17 Ağustos'un yıldönümünde yazı dizisi: AKP için deprem rant demek
Mali uzman Prof. Dr. Duran Bülbül, iktidarın depremi ranta dönüştürdüğünü belirterek “İhalelerin nasıl dağıtıldığını görüyoruz” dedi. Eski Kızılay Başkanı Tekin Küçükali, şirkete çevrilen Kızılay’da personel artışına karşın kurumun işlevini yitirdiğini anlattı. Prof. Dr. Mustafa Gençoğlu, kentsel dönüşümde ev sahiplerinin tutumu ve belediyeler yüzünden hedefin gerisinde kalındığını söyledi.
Kızılay, 17 Ağustos depreminde de 6 Şubat depremindeki kadar olmasa da tartışma konusu olmuştu. Kızılay’ın Gölcük depreminde bölgeye geç gelmesi ve getirdiği malzemelerin eski ve dayanıksız olması tepki toplamıştı. Deprem sonrası TBMM’de hazırlanan rapor sonrası Kızılay’da yönetim değişikliğine gidilmesi kararlaştırıldı. Ancak Ecevit iktidarının süresi yetmediği için karar 2003 yılında uygulandı.
(Tekin Küçükali)
TEKİN KÜÇÜKALİ: KIZILAY’IN ŞİRKETLEŞMESİ DOĞASINA AYKIRI
2003 yılında Kızılay yönetimine giren ve 2005-2011 yılları arasında başkanlık yapan Tekin Küçükali, Kızılay’ın dünü ve bugününü Cumhuriyet’e şu sözlerle anlattı:
Kızılay’ın o dönem bölgeye geç gitmesi ve malzemelerinin şartlara uygun olmaması tepki toplamıştı. 2005’te başkan olduktan sonra ilk işimiz, kuruma yönelik yapılan eleştirileri listelemek ve bunların doğru olup olmadığını denetlemek oldu. Gerçekten de incelediğimizde çadırların yırtık, demirlerinin paslı, sargı bezlerinin çok eski olduğunu gördük. Yaklaşık 200 kamyon ürünü çöpe atarak adeta yeniden başladık. Hastanelerde kan ihtiyacı vardı ve kan konusunda çeşitli dini yapıların da gözü oradaydı. Kan konusunda Kızılay’ı yetkili kılacak kanunun çıkartılmasını sağladık. Çeşitli projelerde kamuoyu desteği ve güveni yeniden yaratıldı. Sonrasında da kan farkındalığı yaratarak ihtiyacın karşılanmasını sağladık.
Kan ayrıştırılmasından elde edilen plazma, çok kıymetli bir ilaç hammaddesidir. Bu hammaddeyi işleyerek ilaç sanayinde kullanılır hale gelmesini sağlayacak fraksinasyon fabrikası projesine başladık. TSK da bu konuda bize destek oldu. Bu kapsamda Türk devletleri ve Balkan ülkeleri birçok ile de anlaşma yaptık. Plazmayı biz ücretsiz alacaktık onlara kan alma araç gereçlerini bedava verecektik. Ayrıca bir yıl kan alma ve işlenmesi hususunda da eğitim verecektik. Fabrikanın yeri bile belirlenmişti. 2013'te hayata geçecek bu proje içeride ve dışarıda birçok unsuru rahatsız etti. Süreç benim istifama kadar gitti. 2011 yılındaki istifamdan sonra da proje hayata geçirilmedi. O dönem Kızılay’a giremeyen grupların şimdi çok daha etkin olduğunu görüyoruz.
Kızılay doğal yapısında birçok denetleme mekanizması barındırır. O yüzden bizler şirketleşmeye karşı çıktık. Kızılay’ın ne yapıp ne yapmayacağına 3-5 kişi karar vermesin dedik. O dönem TSK’den sonra en güvenilir kurum çıkan Kızılay’ın şimdiki durumu ortada. Bağış büyük bir sorumluluk ve vebaldir. Üç kişinin karar verdiği yerde toplumun merhamet duygusu körelir. Öyle bir yer de uzun süre ayakta kalamaz. AFAD’ın planlamasında da Kızılay eski Kızılay değil. Bu yapıdaki pasif pozisyonuyla ancak garsonluk yapabilir. Bizim zamanımızda 4500 personeli vardı. Şimdi 15 bin personeli var. Sayı olarak büyüdü ama işlevsel olarak küçüldü Kızılay maalesef… O yüzden şirketleşmeden vazgeçerek eski kurumsal formatına dönmeli ve afetle mücadelenin karar verme mekanizmasında etkin bir rol oynamalı.
Cumhuriyet Kahramanmaraş depremleri sonrasında yurttaşlar sokakta yardım beklerken Kızılay’ın AHBAP’a deprem çadırlarının yanı sıra konserve gıdaları sattığını ortaya çıkarmıştı.
PROF. DR. MUSTAFA GENÇOĞLU: BİNALARA İLİŞKİN ANALİZLER TECRÜBELİ YETKİLİLERCE YAPILMALI
6 Şubat’ta gerçekleşen depremlerin, etkilediği alanlar ve kırılan fay uzunlukları dikkate alınınca dünya tarihinde karada oluşan en yıkıcı depremler olduğuna değinen İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Betonarme Yapılar Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Gençoğlu, “binalar tasarlandığı şekli ile değil tamamen inşa edildiği şekli ile çalışır” sözünü anımsattı. Alüvyonlu bölgelerin deprem şiddetini artırmasına rağmen rant kaygısı ile bu tür yerlerdeki yapılaşmalara değinen Gençoğlu, binaların yapısına ilişkin olarak da “yönetmeliklere uygun olmayan tasarımlar”, “Taşıyıcı sistemde kalitesiz malzeme”, “denetimsizlik”, “işçilik kusurları” gibi nedenlerin yıkımda etkin rol oynadığına dikkat çekti. Gençoğlu ayrıca bu nedenlerle beraber taşıyıcı sistem elemanları üzerinde yapılan kontrol dışı ve projesine aykırı yapılan tadilatlar ile proje dışı binaların kat adetlerinin artırılması ve kullanım amaçlarının değiştirilmesinin de can ve mal kaybını artırdığını belirtti.
(Mustafa Gençoğlu)
ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER
Yaklaşan depremde en büyük riskin İstanbul için geçerli olduğunu söyleyen Gençoğlu, alınması gereken önlemler kapsamında kentsel dönüşüme gerekli özenin gösterilmesinin önemine dikkat çekti. Kentsel dönüşüm dendiğinde akla yerinde dönüşümün geldiğini belirten Gençoğlu, “bu dönüşüm yerinde dönüşüm yerine kenti yaşanabilir hale getirecek yeni caddeleri, sokakları ve parkları içeren ada bazında kentsel dönüşüm yapmak en uygun çözüm olarak görünmektedir” dedi. Gençoğlu, buna karşın kentsel dönüşümün ev sahiplerinin aşırı ihtirasları, belediyelerin ağır kalması ve ekonomik nedenlerden ötürü hedeflenenin çok gerisinde kaldığını vurguladı. Kahramanmaraş merkezli depremlerde ağır hasar gören illerde yapılan hasar tespit çalışmalarına değinen Gençoğlu, şunları söyledi:
“İlk hasar tespit çalışmaları hak sahipliği açısından uygun olsa da özellikle ağır hasarlı bina tespiti konusunda yanlış değerlendirmelerin yapıldığı da gözlenmekte. Bu nedenle ilk olarak ağır hasarlı denilen binaların güçlendirilerek hızla ve ekonomik olarak kullanılabilecek duruma getirilip getirilemeyeceği, tecrübeli inşaat mühendisleri ve akademisyenler tarafından incelenmelidir.”
(Duran Bülbül)
PROF. DR. DURAN BÜLBÜL: İKTİDAR İÇİN DEPREM DEMEK YENİ RANT DEMEK
Afetlerin ekonomik etkileri literatürde doğrudan, dolaylı ve makro ekonomik olmak üzere farklı şekilde incelendiğini söyleyen Maliye Uzmanı Prof. Dr. Duran Bülbül, doğrudan etkiyi oluşturan faktörlerin; kurtarma, ilk yardım ve geçici barınma giderleri, tedavi, beslenme ve giydirme giderleri, alt yapı ve üst yapıda meydana gelen yıkımlar, eşya ve malzeme kayıpları, hayvan ve tarım ürünleri kayıpları ile kültür mirası ve müzelerdeki kayıplar olduğunu belirtti.
Dolaylı etki ise doğrudan etkiye oranla çok daha büyük ve karmaşık olduğuna dikkat çeken Bülbül, “İş yeri ve tesislerinin zarar görmesi sonucu oluşan üretim kayıpları ile kamu ve özel sektör kurumlarına zarar görmesi nedeniyle meydana gelen hizmet kesintileri dolaylı etkiyi örnektir. Diğer taraftan gayri safi yurtiçi hasıla, istihdam, işsizlik, enflasyon, dış borç stokları, üretim vb. gibi makro ekonomik göstergelerle afet nedeniyle etkilenmektedir. Bu etkileri afetlerin ikincil etkileri de denilmektedir” ifadelerini kullandı.
Kahramanmaraş merkezli depremlerin ekonomik anlamda da ciddi bir yıkım yarattığını söyleyen Bülbül, Dünya Bankası’nın “depremin yaklaşık 34,2 milyar dolarlık doğrudan fiziksel hasara yol açtığını, yeniden inşa ve iyileştirme maliyetlerinin ise bu miktarın 2 ya da 3 katı olabileceğini açıkladığını” anımsattı.
Depremden etkilenen 11 ilden elde edilen bütçe gelirleri şubat ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 51 azalarak 5,1 milyar liraya gerilediğine dikkat çeken Bülbül, yerel bazda bu illere yapılan bütçe harcamalarının ise yüzde 87,7 artarak 18,8 milyar lira olduğunu belirtti. Diğer 70 ilden toplanan bütçe gelirleri geçen yılın aynı ayına göre yüzde 5,6’lık bir artışla 196,4 milyar olduğunu ifade eden Bülbül, deprem bölgesindeki 11 ilin aldığı toplam bütçe harcamasının ise yüzde 112,3 artışla 110,6 milyar lira düzeyinde olduğunu vurguladı.
SİSTEM YOKSULUN SIRTINDA
Deprem sonrası ekonomide hangi etkiler görülür sorusunu “Ekonomik büyüme düşer”, “Enflasyon yükselir”, “İhracat azalır, işsizlik artar”, “Yeniden inşa için dış borç arayışına gidilir”, “Bütçe ve cari açık artar” ve “Sanayi tesislerinin tam kapasite ile üretime geçmesi bir yıl sürebilir” maddeleriyle açıklayan Bülbül, bu noktadan sonra yapılması gerekenleri şu sözlerle anlattı:
Deprem demek; yeni ekonomik ve siyasi ve rant demek. Depremle birlikte siyasi iktidarların depremi yeni bir ranta dönüştürdüğünü görüyoruz. Yeni ihale yeni müteahhitler. Üstelik bu ihaleler de 4734 Sayılı Kamu İhale Kanunu’nda belirtildiği gibi açık ihale usulü uygulanmıyor. Son depremin deprem konutları kimlere nasıl verilmiş incelendiğinde görürüz.
Türkiye’de depremde ölenlerin büyük bir kısmı yoksul, dar gelirli yurttaşlar olmasına rağmen depremin faturası yine depremde ölmeyen ve deprem bölgesi dışında yaşayan yoksul dar ve gelirli halkın sırtına bindiriliyor. Çok uzağa gitmeye gerek yok, Marmara depreminde 37 milyar dolar bugünkü parayla 1 trilyon 110 milyar TL toplanmasına rağmen bu paraların depreme harcanmadığı görülmüştür. Oysa bu toplanan paralar ile deprem fonu kurulmuş olsaydı bu gün 6 Şubat depremlerinin maliyeti halka yansıtılmadan karşılanabilirdi. Deprem nedeniyle konan geçici vergiler daha sonra kalıcı hale geliyor. Siyasi iktidar deprem nedeniyle vatandaşın vatan sevgisini kullanıyor ve sömürüyor. Fiyat artışları ve enflasyonun nedeni olarak depremi gösterebiliyor. Oysa kamu harcamalarında tasarrufa gitse, israf ve yolsuzlukları azaltsa halkın cebine dokunmadan depremi finanse edebilir.
ÖZBEKİSTAN ÖRNEĞİ
Depremlerde siyasi iktidarlar depremde yıkılan evlerin müteahhitlerini suçlu gösterirken, aynı bölgelerde kendine bağımlı yeni müteahhitler bularak deprem konutları inşa etmektedir. Sorun üç beş müteahhit tutuklayarak çözülmez. Depremi siyasi ve ekonomik rant olmaktan çıkaramadığımız sürece, ülkemizde depremlerin maliyeti arttığı gibi ölümler çoğalacaktır. Deprem harcamaları şeffaf ve halka açık olmalı. Bu anlamda siyasi iktidar hesap verebilir olmalı.
Deprem bölgelerinde yeni konut yapımları, özellikle İstanbul, Kocaeli gibi illere iç göçler durdurulmalı, yabancılara konut satışı yasaklanmalı ve buralarda yaşayan yurttaşlar deprem riski olmayan bölgelere göçe teşvik edilmelidir. Deprem riski olmayan bölgelerde sanayi kentleri kurulmalı ve İstanbul, Kocaeli, Gaziantep, Kahramanmaraş gibi bölgelerdeki sanayi tesisleri oraya taşınmalıdır. İstanbul’un aldığı 3 milyon üzerindeki sığınmacı ve mültecilerin İstanbul’u boşaltmaları ve kendi ülkelerine dönmeleri sağlanmalıdır. Özbekistan’da, binalara ruhsat vermeden önce 9 şiddetindeki depreme dayanıp dayanmayacakları test edilip, inşaata sonra ruhsat verilmektedir. Özbekistan kadar bile olamadık.
‘İLK İŞLERİ OKULLARI KAPATMAK’
Siyasi iktidarın ilk işi depremde eğitim kurumlarını kapatmak olduğunu belirten Bülbül, “Kurucu irade, Kurtuluş Savaşı’nda ülkemiz işgal altındayken bile ülkemizin tek üniversitesi olan İstanbul Darülfünunu’nu kapatmamış eğitime devam etmiştir. Ancak görüyoruz ki siyasi iktidarın her durumda ilk işi eğitim kurumlarını kapatmak oluyor” dedi. Atatürk’ün İstanbul’un imarına ve tarih dokusuna büyük önem verdiğini belirten Bülbül, Mustafa Kemal Atatürk’ün dönemin İstanbul Belediye Başkanını çağırdığını, “İstanbul’un imar planını depreme uygun yaptınız mı” sorusuna hayır cevabı alması üzerine “Tüm konutlar ahşap olacak” emrini verdiğini belirtti. Bülbül, bu yöntemle daha önceki dönemlerden kalma eserlerin de daha az hasar görmesinin sağlandığına dikkat çekti.
SÜRECEK
En Çok Okunan Haberler
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği