu konudaki politikanızı gözden geçirirsiniz... Behruz Dijurian
Okur Temsilcisi’nin Notu: Reklamların alımı ve yeri konusunun sitelerin denetimi dışında kaldığı yönünde bir açıklama bana sık sık gelir. Yine de Cumhuriyet internet sitesi yöneticilerinden bu konuda bir açıklama isteyeceğim.

KISA KISA
Dava bitmeden hüküm olur mu?
İnternet sitenizden haber okuduğumda yaşadığım duyguları sizler ile paylaşmak istedim.
Doğruluğu kesin olup olmadığı belli olmayan henüz dava aşamasındaki olayları sanki gerçekmiş gibi ve suçluyu masumu nasıl belirleyip haber yapıyorsunuz şaşıyorum. İlkokul çocuklarının bile yapmayacağı anlam bozuklukları ve imla hatalarını nasıl yapabiliyorsunuz merak ediyorum. Zaten ülkede düzgün medya nerdeyse kalmadı, siz de ilkokul haber duvarı (duvar gazetesi) gibi olmayın artık. Saygılarımla... Volkan Duvarcı

Ne demek istediniz?
7 Nisan 2018 tarihli Cumhuriyet’in en arka sayfasında, sol alt köşede şu başlıklı bir haber yer aldı: “İneğini Sattı, Jet Sahibi Oldu.” Bir Cumhuriyet okuru olarak bunun haber yapılmasının amacını, anlamını kavrayamadım. İçinde yer yer boşluklar olan bu palavranın niye haber yapıldığını birisi lütfen açıklasın:
Gülünçlüğü mü? “Bakın, çok çalışırsanız siz de böyle servete kavuşabilirsiniz!” heveslendirmesi mi? Sayfa doldurmak mı? Bu olaydan haberimiz olmasaydı neyimiz eksilirdi? Ülkün Tansel

Haberde tarafsızlık esas değil mi?
Bir muhabir haber yazarken nasıl taraflı ve nesnel olmadan haber yazabilir! Sözgelimi bir öğretim elemanı ya da üyesi KHK ile atılmışsa ve bu yine sözgelimi Türkiye’nin herhangi bir üniversitesinde oluyorsa, Osmangazi Üniversitesi’nden KHK ile atılan öğretim üyesi, İstanbul Üniversitesi’nden KHK ile atılan öğretim elemanı olarak yazılırken haber Ankara Üniversitesi ile ilgili ise ve ne hikmetse “...Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’in KHK ile kovduğu ya da işine son verdiği...” biçimine dönüşüyorsa bunda bir tuhaflık yok mu? Bu durum, Ankara Üniversitesi’ne ve Rektörüne tek taraflı ve önyargılı bakıldığını göstermektedir. Zira KHK’leri rektörlükler değil, mevcut hükümetler çıkarmaktadır. Bu konuda yazılan ve ısrarlı olarak devam ettirilen yıpratıcı haberler Cumhuriyet gazetesine hiç yakışmamaktadır. Ömer Adıgüzel
Okur Temsilcisinin notu: “Rektörün KHK ile bir öğretim elemanının işine son verdiği” şeklinde bir cümlenin haberde yer alması maddi bir hatayı gösterir. Bir muhabir haberinde böyle bir cümle kurmuşsa kuşkusuz uyarılmalı, bilgi eksikliğinin hızla giderilmesi ve benzer hataların önlenmesi gerekir. Ama bu cümleden Ankara Üniversitesi Rektörü aleyhine kasıtlı haber yapıldığı sonucunu çıkarmak doğrusu kolay anlaşılabilir değildir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları