Krize düşüp kredi kartına sarılıyoruz

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı bir yandan Maliye Bakanı diğer yandan yakın zamanlarda birçok kez kredi kartı kullanımını teşvik edici açıklamalar yaptılar:

Kredi kartı cepte nakit para taşımanın risklerini ortadan kaldırır. Ekonomik harcamaların kayıt altına alınması konusunda da önemli bir yeri vardır… minvalinde.
Bu ve benzeri gerekçelere dayanılarak kredi kartlarının kullanımı ülkenin en yetkili ağızları tarafından desteklenir yıllardır.

Dünyada kredi kartlarının insanların cüzdanlarına girmesi hiç o kadar kolay değilken ve çok sayıda denetime tabiyken bizde her köşe başında, sokak ortalarında, AVM’lerde insanlara, hiç kredi kartı kullanmaması gereken kişilere bile bu kartlar, sadece TC kimlik numarası bilgileri alınarak, zoraki, hatta yolları kesilerek verilmiştir.

Şimdi Başbakan Erdoğan insanlara yeni bir nasihatte bulunuyor ve “kullanmayın bunları” diyor.

Yıllardır sürdürülen ve desteklenen neo-liberal ekonomi politikalarının sonucu olarak ortaya çıkan mağduriyetler için geç kalınmış ve işlevsiz bir uyarı yapılıyor. Bu saatten sonra, hayatlarını ve bütçelerini kredi kartlarına endekslemiş insanlara artık kredi kartı kullanmayın demek abesle iştigaldir.

Kredi kartlarının kullanımıyla ilgili son on yılda gelinen noktada karşımıza çıkan rakamlar bizi, toplumun ekonomik durumuyla ilgili mühim ve ürkütücü bazı gerçeklere taşıyor. Bu yılın ilk beş ayında kredi kartlarından on beş milyar lira nakit çekilirken, yüz elli milyar liralık alışveriş yapıldı. İşlem hacmi 2013 yılının ilk yarısında geçen yıla göre yüzde yirmi oranında artış gösterdi. 2002’de beş buçuk milyon olan kredi kartı sayısı Bankalararası Kart Merkezi tarafından ilan edilen verilere göre 2013 Mayıs ayı itibariyle elli altı milyona ulaşmış durumda. Yani son 11 yıl içinde ülkede kullanılan kredi kartı sayısı on katı artmış.
Dünya genelinde kredi kartları ödeme aracı olarak kullanılırken bizde nüfusun küçük bir bölümünü oluşturan varsıl kesimin dışında kalan ve ezici çoğunluğu meydana getiren yoksul ve dar gelirli kesim bu kartları yaygın bir biçimde borçlanma aracı olarak kullanmaktadır. Kredi kartını ödeme aracı olarak kullananlar için zaten sıkıntı söz konusu değil. Maalesef ağır faturayı kredi kartlarını borçlanma aracı olarak kullananlar ödemektedir.

Bunların arasında örneğin yaşadığı ekonomik güçlükler sebebiyle bir bankaya yaptığı borcu kapatmak için başka bir bankanın kredi kartını alıp ondan para çeken ve o bankaya da borçlanan kişi sayısının ne kadar fazla olduğunu hepimiz biliyoruz. Kredi kartlarına uygulanan işlem, operasyon bedelleri, özellikle kart aidatları ve faiz oranları en yüksek olan ülkelerden biriyiz. Dünya ölçeğinde kıyaslandığında bu konuda AB’den de, kredi kartı almak için insanların sınavdan geçirildikleri, 1 senelik deneme süresini doldurmadan kimseye gerçek kredi kartının verilmediği ABD’den de ilerdeyiz.

Tüm bunlara rağmen ülkemizde insanlar, yaşadıkları ekonomik kriz ortamından çıkmak için, düştükleri denizde yılana sarılarak bu pahalı borçlanma yoluna mecbur kalmaktadırlar. Neticede o veya bu şekilde bugün, kredi kartı borcunu ödeyemeyen bir buçuk milyon kişinin bankalara toplam borcu yetmiş sekiz milyar lirayı buluyor. Ve “sürekli iyiye giden ekonomi”de insanların yaşadığı geçim sıkıntısının resmi, devlet büyükleri tarafından yapılan söylemlerle gerçekte yaşananlar arasındaki ironiyi gözler önüne seriyor.

 

Bu taraf ve karşı taraf

Gezi protestoları ile ilgili üretilen komplo teorileri bir yana, yürütülen soruşturmalar tahmin edildiği gibi cadı avına dönüştü. Protestoya katılan insanlar, başta öğrenciler olmak üzere fotoğraflarda teşhis edilerek teker teker göz altına alınıyor, tutuklanıyor. Koğuşlarda adli suçlularla, cinayetten ve tecavüzden yatanlarla birlikte tutuluyor ve içeride kötü muamelelere maruz kalıyorlar.

Şafak vakti yapılan ev baskınlarında onlarca çocuk ve genç, sirkelere bile delildir diye el konularak tutuklanabiliyor. Hâlbuki diğer tarafta gencecik insanları sopayla döverek öldürenler tespit edilemiyor bir türlü. Yakınlarına bir baş sağlığı bile dilenemiyor. Çünkü adı üzerinde diğer taraf o, var olmaması tercih edilen, dolayısıyla görmezden gelinen taraf.
İşte bu nedenle Gezi eylemlerinde de Kazlıçeşme mitinglerinde de bayrak satarak kendisinin ve altı kişilik ailesinin geçimini sağlayan bayrak satıcısı Ali Sarıçiçek teröristtir diye tutuklanıyor. Eşi kameralara karşı haykırıyor, biz 7 kişilik bir örgütüz; örgüt liderimiz de çocuğunun üzerine tişört alacak parayı bulamayan babamız, diye.

Elinde palası sokağa çıkıp kadınlara saldıran kişi kaçma tehlikesi yoktur diye salındığının ertesi günü Fas’a kaçıyor. Öte yandan ev baskınlarıyla, dört bir koldan karalama kampanyaları ve kitlesel göz altılarla insanların gözleri korkutularak sokağa çıkmalarının önüne geçilmeye çalışılıyor. Sokağa çıkanları ise çıktıklarına pişman etmek için türlü yollara başvuruluyor.

Örneğin bir gece yarısı kabul edilen torba yasayla birlikte, Gezi olaylarındaki destekleyici duruşunun karşılığı olarak TMMOB’nin yetkileri elinden alınıyor. TMMOB ve bağlı meslek odalarının kamu adına gerçekleştirdikleri mesleki denetim yetkisi ortadan kaldırılıyor. Aynı torbaya ilave edilen bir başka düzenlemeyle birlikte meslek odalarının gelirleri de düşürülüyor.

Aynı şekilde Gezi olaylarına desteklerinden dolayı, İTO (İstanbul Tabip Odası) ve TTB (Türk Tabipler Birliği) de, yurttaşların kişisel tıbbi bilgilerinin toplanmasına ve hekimlerin meslekten men edilme yetkisinin kendilerinden alınarak bakanlık bürokratlarına verilmesine olanak sağlayan torba yasası aracılığıyla diğer meslek odaları gibi etkisizleştiriliyor.

Tüm bu yollarla kitlesel mücadele cezalandırılıyor. 

Hukuk yolunun bu şekilde baskı, adaletsizlik, eşitsizlik ve çifte standart aracı olarak kullanılması demokrasi ve özgürlükler açısından büyük tehlikeler doğurmaya devam ediyor.

[email protected]



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları