Olaylar Ve Görüşler

Bir devlet kütüphanesinin ‘hali pürmeali’ - Hatice Eroğlu AKDOĞAN

23 Aralık 2021 Perşembe

Bilen bilir, İstanbul’da Milli Kütüphane işlevinde iki büyük kütüphane vardır. Biri Beyazıt Devlet Kütüphanesi, diğeri İ.Ü. Merkez Kütüphanesi. Her iki kütüphane Derleme Yasası’na göre yayımlanan yazılı, basılı,  görsel-işitsel bütün materyalleri bünyesine katmakla görevlidir. Öğrenciliğimde hem bir okur hem de kütüphaneci adayı olarak en çok gittiğim kütüphane, üniversitemizin yanı başındaki Beyazıt Devlet Kütüphanesi idi. Malum içinde bulunduğumuz şu kaotik süreçte mevcut olanın içinde bulunduğu vahameti, geçmişteki durumuna bakarak daha kolay açıklayabiliyoruz. 

Beyazıt Devlet Kütüphanesi, 1884’te devlet eliyle oluşturulan ilk resmi kütüphanedir. Hatta Beyazıt Meydanı’nın solunda, Sahaflar Çarşısı’yla birleşik olan kütüphanenin, Beyazıt Külliyesi’nin imaret kısmının onarılmasıyla faaliyete geçtiğini öğrenmiştik. Zira Batı’da olduğu gibi Osmanlı’da da bir milli kütüphane kurulması, sahipsiz ve yıpranmaya yüz tutmuş kimi tekke, cami, vakıf gibi yerlerdeki belgelerin bakımı yapılarak bir yerde toplanması ihtiyacı, böyle bir kütüphaneyi zorunlu hale getirmişti. 1934’te Derleme Yasası çıktığında kütüphanenin sorumluluğu daha bir fazlalaşmış olarak aynı mekânda hizmete davam eder ama kitap, gazete, dergi koleksiyonu büyüdükçe yer sorunu ortaya çıkar.

DİKKAT ÇEKEN DÖNÜŞÜM

Kütüphanenin bitişiğindeki eski Dişçilik Okulu binası da restore edilerek 1988’de kütüphaneye katıldı. Fikri Sağlar’ın kültür bakanlığı döneminde kütüphanenin fiziki şartları bir nebze rahatlamış olarak bilgisayar tabanlı çalışma sistemine de geçildi. Okur ve araştırmacılar tarihi binanın loş, dar salonundan oturma ve ışıklandırması daha modern bir ortama böyle kavuşabildi. 

İşlev açısından Ankara’da Milli Kütüphane ne ise İstanbul’da Beyazıt Devlet Kütüphanesi de odur. Çünkü akademisyen, yazar gazeteci ya da meraklı okurların baskısı tükenmiş hiçbir yerde bulamadığı bir belgeye ulaşacakları yer Beyazıt Devlet Kütüphanesi’dir. 1928 Harf Devrimi’nden önceki eski harfle basılmış yayınlara erişmek açısından da bu geçerlidir. Uzun zamandır işimin düşmediği Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne gitmek zorunda kaldığımda salt bir okur gözüyle gözlemlediğim kütüphanenin getirildiği nokta doğrusu içimi sızlattı. Kapıdan girip, X-Ray’den geçtiğinizde ilk müracaatı -ki “müracaat” kütüphanecilik hizmetlerinde önemli bir servistir- güvenlik görevlisine yapıyorsunuz. Soruyu onlar soruyor, yönlendirmeyi onlar yapıyor. Hatta okur salonuna onlar girip çıkıyor; her ne ise “nizam”ı onlar sağlıyor 

Müracaat ve okur kaydından sonra ilerlediğinizde “Okuyucu Hizmetleri” bölümünde sizi kütüphane memurları karşılıyor. İstediğim kitabı alıp ek bina olarak yapılan okur salonuna geçiyorum. Numarama göre yerimi ararken ortada gezen güvenlikçi bu salonun ders çalışan öğrencilere ait olduğunu söylüyor. İlk açılışından yüz yıl sonra araştırmacı okurlar için yeni bir salona kavuşmuş olan kütüphane, meğer salonu ders çalışma alanı yapmış. Araştırmacılara da okur hizmetlerinin sürdürüldüğü orta alanda ışıklandırması olmayan masalarda çalışma uygun görülmüş.

DÜZENE ALET EDİLİYOR

Öğrencilerin elbette oturacağı, ders çalışacağı yerler olmalı. Ama burası bir halk ya da çocuk kütüphanesi değil, milli kütüphane ayarındaki bir araştırma kütüphanesi. Hangi mantıkla araştırmacılara tahsis edilmiş bir alanı -ki araştırma kütüphanelerinde kendi kitap ve defterinle çalışma yasaktır- ders çalışmaya açıp kütüphaneyi işlevinden uzaklaştırırsınız ki?

Kütüphane demek sessizlik demektir. Ancak Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin içi yolgeçen hanını andırıyor. Kütüphanenin karşısındaki Beyazıt Camisi’nin ezanı sanki kütüphanenin içinden okunuyor. Öğlen saatinde kütüphaneye gelen araştırmacılar, yerinde olmayan depo memurlarının dönmesini beklerken söylenmeden edemiyor. Ek bina açılırken tarihi binanın arka yanına da küçük bir bahçe düzenlenmişti. İçinde okurlar için hem teneffüs ortamı hem lavabo-tuvalet eklentisi bulunuyordu. O alan bugün çay satılan bir kantin büfesine dönüştürülmüş. Hal böyle olunca okurlar, hem bahçe hem araştırmacı salonuna kapısı bulunan koridor içindeki tuvaleti kullanıyor. Koridorun her iki taraflı kapısı neredeyse hep açık. Takur tukur eden kapı sesleri mekanizmanın bozukluğunun bir işareti. Kütüphaneciye koridor kapısını kapatmasını rica edip zira soğuk ve gürültü geldiğini söylediğinizde ısrarla “Bak şu güvenliğe söyle” diye sizi başından savuşturuyor. Velhasıl Beyazıt Devlet Kütüphanesi bugün imaretten bozma loş ve daracık binasında verilen kütüphanecilik hizmetini bile aratır hale gelmiştir. Belli ki yiyici, yağmacı mevcut iktidar kültür alanındaki birikimleri ve kurulu düzeni de siyasal amaçlarına alet etmekle meşgul. Geçmişe ait belleğimizin bir karşılığı olan kütüphanelerin liyakatsiz kişilerin elinde olması gerçekten iç sızlatıcı ve kaygı verici.  

HATİCE EROĞLU AKDOĞAN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları