Sevdiklerini sende yaşatmakta saklıdır insanlığın!

22 Şubat 2016 Pazartesi

The Walking Dead (TWD) 6’ncı sezonunda uzun bir sezon-arası verdikten sonra geçen hafta 9’uncu bölümüyle yeniden seyircisiyle buluştu. 2010’da yayına başlayan kült dizinin ilk sezonu 6 bölümden ibaretti. Belli ki ne olacağı belirsiz diye düşünülmüş. Ama insanlığın bir zombi patlaması ile kıyamete varış kurgusu olarak şekillenen fantastik çizgi roman uyarlaması dizi öyle büyük ilgi gördü ki 2’nci sezonu 13 bölüm çekildikten sonra her sezon 16 bölüm olarak standartlaştı.

Bu sezon da işte 8’er bölümlük iki periyotta ve yaklaşık 2.5 aylık bir sezon arası verilerek ekrana gelmekte. Böylece her sene yaklaşık 6 ay, yabancı diziler açısından hayli ayrıcalıklı bir uzun zamana yayılarak ve muazzam bir uluslararası seyre de mazhar olarak gündemde kalıyor.

Ben dizinin başarısını, insanlığın yaşam serüveni ile onun karşı karşıya kalınan sonuçlarını çok güçlü (ama tabii o ölçüde de seyri zor sindirilir) bir simgesel anlatımla yansıtmasında buluyorum. Eski çağlarda mitlerin karşıladığı işlevi yerine getirircesine... Bu noktadan hareketle TWD, kapitalizmin insanlığı ve doğayı karşı karşıya bıraktığı felakete ilişkin bir efsanevi anlatı mahiyeti taşıyor da denilebilir. Her efsane gibi o da olağanüstülüklerle bezeli, ama olanı tüm vahameti ile yankılıyor.
Daha önceki yazılarımda da değindim, bu, bir yandan da insanlığın “prehistorya”sına (tarihöncesine) “post-historik” (tarihin son bulduğu) noktadan geri dönüş anlatısı. Taş devrinde olduğu gibi küçük gruplar halinde göçebe ve “avcı-toplayıcı” düzleme oturmuş durumda insan yaşamı... Ve insana galebe çalan doğal-vahşi canlılığın (yırtıcı hayvanlar) yerini simdi insan-yaratısı (kültürel) bir vahşi zombilik ve zombiler almış durumda.

Dizinin post-historik vurgusu ise bu sene sezon-arası öncesindeki son (8’inci) bölümde, zombiler kahramanlarımızın sığınağı Alexandria’yı basıp onları çaresizlik içinde bir kaçış yolu bulma çırpınışına sokmuşken aralarından biri Eugene’nin (Jose Mc Dermott) adeta paralize halde oturmuş “Dünya Tarihi” başlıklı bir kitap okuyor olmasıyla bariz kılındı!..

Ancak elbette dizi, sürekliliğini insandan ve insanlıktan umut kesmemeye dayandırıyor. Bu noktada da umutsuzluk ve teslimiyetin en baskın olduğu anda bile “yaşam”a devam diyor. Hatta kendin için değilse bile, kendinden vazgeçtiysen bile, kaybettiğin sevdiklerin için, bir anlamda onları yaşatmaya devam etmek için!..

Çünkü en çok burada saklıdır insanlığın!..

Son izlediğimiz 9’uncu bölümde böyle düşündüren bir sahne vardı. Altı yılın eskitemediği karakterimiz Glenn (Steven Yeun) ile bu sezon iyice göz doldurmaya başlayan, annesi ve babası gözleri önünde feci şekilde zombilere yem olmuş travmatik kızımız Enid (Katelyn Nacon) arasında geçen diyalog çerçevesinde.
Zombi patlaması karşısında her şeyin bittiği, dünyanın “insan”dan vazgeçtiği, dolayısıyla yenilgiyi kabul etmek gerektiği şeklinde bir bezginlik ve tükenmişlik noktasındaki Enid’la onu hâlâ teslim olmamaya, hayata asılmaya, mücadele etmeye çağıran Glenn arasında hanidir süren tartışma, bu son fasılda Enid’in Glenn’e bir sorusuyla şöyle çarpıcı, kayda değer bir açılım kazandı:

“- Kaçmak istediğimde, ‘İnsan asıl böyle kaybedilir işte; ölümlerinden sonra bile’ demiştin... Ne demek bu be?!

- Seni bugünkü haline getiren, sevdiğin insanlar... Onlar hâlâ bir parçan senin. Kendin olmaktan vazgeçersen hâlâ içinde, benliğine onlardan kalan son parça da kaybolur.

- Senin için o insanlar kimdi peki?

- Annem ve babam. Dale adında bir adam. Maggie’nin babası Hershel. Andrea adında bir kadın. Tyreese isminde bir adam. ... Senin için kimler peki?

- ... ... Annem, babam.

- Sen hâlâ burada olduğun için, onlar da burada demektir!..

Hep vurguladık, TWD fantastik bir korku-bilimkurgu filmi olmaktan öte bir “ders”tir diye... Bunda ısrarlıyız!.  

The Walking Dead her pazartesi 21.30’da FX’de



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları