2008'e girerken...

03 Ocak 2009 Cumartesi

2008 yılının hemen başlarında “helal gıda” konusu Türkiye’nin gündemindeydi. O tarihlerde (26-02-2008 ),   nüfusunun % 99 unun Müslüman olunması ile övünülen ülkemizde ,  gıda üretiminin İslami kurallara uygun yapılmasından daha doğal bir şey olamayacağını, hem iç hem de dış piyasanın zaten bunun farkında olduğunu söylemiş  ve “helal gıda“ sertifikasının sadece ihracat için kullanılmayabileceğini, bir de toplumun gıda üzerinden kutuplaştırılmaması gerektiğini belirtmiştik. Ne yazık ki, sene sonuna gelindiğinde bu konunun hala tartışılıyor olması ve TSE tarafından kamuoyu tepkisine rağmen uygulamaya konulmuş olması da,  gelecekte toplumu gıda üzerinden de yeni tartışmalara sokacağı gözükmektedir.

2008, önceki senelerde de kamuoyunda tartışmalara yol açan GDO’lu tohumların yine gündemde olduğu bir yıl oldu. Türkiye’de biyogüvenlik mevzuatının henüz hazır olmamasına rağmen,  GDO ‘lu ürünlerin ülkemize girişi ve tüketiminin serbest olması doğru ise , neden Türk çiftçisi bunların tarımını yapamasın  ? Şayet GDO’lu ürünler sakıncalı ise bunların ithalatının da yasak olması gerekmez mi diye sormuştuk.  2008 yılı tamamlanmasına rağmen, biyogüvenlik mevzuatı hala, ne hikmetse, çıkartılamadı. Yine, Ekim ayı içerisinde Sabancı Üniversitesi’nde bu konu ile ilgili olarak düzenlenen konferansta da GDO enine boyuna tartışılmış olmasına rağmen konu basında maalesef yeterince yer bulamadı.

Yine 2008 başlarında “yeni gıda yasası nasıl olmalı” başlıklı yazımızda,  AB’nin beğenmediği 5179 sayılı yasa yerine hazırlanan, 2007 yılında Tarım Bakanlığı’nın görüşüne sunulan “veteriner hizmetleri, gıda ve yem kanunu” taslağının hala geliştirilmesi gereken yönleri bulunduğunu , eksiklikler taşıdığını belirterek, her şeyden önce veterinerlik, yem ve gıda ile ilgili hükümlerin aynı kanun taslağında değerlendiriliyor olmasının kısıtlama getirdiğini ve özellikle gıda ile ilgili hükümlerin  AB  normları ile uyumlu hale getirilmesi gerektiğini de söylemiştik.

Yine, bu hazırlanan yeni kanun taslağı  ile gıda denetimlerinde çok başlılığa son verilmesi ve tüm yetkilerin tek elde toplanması gerektiğini de yazmıştık. Sonraları, konunun uzmanı çeşitli bilim adamları ve otoritelerin de görüşlerimizi paylaştığını basından okuduk. Daha iyi bir gıda yasasının hazırlanabileceği konusu hala güncelliğini koruyor.

2008 Nisan ayı geldiğinde ise sadece Türkiye değil, tüm dünya küresel gıda krizi ile sarsıldı. Hatta , kimi ülkelerde isyanlar çıktı, kimilerinde ise başbakanlar görevlerinden alındılar. Bu bizim ülkemize de, kimi temel gıda ürünlerinde % 125’in  üzerine çıkan fiyat artışları ile hayatımıza yansıdı ve birçok gıda üreticisi de zor durumda kaldı. “Gıda fiyatlarındaki artış” konulu yazımızda hem bu krizin nedenlerinden,  hem de bu krizden çıkmak için çözüm yollarının neler olabileceğinden bahsetmiştik. Sene boyunca da bu konuda görüşlerimizi paylaşmaya devam ettik. Bunun nedenlerinin gerek Türkiye’nin kendi yapısal sorunlarından gerekse küresel nedenlerden (küresel ısınma, Çin ve Hindistan’ın batı tipi beslenme alışkanlıklarına geçiş yapması, tarım arazilerinin biyoyakıt üretimi için ayrılması, petrol fiyatlarının yükselmesi vs…) kaynaklandığını yazmıştık.   

2008’in ortalarında bu kez İstanbul Sanayi Odası’nın açıkladığı rakamsal olarak ekonomik göstergeleri yorumlamış ve bu rakamlar dikkatte alındığında sanayide belirgin bir küçülme yaşandığını ve diğer otoriterlerce açıklanan tarımsal büyümenin rakamlarının sanal olduğunu, sanayi küçülürken tarımın bu rakamlarda büyümesinin mümkün olmadığını söylemiştik. Maalesef, çok geçmeden bu konularda ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıktı.

Yine aynı dönemlerde, Kyoto Protokolü’nün imzalanması konusu meclisin dikkatine sunulmuştu, bunun üzerine Kyoto Protokolü’nün dünyamızın doğal dengesinin korunmasındaki önemini anlatan bir yazı kaleme almıştık. Bu yazıda, Türkiye’nin de Kyoto Protokolü’nün imzalaması gerektiğini fakat bu imza öncesinde getireceği maddi ve manevi yükümlülüklerin (Batı sanayisi ile Türk sanayisi arasındaki 200 yıllık açık da göz önüne alınarak ) çok iyi müzakere edilmesi gerektiğini savunmuştuk.  Aralık ayı içerisinde gördüğümüz lüzum üzerine bu konuyu tekrar gündeme taşıdık, çünkü fark ettik ki küresel mali kriz, küresel iklim krizini unutturmak üzereydi ve bu konu meclisin gündeminde alt sıralara düşmüştü.

2007’de yazılarımızda yer verdiğimiz bir başka konu olan organik ürünlerin üzerinde konunun öneminden dolayı 2008’de birkaç kez daha durmak zorunluluğu hissettik. Öncelikle “organik tarımdan anlatılmaya çalışılan doğal tarım mıdır" başlıklı yazımızda bu konu ile ilgili ortaya çıkan kavram karmaşasını netleştirmeye ve tanımlamaları yeniden yapmaya çalıştık. Yine, konu ile ilgili diğer yazılarımızda organik tarım mevzuatında da bu tanımlamaların da netleştirilmesinin önemine değindik. Organik tohum pazarının maalesef uluslararası tekellerin elinde olduğundan ve bu tohumlar olmadan organik tarım sertifikası almak da mümkün olamayacağından,  organik tarım yapmak isteyenlerin bu yabancı tekellere bağımlı kaldığından bahsettik ve çıkış yollarını aradık.

Bunların dışında, o kadar çok konuya değindik ki hepsini  burada özetlememiz mümkün değil ama tam da gündeme geldikleri sırada değindiğimiz “ margarin " ,melaminli gıdalar” , “ambalajlı sular”  ve “beyaz ya da esmer ekmek tercihi” üzerine yazılarımız da bunlardan bazılarıydı. Yine doğrudan olmasa da çevremizi ve ekolojik dengeyi etkileyen “ katı atıklar”, “orman yangınları” , “çölleşme”  de üzerinde önemle durduğumuz konular oldu. Çok önemli olduğuna inandığımız “Türk Mutfağı ve Türk Turizminin” gelişimi ve geleceğinin, kitle turizmi (her şey dahil sistem )  ile mi  kültür turizmi  ile  mi sağlanacağını sorularına yanıt vermeye çalıştık. Son olarak “ Dünya Gıda günü” , “Kurban Bayramı” gibi özel günleri de atlamayarak bu konularla ilgili detaylı bilgileri de sizlere ulaştırmaya çalıştık.

Uzunca bir süredir küresel iklim kriziyle boğuşan yorgun küremiz, 2008’in ilk çeyreğinde küresel gıda kriziyle sarsıldı, tam atlatıldı derken 2008 ‘in son çeyreğinde küresel mali krizle altüst olan dünya ekonomileri ciddi sarsıntı geçirerek, küçülmüş,  resesyona girilmiştir,  fatura da bu sefer de yine çalışanlara çıkartılmıştır. Bize göre yaşananlar neoliberal küreselleşme ideolojisinin sonunun geldiği ve iflas ettiği gerçeğidir. Eğer bunu kabul edersek,  kriz daha kaosa dönüşmeden çıkış yolu kolaylaşacaktır. Bütün bu krizler biraraya geldiğinde tam bir kaos ortamı gözükse de dileğimiz bu kaosun yarattığı big bang daha eşitlikçi, daha adaletli yeni dünya düzenin kurulmasını gerçekleştirir ve  2009’un  barış ve  umutların canlanması dileğiyle, iyi yıllar, mutluluklar dilerim…

[email protected]



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları