Ahmet İnsel

Plebisite dayanan diktatörlükler

22 Ekim 2016 Cumartesi

Gelecek aylarda başkanlık sistemine geçiş öngören bir anayasa değişikliği için mi, yoksa doğrudan “Türkiye’nin istiklali ve istikbali için başkanlık sistemini kabul ediyor musunuz” türü bir soruyu yanıtlamak için mi, bilmiyoruz ama muhtemelen bir halkoylamasına gidilecek. İktidar istediği sonucu alacağından neredeyse yüzde yüz emin olduğu biçimde ve zamanda bu halkoylamasına başvuracak.
Görünüşte başkanlık rejimi tesis etmek amaçlı bu halkoylaması, anayasa değişikliklerinin halkın oyuna sunulmasından öteye, seçmenlerin belli bir kişi ile ilgili evet ya da hayır oyu vermesi anlamına gelecek. Çünkü bugün iktidar herhangi bir kişinin başkan olacağı bir başkanlık sistemi kurulmasını ne tasarlıyor ne de öneriyor. Eğer gündeme gelirse, Tayyip Erdoğan’ın başkan olacağı bir başkanlık rejimi önerisi halkın oyuna sunulacak. Bunun adı, siyasal yazında plebisittir. Hele içinde bulunduğumuz ağır baskı rejimi altında, medyanın çok büyük bölümünün iktidarın doğrudan denetimi veya güdümünde olduğu, muhalif olmanın giderek vatan haini anlamına geldiği, temel hak ve özgürlüklerin resmen askıya alındığı bir ortamda yapılan bir halkoylaması her cephesiyle bir plebisit olur. 1982 Anayasa referandumu, kampanya ve oylama ile ilgili birçok antidemokratik niteliğinin yanında, Kenan Evren’in cumhurbaşkanı olmasına evet ya da hayır oyu vermek anlamına da geldiği için, katmerli bir plebisit idi.
Plebisit, bir kişinin politikasını onaylamak veya reddetmeye dayalı halk oylamasıdır. Plebisite dayalı iktidarlar otoriterdirler. Bunların bir kısmı açık diktatörlüktür. Bir kısmı denetimli ve sınırlı bir çoğulculukla yumuşatılmıştır. Özetle, plebisit, halkoylamasının demokratik niteliğinin bir kişide cismanileşmiş güç arzusu tarafından iğfal edilmiş halidir.
Hitler, 1933’te şansölye olmasının ardından, devlet başkanı Hindenburg’un ölümünü izleyen günlerde, Ağustos 1934’te yapılan bir plebisitle hem Şansölye hem de Reich (İmparatorluk) Başkanı sıfatlarını şahsında topladı. Bu iki yetkinin birleşiminden doğan konuma, o zamana kadar Nazi partisi ve taraftarlarının Hitler için kullandığı Führer/Rehber sıfatı resmen verildi. Hitler’in her türlü yetkiyi elinde toplayan Rehber olmasına oylamaya katılanların yüzde 89.9’u evet oyu verdi. Ama daha önce parlamento yangını bahanesiyle kesintisiz olağanüstü hal olarak tanımlanabilecek bir yönetim devreye girmiş, Nazi partisi tek parti ilan edilmişti. Bu arada Hitler, plebisitten iki ay önce, Uzun Bıçaklar Gecesi’nde, Nazilerin o güne kadar güç aldığı radikal sokak milisleri SA’ları katlettirerek, kendine muhafazakârlar ve ordunun kabul edebileceği bir görünüm vermeyi ihmal etmemişti.
Başka bir plebisit örneği, 1934’te İtalyan seçimleridir. Duçe/Şef’in başında olduğu Büyük Faşizm Konseyi’nin belirlediği milletvekili üye listesini onaylayıp onaylamadığı seçmenlere soruldu. Yüzde 99.8 evet oyu verilen seçimler, zaten hayır oyu çıksaydı tekrarlanacaktı. Mussolini bunu “faşizmin ikinci halkoylaması” olarak tanımladı.
Plebisite dayalı diktatörlüğün, Nazizm, faşizm gibi totaliter olmayan, daha mutedil örnekleri genellikle Bonapartizm olarak adlandırılır. 1799’da bir saray darbesi ile Konsüllük rejimini kuran, 1802’de ömür boyu Konsül olan ve 1804’te imparatorluğunu ilan eden Napoléon Bonaparte’tan sonra, onun ailesinden birinin başında olacağı bir cumhuriyetçi imparatorluğu savunanlar, kendilerini Bonapartist olarak adlandırdılar. Bonaparte’ın yeğeni 1848’de 2. Cumhuriyet’in cumhurbaşkanı seçilip, ardından 1851’de yaptığı darbeyi onaylayan plebisitle önce başkanlığının yeniden seçime girmeden devam etmesini sağladı. Ardından 1852’de düzenlediği ikinci bir plebisitle yeniden imparatorluk ilan etti.
Karl Marx’ın Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i adlı kitabı bu iktidar oluşumunu inceleyen ilk çalışmadır. Daha sonraki yazılarında Bonapartizmi, meşruiyetini plebisitten alan, halk kesimlerinin desteğini yayılmacı, milliyetçi popülist söz ve eylemlerle elde eden, otoriter ve merkeziyetçi rejimi tanımlamak için kullandı. Bonapartizm, son derece merkezi ve güçlü bir yürütme erkinin başında olan bir Şef ya da Reis’in, kendisini ve kararlarını doğrudan halka onaylatmasına, yani plebisite dayalı bir cumhuriyetçi diktatörlüğü tanımlayan genel bir ad oldu.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları