İdam değil ibret olsun

02 Nisan 2011 Cumartesi

Kayseri’de, bayram şekeri topladıkları sırada ortadan kaybolan ve bir sapık tarafından hunharca katledildiği bir buçuk sene sonra ortaya çıkan üç çocuk... Ve Sultangazi’de üvey annesi ve anneannesi tarafından dövülerek öldürülen Fırat… Kayseri’de üç çocuğun cenaze töreninde yükselen feryatlar tüm toplumun vicdanında yankı buldu.

Ve elbette yüreklere dokunan bu türden vahşi cinayetlerin ardından gündeme gelmesine alışık olduğumuz “idam cezası geri getirilsin mi” meselesi yeniden tartışma konusu oldu.
Bir yanda Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği’yle uyum, yüksek medeniyet seviyesi, ileri demokrasi vs. Diğer yanda toplumun ayağa kalkan vicdanı, isyan çığlıkları ve akabinde gelen suça kendi eliyle ceza verme arzusu, hırsı, hortlayan linç kültürü.

İsyan eden toplum vicdanını rahatlatıp, yüreklerdeki yangını söndürmek, hem caydırıcılık niteliği yüksek, hem de adaletin kılıcı görevini yerine getirerek idam etmeyecek ama “ibret olabilecek” ceza düzenlemelerinden geçmektedir. Ayrıca her 3-5 yılda bir çıkarılması alışkanlık haline gelen afların, yargı kararlarında infaz ve iyi hal indirimlerinin yeniden düzenlenmesiyle kamu vicdanının kanatılmasının önüne geçilerek mağdurlar ve mağdur yakınlarının mağduriyetleri daha fazla büyütülmemeli ve hukuk katledilmemelidir.

Bu türden şiddet haberlerinde medyanın tutumu ise diğer bir tartışma konusu… Özellikle son yaşanan çocuk cinayetleriyle ilgili olarak basında çıkan haberlerde kullanılan ve halihazırda suça eğilimi olan insanlara örnek bile teşkil edebilecek nitelikteki “cinayet ayrıntıları”, kadın vahşetlerinde olduğu gibi çocuk cinayetlerinde de kullanılan (tiraj artırma amaçlı) “şiddet dili” ve haberler sunulurken ihtiyaç duyulan serinkanlılık eksikliği medyanın bu sınavı verememesi sonucunu doğurmuştur. Medyanın bu bir türlü geçemediği sınavın etki alanı ise tüm toplumu kapsıyor. Kullanılan üslup, suça meyilli insanlara bilinçsizce de olsa ilham vermiş olma ihtimalini ortaya çıkarırken toplumdaki linç kültürünü de harekete geçiriyor. Unutmayalım ki toplumsal çapta kalınan bu sınavların telafisi yok.
 

Taksiciye özel

Taksilerin tek çatı altında toplanmasını ve 24 saat merkezden takibini sağlayacak sistem yolda. En son yine Üsküdar’da üzücü bir örneğini yaşadığımız taksici cinayetleri ve gasp vakaları düşünüldüğünde söz konusu sistem güvenlik açısından da iddialı… Bu sistemle, araçlara ücretsiz olarak takılacak GPS ve navigasyon sayesinde tespit edilen aracın yeri en yakın polis merkezine anında bildirilecek.

Taksicilerin mesleki yeterlilik kazanımı için özel bir sınava tabi tutulmaları ise diğer bir gündem maddesi. Bu sayede, eline bir şekilde(!) ehliyeti alan herkes, -trafikte direksiyon sallama şansı devam edecek olsa da- hiç değilse taksicilik yapamayacak. Taksicilere, tabi tutulacakları bir eğitim ve sınav neticesinde özel bir ehliyet verilecek; ki bu eğitimlerin, asgari lise eğitiminin ardından mesleki ve psiko-teknik alanda yoğunlaşmasının çok daha faydalı neticeler doğuracağı inancındayım. Bunun yanında taksilerde Avrupa’daki yerinde örnekleri gibi şoför için “ayrı mahal” uygulamasının da aynı düzenlemeler içine girmesi şüphesiz ki güvenliği bir kat daha artıracaktır.

Türkiye’de, bilhassa da İstanbul’daki delikanlı, bitirim, hatta yer yer “belalı” ve eğitimsiz taksici profilinin de, bu algının da ortadan kalkması açısından söz konusu eğitimlerin ve zorunlulukların; çağdaş ve güncel düzenlemelerin, standartların (kılık kıyafet, bakım, araç içi hijyen, araçta müzik çalınması, araç modeli, yaşlı araçların kullanımının emniyet gerekçesiyle önlenmesi, taksi şoförlerinin sosyal güvenlik, yolcuların da sigorta kapsamına alınması, plaka tüccarlığının önüne geçilmesi, gibi) gözden geçirilmesinin ve ilgili yaptırımların önemi büyüktür. Bu yeni düzenlemelerle birlikte alınması gerektiğini düşündüğümüz tedbirlerin, olmazsa olmaz zorunlulukların uygulamaya geçirilmesinin taksicilik mesleğinin sürdürülebilirliğine katkı sağlamanın yanı sıra; kent kültürüne de, sosyal yaşama da, gündelik hayata da olumlu yansıyacağı kanısındayım.
 

Fukuşima 50

Japonya’daki depremin etkileri nükleer tehdit üzerinden dünyayı sarsmaya devam ediyor. İnsanlara, pencerelerin açılmaması, sokağa çıkılmaması gibi, tam anlamıyla gerçekleştirilmesi pek de mümkün olmayan ve hayatlarını sözlük anlamıyla “zinadan çevirecek” bazı tavsiyeler veriliyor. Nükleer reaktörlerle mücadele etme görevini üstlenen 50 kişilik mühendis ve teknisyenlerden oluşan ekip ise hak ettiği övgüyü toplayarak ve fakat popülizme malzeme olmaktan kurtulamayarak dünya basınında “kahraman” ilan ediliyorlar.
Bu arada Japonya’dan yola çıkan radyasyon bulutlarının hafta içinde Ege sahillerinden ülkemiz sınırlarına da girdiği bildirildi. Kazanın sonuçlarının topraklarımız üzerinde ne derece etkili olacağını ise biraz da zamanın insafına bırakıyoruz.

Sadık Çelik- [email protected]
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları