Olaylar Ve Görüşler

Toplumun Direnme Hakkı

24 Şubat 2015 Salı

Bir tarafta ciddi bir hukuk sorunu olarak karşımızda duran “İç Güvenlik Paketi”, diğer tarafta Özgecan Cinayeti. Toplum, “Direnme Hakkı”nı kabul ediyor ama toplumun nasıl direneceği belli değil. Medya çelişik söylemler peşinde... Peki, tüm bu gündemle beraber Türkiye nereye gidiyor?

Özgecan Aslan cinayeti ülke gündemine yerleşti ama ciddi bir hukuk sorunu olarak Meclis’te görüşülen İç Güvenlik Yasası Tasarısı’nı gündemden düşüremedi. Bir yanda CHP lideri Kılıçdaroğlu uyarıyor, “Bu tasarı Meclis’ten geçerse, toplumun ‘direnme hakkı’ doğar”; öte yanda, Başkan Erdoğan yanıtlıyor, “Tasarı geçmezse, gelecek seçimleri silahlı güçlerin gölgesinde yaparız.” Yani, tasarının tamamı geçse de geçmese de, koşulları ve biçemi 12 Eylül müdahalesini anımsatan bir seçim senaryosu bekliyor toplumu: “Dediğimi yapmazsanız sıkıyönetim sürer gider. Karar sizin!”
Bir uzlaşma belirtisi yok görünürde. “Direnme hakkı” genellikle kabul ve teslim ediliyor da, toplumun nasıl direneceği belli değil. Egemenliğin sahibi yurttaşlar tartışmaları izliyor ama ne yapacağını, “direnme hakkı”nın nereye varacağını tam kestiremiyor. Durumu tartışan medya uzmanları da bölünmüş durumda. Tasarı geçse de geçmese de toplum, kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya gelecek.
Sokaktaki toplantı ve gösteri yürüyüşleri siyasal sınır ve süreçleri çoktan aştı. Türkiye nereye?.. Belki belli; ama “direnme hakkı”nın ülkeyi nerelere sürükleyeceği belirsiz. Seçim öncesinde, ertelenen çözüm süreci ve hükümet sözcülerinin çelişik açıklamaları belirsizliğin yol açtığı sorunları besliyor, kaygıları pekiştiriyor: Türkiye nereye?..

Medyada çelişik söylemler
Medyadaki söylemler çelişiyor. İç Güvenlik Yasa Tasarısı, hukuk devletinin sonu olur, görüşü yanında, MİT’e ve polise verilecek yeni yetkiler zaten uygulanıyor, diyenler var. Tasarıyı bırakıp uygulamalara bakınca, hükümetin ve yargının haber, grev ve boykot yasakları uygulanamıyor.
Yeni olan, polis ve jandarma yetkileri değil, Silahlı Kuvvetler’in seçim ortamına düşüreceği gölge uyarısı! Yabancı gözlemciler, ordu ile polisin olası çatışmasından söz ederken; medyada, kışlasına çekilmiş ordu sözcülerinin komuta yetkisinin dağıtılmasıyla ilgili kaygılarına yer veriliyor.
Milli iradeyi temsil eden ya da ettiğine inanan Başkan Erdoğan’ın, “Tek başıma kalsam da mücadeleye devam edeceğim” sözleri, iktidar ortaklığının sona erdiğini düşündürüyor. Rüşvet ve yolsuzlukla suçlanan bakanların Yüce Divan’a gönderilmesi şimdilik önlendi ya bedeli ağır oldu.
Muhalefet liderleriyle sözcüleri, iktidarı kıyasıya eleştirirken, Meclis’teki vicdanlı vekillerle gerçek müminleri ayırıp sakınmaya özen gösteriyor.
Durum ciddi ama umutsuz değil! Sağduyunun er geç egemen olacağı izlenimi sanki güçleniyor.
Milyonları sokaklara dökmeden ya da teslim bayrağını çekmeden biraz daha beklemekte yarar var. “Sabrın sonu selamet” olabilir.

Sorun kadının yaşama hakkı
Özgecan cinayeti, yıllardır tartışılan ama çözülemeyen kadın hakları ve özgürlüğü sorununu gündeme taşıdı. Sorun eşitlik değil, kadının yaşama ve yurttaşlık hakkıdır. Cumhuriyet devriminin temeli olan laiklik ilkesinin gerekçesi ve hedefi, din ile devletin ayrılmasından ya da devletin bütün din ve mezhepleri eşit tutmasından önce, kadının “insanlığı”dır. Müslüman kadın insan haklarına sahip midir? Yüzyıl önce, Meclisi Mebusanda, oylanan bu yasa kadınlara da uygulanacak mı sorusuna, Reis Bey, “Ne münasebet, sadece insanlara” buyurmuştur. Daha yakın geçmişte Devlet İstatistik Enstitüsü kurulurken (1927), “Kadınların sayılıp sayılmayacağı” sorulmuştur. Devletin Diyanet İşleri Başkanlığı, “şeytan kadın” vaazlarına müdahale etmiyor, edemiyor. Şeytan taşlayan toplumda, “kadın cinayetlerini, çok da abartmayın” yorumları yapılıyor. Bir “Türk Mesnevisi” olan Kutat Kubilig’de: “Ne mutlu o kızlara ki doğmamışlardır; kadını eve kapatın, kapısını da kilitli tutun” deniyordu. Doğmuş kadınlara da hayat hakkı yoktu. Otursunlar oturdukları yerlerde, ortalıkta pek görünmesinler.

Kadına yönelik şiddet nasıl dizginlenebilir?
Sanatçı Juan Goytisolo şöyle yazmış: “Osmanlı kadını görünmezliği ile vardır.” Bugün biz görünenleri örtüp bir yerlere kapatmaya çabalıyor, direnenleri öldürüyoruz. Kadına yönelik şiddetin temelinde egemen erkeklerin öfkesi yatıyorsa bu şiddet ve öfke, yasalarla değil, ancak demokratik ve laik eğitimle dizginlenebilir. Ardından toplumca ağladığımız Özgecan’ımız, benim yaşlanan kuşağıma, demokrasi öncesi 40’lı yıllarda dilimizden düşmeyen “Leyla bir Özgecandır” bestesini hatırlatıyor. Sevgili Türkiyemiz nereden nereye geldi! Hayali cihan değil, utanç veriyor.

BOZKURT GÜVENÇ

 

-

 

Doğduğunda Masumdu

Toplumsal sistemimiz şiddet üretiyor. Özgecan’ı katleden caniyi de bu toplum ortaya çıkardı. Kötülüğün kaynağı ataerkil aile sisteminin kurulduğu 6000 yıl öncesine kadar dayanıyor. Erkek egemen bu sistem kurulurken güçlü aileler zenginliklerini koruyabilmek, servetlerinin dağılmasını önleyebilmek için evlilikleri planlamak istediler. Bunun için çocuklar üzerine cinsel baskı yapıldı. Amaç gençlerin özgürce birbirlerini seçme hakkını ellerinden almaktı. Bu amaçla din dahil her türlü ideoloji kullanıldı.
Kapitalizm son 300 yıldır erkek egemen sistemi genel olarak korudu. Wilhelm Reich “Faşizmin Kitle Psikolojisi” eserinde bunları yetkinlikle anlatalı çok oldu. Ona göre insanın biyolojik çekirdeğinde insan, elverişli toplumsal koşullarda dürüst, çalışkan, işbirlikçi, seven ya da bir nedene dayanıyorsa kinci bir hayvandır. Ancak cinsel baskı gören insanda bu olumlu itkiler zaman zaman sapkın, sadist bir davranışla ortaya çıkar. Bu bazen tecavüz ve cinayettir. Bazen de kitlelerin savaş sever davranışlarıdır. Çözüm bu çağdışı baskıların ortadan kaldırılmasıdır. Eğer kızları ve erkekleri birbirinden ayrı ayrı yetiştirirsek, kadını çarşaflara sararak ortadan kaldırırsak, evlere kapatırsak, her iki cinsten gençlerin arkadaşlık etmesine izin vermezsek daha ne bekliyoruz! Kadını aşağı gören zihniyetle de birleşirse altta yatan, bastırılmış cinsel enerjiler sapkın bir sadizmle patlıyor. Asıl şaşırmamız gereken bu olayların neden çok daha fazla olmadığıdır.
Ülkenin doğusu ve batısında, hatta profesyonel mesleklerde kadının potansiyeli dikkate alınmıyor. Birçok köyümüzde kadınlar köy meydanının etrafından dolaşmak zorunda kalır. Köy kahvesine bir kere bile ayak basmamış çok köylü kadın vardır. Tarımı başlatan kadınlar olduğu halde yıllarca tarımsal üretimde kadınlar dikkate alınmadı, halen de pek ciddiye alındığı söylenemez. Bildiğiniz gibi erkekler daha çok avcı, kadınlar ise daha çok toplayıcı idiler. Bu nedenle tohumları kadınlar şu anda bile erkeklerden çok daha iyi bilirler. İlk tohumu eken ve onları gözlemleyen kadınlardır. Dolayısı ile ilk araştırmacılar da kadınlardır. Son yüzyılda ise çoğunluğu erkek ve Batılı bir avuç erkek araştırmacı, kadınları bir yana iterek bütün dünya tarımını kimyasal ilaçlara boğdu ve şirketlere bağımlı yaptı.
Wilhelm Reich, “Sevgi, çalışma ve bilgi insan varlığının kaynaklarıdır. Yönetim de onlarda olmalıdır” demişti. Sevgiden korkan, emeğe ve bilgiye düşman, akıldışılığı öven her türden yobaz bu sorunların temel kaynağı. Gençler biraz aydınlandıklarında üzerlerinde yürütülen baskıya karşı geliyorlar. Sevginin, emeğin ve bilginin düşmanları da en çok onlardan korkuyor.

Prof. Dr. TAYFUN ÖZKAYA Ege Üni.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları