Ulus Devlet ve Ulusüstü Devlet (2)

12 Şubat 2013 Salı

Geçen hafta ulusalcılığın defolu bir ürüne dönüşmesinin altında yatan ekonomik sebepleri analiz etmeye başlamıştık. Bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz.
1929’a kadar
klasik liberalizm görüşleri egemendi. Bu anlayış sanayi devrimiyle büyük etkinlik kazandı.
1929 ekonomik buhranı sonrası her yerde büyük çöküş yaşayan kapitalist sistemin yeniden ihyası için devlet ekonomide önemli pozisyon almaya başladı. Ülkemizdeyse Atatürk Cumhuriyeti karma ekonomiyi uygulayarak Kurtuluş Savaşı sonrası ayağa kalktı. Bu dönem Keynesçi modelin modern kapitalist ülkelerde uygulanması dönemidir. Devlet adil bir toplum düzenini sağlamak ve ekonominin sağlıklı yürümesini güvenceye almak için doğrudan işletmeci olarak müdahaleci olmaya başlamış ve
“devletçilik” anlayışı hâkim olmuştur.
İkinci dünya savaşı sonrasında devlet-birey-piyasa ilişkisinde
“sosyal refah devleti” modeli öne çıkmaya başlamıştır. Devlet tüm vatandaşlarının refahından sorumludur. Bu da devletin ekonomideki yerini ve önemini artırmıştır. Refah devleti bu niteliğiyle hem demokratik hem de totaliter sistemlerde uygulanabilmiştir. Marksist olmayan solcular da Keynesçi modelin refah devletini sağlayacağını iddia etmişlerdir.
Refah devletinde piyasa önemli bir mekanizmadır. Ancak devlet toplumun sosyal faydasını sağlamak için ekonomiye önemli bir şekilde müdahale eder; piyasayı koordine eder, fiyat kontrolleri yapar, asgari ücreti tespit eder, teşvikler verir, bazı sanayi alanlarında tekel oluşturur.
Gelişmiş ülkelerde hedef, sosyal devlet anlayışı kalkınmışlığın sağladığı milli gelirin daha adil bölüşümünü sağlamaktır. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde ise devlet kalkınmayı sağlamalıdır. Sosyal devlette mülkiyet hakkı, liberalizmdeki gibi doğal bir hak değil, toplumun yararına kullanılması gereken bir haktır.
1980 yılıyla
Friedmancı düşünceler yani monetarist anlayış hâkim olmaya başlamıştır. ABD’de Regan, İngiltere’de “Demir Leydi” Thatcher, bu ekolün en önde savunucusu ve uygulayıcısı oldular. Bizde devletçi ekonomik anlayışın yerine liberal ekonominin uygulanması 24 Ocak kararlarıyla başlamıştı. Küresel değişime uymak için 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Bu darbe aslında devletçi ekonomiden liberal monetarist ekonomiye geçişi Türkiye’de sağlamak amacıyla yapıldı. Sebepler içinde anarşi önde görüneniydi. Turgut Özal’la başlayan Türkiye’de serbest piyasa anlayışı aslında bir küresel entegrasyondu. Sovyetler’in dağılmasıyla liberal ekonomi bütün dünyayı sardı; para küresel ekonominin tanrısı haline geldi. Para her yeri dolaşmalı ve kazanmalıydı. Bu da ulus devlet sınırlarının ortadan kalkmasıyla mümkündü. Sınırlar sadece atlaslarda yerlerin belli edilmesini sağlayacaktı.
Bu ekonomik anlayış ulus devlet sınırlarını ortadan kaldırmaya başlarken ulusal devletçiliğin demode kaldığı, küresel devletin artık yeni devletimiz olduğu bize empoze edilmeye başlandı. Bunun için yeni demogoglar ortaya sürüldü. Medya ona göre şekillendi. Büyük sermayenin işine geldi ve hemen uyum sağladı
. Yılların yorgun ve parasız kalmış solcuları yeniden sol ideolojisiyle bir deneme yapmayı göze alamadılar, sıra bizde dediler ve onlar da ulus devletten vazgeçtiler. Samimi dindar olanlar ne olduğunu anlayamadan tüketim ekonomisinin büyüsüne kapılıp yapılanları samimiyetle yapılan olarak algıladılar. Yeni ekonomik anlayış paraya tapınmaya sebep olunca ulus devlet, ulusalcılık, yurtseverlik ayıplı mala dönüştü!
Ulus devlet anlayışının yeniden dünya toplumlarının gündemine gelmesi için dolar imparatorluğunun yıkılması ve yeni bir dünya savaşı gerekiyor! Bu da olmayacağına göre emperyal monetarist ekonomide ulusalcılık geçmişe özlem olarak kalacak ve
ulusüstü devletin bir bölgesinin yurttaşı olmayı kabulleneceğiz. Ulusüstü devletin bölgeleri Türk olmuş, Kürt olmuş fark etmeyecek...

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları