ABD’nin Çin Korkusu

05 Mayıs 2014 Pazartesi

Geçen hafta, ABD Devlet Başkanı Obama, Güney Kore, Filipinler, Japonya ve Hindistan’ı kapsayan (Çin’e uğramayan) bir Asya gezisi gerçekleştirdi.
Aynı günlerde, Dünya Bankası bünyesinde çalışan Uluslararası Karşılaştırmalar Programı (ICP), Satın Alma Gücü Paritesi (PPP) üzerinden yaptığı hesaplarda, Çin ekonomisinin bu yıl ABD ekonomisini geçerek dünyanın en büyük ekonomisi düzeyine ulaşacağını gösterdi. Ajans France Press’in aktardığına göre, Çin bu bulgudan hiç hoşnut olmamış, yayımlanmasını engellemeye çalışmış. Deng Şiaoping’in tavsiyesi geliyor aklıma: “Parlaklığını gizle, karanlıkta kalmanın tadını çıkar.
Bu iki gelişme, ABD’nin Çin korkusunu yansıtan tartışmaları canlandırdı.

Çin’i tecrit etme projesi...
Çin’in bir ekonomik güç, siyaset aktör olarak yükselmesi, Washington Post’ta Ishaan Thoroor’un kısaca özetlediği gibi (25/04/2014), ABD’yi esas olarak üç alanda korkutuyor. Pasifik’te güç dengelerinin değişmeye başlaması: Çin bu yıl savunma bütçesini yüzde 12 artırdı; geçen yıl 17 yeni savaş gemisi sipariş etmiş; 2020’ye kadar dört uçak gemisine sahip olmak istiyor. Çin’in küresel ayak izleri hızla artıyor: Çin uluslararası sıralamada en büyük ticaret hacmine sahip ülke oldu. Birçok önemli ülke için Çin, ABD’den daha önemli bir ticaret ortağı oldu. Çin devlet şirketleri dünyanın birçok yerinde özellikle gelişmekte olan ülkelerde milyarlarca dolarlık altyapı yatırımlarına imza atıyorlar. Çin dünyanın önemli doğal kaynakları, ileri teknoloji alanında kıymetli mineralleri üzerinde denetimini gittikçe artırıyor. Çin’in Rusya ile artmaya devam eden dostluğu, enerji alanında işbirliği de ABD’yi kaygılandıran üçüncü konu.
Obama’nın Asya gezisi bu üç kaygı etrafında şekillendi ama The Economist’in değerlendirmesine göre çok başarılı olamadı. ABD yönetimi 12 ülkeyi kapsayan bir trans-pasifik ortaklık (TPP) inşa etmek istiyor. Bu gezide, bu konu gündemin başındaydı. Ancak Japonya’nın, böyle bir ortaklıkla tarım piyasalarını açmak zorunda kalmaktan korktuğu için, isteksiz olmasından TPP konusunda somut bir adım atılamadı. Bölgede bir istihbarat paylaşma anlaşmasına, ortak bölgesel füze savunma sistemi projesine ilişkin görüşmeler de ABD açısından verimli olmamış.
Diğer taraftan ABD, Japonya’yı Çin ile arasındaki Senkaku Adası anlaşmazlığı konusunda desteklediğini açıkladı; ortak savunma anlaşmasının geçerliliğini vurguladı. Güney Kore ile ABD arasındaki, İki Taraflı Savunma Timi Anlaşması (bir savaş anında Güney Kore güçlerinin komutası ABD’ye devrediliyor), on yıl daha uzatıldı. ABD, Filipinler’de yeni askeri üsler kurma olanağı da elde etti.
Özetle Obama’nın Asya gezisi, ABD’ye bölgede, Çin’i tecrit etmesini kolaylaştıracak yeni askeri avantajlar, ticari bağlantılar inşa etmesine uygun yeni araçlar getirmedi.

‘Sorpasso’
Geçen hafta Çin’le ilgili tartışmalarda bu sözcüğe çok rastladım; sanırım “gelip geçmek” anlamına geliyor.
Çin gelip ABD’yi geçiyor mu” sorusu özellikle 2007 mali krizinden bu yana, “Büyük Durgunluk”un etkileri bağlamında çok sık gündeme geliyor. Çin ekonomisi 2000-2013 döneminde yılda ortalama yüzde 9-10 civarında büyümeye devam etti. Aynı dönemde ABD’nin en yüksek büyüme hızı yüzde 4.1’i geçmedi ve 13 yıllık ortalaması yüzde 2 düzeyinde kaldı.
ICP, standart hesaplamalara göre, 2005 yılında Çin ekonomisinin ABD ekonomisinin yüzde 43’ü büyüklüğünde olduğunu hesaplamış. PPP esas alınarak yapılan hesaplama Çin ekonomisinin sanılandan daha hızlı büyüyerek 2011 yılında ABD ekonomisinin yüzde 87’si düzeyine ulaştığını hesaplamış. Financial Times, IMF’nin, 2011-2014 arasında Çin ekonomisi yüzde 24, ABD ekonomisi yüzde 7 büyüyecek hesaplamasından hareketle, Çin ekonomisinin bu yıl ABD ekonomisini geçeceğini saptamış (30/04/2014). IMF öngörülerinde sunulan büyüme oranlarına göre, 2011 yılında ABD 100 kabul edildiğinde Çin 86.9’a karşılık geliyor. Bu sayılar, 2014 yılında sırasıyla 107.6 ile 108.3, 2015 yılında da 110.8 ile 116.2 olarak şekilleniyor. Böylece, Çin açısından bir “sorpasso” gerçekleşiyor, ara açılmaya başlıyor.
Bu yöntem genelleştirildiğinde Hindistan, 10. sıradan, dünyanın 3. büyük ekonomisi konumuna yükseliyor; Rusya, Brezilya, Endonezya, Meksika ilk 12 arasına giriyor. Almanya göreli konumunu biraz artırırken, Japonya ve İngiltere, ABD’ye göre daha da gerilere düşüyor.
Bu koşullarda da ister istemez dünya ekonomisini yöneten kurumlardaki temsil oranlarının değişmesi gereği de gündeme geliyor. Ancak Batı’nın bu konuda ne kadar isteksiz olduğu biliniyor.
Diğer taraftan, bu veriler üzerinde düşünürken cuma günü Financial Times’da Pilling’in aktardığı gibi Çin’in 85 yaşındaki saygın ekonomistlerinden Mao Yushi’nin uyarılarını göz önüne almakta yarar var. Mao, bu verilerin, ABD’nin 312 milyonluk nüfusuna karşın Çin’in 1.3 milyarlık nüfusunu yansıttığını, Çin ekonomisinin büyük ama yoksul ve zayıf olduğunu vurguluyor.
Neticede Çin ekonomisinin büyüklüğü bir gerçek; tartışılan, bu büyüklüğün ne anlama geldiği. Örneğin buradan hareketle bir Çin hegemonyasının şekillenmekte olduğu söylenebilir mi?
Martin Wolf’un işaret ettiği gibi, ülkelerin pazarlık gücü dünya piyasasına sundukları pazara orantılı olarak artıyor. Bu açıdan bakınca, geçen yıl Çin’in ithalatı ABD’ninkinin yüzde 31 gerisinde, ancak yakalama olasılığı da giderek artıyor.
Niceliksel veriler Çin’in ABD’ye hızla yaklaşmaya ve hatta geçmeye başladığını düşündürüyor. Ne ki hegemonyacı düzeyine çıkabilmek için (savaş kazanmanın dışında) başka özellikler de gerekiyor. İngiliz hegemonyası başını çektiği sanayi kapitalizmine dayanıyordu. ABD hegemonyası, iki savaş arasında geliştirmeye başladığı Fordist sermaye birikim rejiminin içerdiği teknolojik üstünlüğe, yüksek verimlilik oranlarına, bu zeminde inşa edebildiği askeri kapasiteye, bunların üzerinden yaygınlaştırmayı başardığı kültüre dayanıyordu. Bu açıdan bakınca Çin’in hegemonyacı konumuna ulaşmaktan hâlâ çok uzak olduğu söylenebilir. Ama yükselmekte, uluslararası jeopolitiğe yeni basınçlar getirerek, değişimi zorlamakta olduğu da bir gerçek. Nouriel Roubini, bu sürecin Batı tarafından yönetilmesinin dünya barışı açısından günümüzün en büyük jeopolitik riskini oluşturduğuna inanıyor (Project Syndicat, 30/04). Ancak Tukidides’in, Atina-Isparta rekabeti bağlamında vurguladığı gibi, korku savaş olasılığını artırıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları