Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Atatürk Döneminde Türk Ekonomisi
Bize özgü bir anlayış var; tarihsel dönemleri ve kişileri bulunduğumuz dönemin gözlüğüyle değerlendirip eleştirmek. Cumhuriyet dönemi ekonomisi için de değerlendirmeler aynı anlayışla yapılıyor. Bu nedenle ölümünden kısa bir süre geçmiş Atatürk’ü anmak üzere o dönemin ekonomisini hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Kurtuluş savaşının başında Erzurum ve Sıvas kongrelerinde “ekonomik bağımsızlık” büyük bir özlemle dile getirilmiştir. Bu dilek 1923 yılı şubat ayında İzmir’de toplanan İktisat Kongresi’nde uygulama olanağı bulmuş, ulusal bütünleşme anlayışı bu kongrede ortaya konmuş ve ekonomide ulusalcılık temel anlayış olarak kabul edilmiştir. Tarımda aşar ve tütün tekelinin (reji) kaldırılması, kredi olanaklarının arttırılması, gümrükler yoluyla sanayinin dış rekabetten korunması, makine ve araçların dışalımında vergi istisnası sağlanması gibi hususlar hep bu kongrede konuşuldu ve ekonomiyle ilgili ilkeler tespit edildi. “Yabancı sermayeye kayıtlı kalınamazdı, ama ayrıcalık da tanınmamalıydı. Bu nedenle yabancı sermayeli şirketler Türk sayılmalıydı” görüşü bu kongrede benimsenen temel ilkelerden biri idi.
Ulusalcı ekonomik anlayışın temellerinin atılmasında Lozan Antlaşması’nın önemli katkısı vardır. Bu anlaşmayla kapitülasyonlar kaldırıldı. Kabotaj hakkı yabancılardan alınıp sadece Türk gemilerine tanındı. Osmanlı’nın dış borçları savaş öncesi topraklarına göre oransal olarak dağıtıldı. Lozan Ant- laşması ile Türkiye’nin dış borcu 129.4 milyon liraydı. Uluslar Topluluğu (Cemiyet-i Akvam) tarafından1933 yılında alınan kararla yılda 700 bin lira ödemek üzere 8 milyon Altın Lira olarak kesinleştirildi. (Türkiye bu borçlardan 1954 yılında kurtulmuştur.) Gümrük tarifeleri değiştirilemedi. Lozan Antlaşması gereği nüfus değişimi oldu. Bu da ekonomide nitelikli işgücü kaybına yol açtı. Musul sorunu Lozan Antlaşması’yla çözülemedi. Uluslar Topluluğu daha sonra ağzımıza bir tat vererek 1926 yılından itibaren 25 yıl süreyle Musul petrol gelirlerinin yüzde 10’unun Türkiye’ye bırakılması kararını aldı. Bunun 12 yılı Atatürk dönemidir.
Hem İktisat Kongresi hem de Lozan’da alınan kararlar, ekonomiye devletin ekonomiyi geliştirme ve düzenleme amacıyla direkt müdahale ettiği, ancak liberal anlayışın hâkim olduğunu göstermektedir. Sınai ürünlerinin dışalımı ve ticareti alanında kurulan tekeller, sanayiye teşvik girişimleri ve özellikle demiryollarında yürütülen kamulaştırma işlemleri bunun göstergesidir. Ancak bu müdahaleler sermayenin ve özel girişimciliğin geliştirilmesine de katkıda bulunmuştur.
Savaş sonrası ulus devlet anlayışı azgelişmiş bir ekonomik yapı üzerinde oluşturulmuştu. Bunun böyle devam etmesi mümkün değildi. Bu nedenle bir ulusal bütünlük anlayışı içinde ekonominin geliştirilmesi ve sermaye birikimi, işgücünün gelişimi, yasal düzenlemeler ve bununla ilgili kurumların kurulmasıyla ilgili önemli adımlar atıldı.
Atatürk dönemi ekonomisinde üretimde ulusallık, yerli ürün kullanımı, zorunlu olmadıkça yabancı sermaye ve tüketim mallarının alınmaması en hâkim unsurlardan biridir. Ekonomi politikalarının oluşturulması ve uygulanmasında ve bununla ilgili kurumların oluşturulmasında bilim ve teknoloji esas alınmıştır. Yani gözü kara gidilmemiştir. Ulusal üretimin büyük bölümünün tasarruf edilerek sabit sermaye yatırımının arttırılması ve bunun yeniden üretime dönüştürülmesi bu dönemin başlıca hedefi olmuştur.
Savaştan çıkan, savaşın maliyetini karşılamak üzere ekonomik ve işgücü kaynaklarının büyük bir kısmını kaybeden Türkiye 1923’ten 1932’ye kadar ekonomide birçok işler başarmıştır:
Toprakta aşar vergisini kaldırmış, denk bütçe sistemine geçmiş (1923-1932 arasında 1925 ve 1931 yılı dışında bütçe hiç açık vermemiştir), bütçe gelirleri içinde dolaylı vergilerin payını arttırmış ve açık harcamaya hiçbir zaman gidilmemiştir. Dolaylı vergilerin artması tuz, tütün, şeker gibi temel tüketim mallarının satışından gelir yaratıldığını göstermektedir. Bütçe giderleri içinde milli savunma harcamalarından sonra bayındırlık harcamaları yeni yapılan demiryolları nedeniyle önemli yer tutmaktadır. 15 Haziran 1930’da para politikasıyla ilgili işlerde yetkili olmak üzere Merkez Bankası kuruldu. Aynı dönemde Türk Parasını Koruma Kanunu çıkarıldı. Bu kanuna göre döviz fiyatı hükümet tarafından belirlenecek, ithalat tümüyle hükümetin iznine tabi olacaktı. (Bilindiği gibi bu kanun 1980’li yılların ortasına kadar yürürlükte kaldı.) Yabancı sermayenin bu dönemde 73 milyon TL olan toplam sermaye içindeki payı yüzde 43 olmuştur. Yabancı sermaye daha çok dokuma, çimento, elektrik ve havagazı sanayisinde yoğunlaşmıştır. Bankacılık, ulusal bankacılık bakımından gelişme göstermiştir. Bunun en güzel örneği Türkiye İş Bankası olmuştur.
Haftaya devam edeceğiz.
pamukm@superonline.com
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Colani’nin arabası
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Erdoğan'dan Suriyeliler açıklaması