Aydın Engin

Okumasanız da olur bir yazı

03 Temmuz 2017 Pazartesi

Bugün yazı günüm olmasa hiçbir güç beni bilgisayar başına oturtamazdı. Beni karşı bakkala kadar bile gidemeyecek hale getirmiş belimin ağrısı olmasaydı hiçbir güç beni evde, İstanbul’da tutamazdı.
Dışarıda, Sakarya - İzmit yolunda on binler yürüyor ve garibim Aydın Engin hamam sıcağından beter bir odada, masa başına çökmüş yazı gününü kurtarmaya, bir Tırmık kotarmaya çalışıyor.
Ne diyeyim?
Çocukluğumdan kalma, türkü müydü, tekerleme miydi bu kafayla çıkaramayacağım bir cümle kafamda turlamakta:
“Kara bahtım, kem talihim; ağustosta suya girsem balta kesmez buz olur”...
Valla “balta kesmez buza” razıyım. Oysa şu anda cumartesi günkü Tırmık’ta başlığa oturan “ter dereleri” terfi etmişler; dere irisi, ırmak küçüğü “çay”a dönüşmüş, ha bire sırtımdan aşağı akıyorlar.
Bense bir yandan “Oğlum Aydın Engin, bak Cumhuriyet’te kapı yoldaşın Zeynep Oral arkadaşın da dün o boğucu sıcakta, sıvılaşmış asfaltta yürüdü. Onun da beli ağrıyor ama yürüdü işte. Haydi davran” diye kendime nafile yere gaz veriyorum.
Nafile dedik ya...
Salt bel ağrısı da değil. Benim gibi safkan bir Ege çocuğunu, hem de Ege’nin “En Ege”sinde, Küçük Menderes Ovası’nın dibinde, Ödemiş’te doğup büyümüş birini bile yıldıran, pelteleştiren bir çöl sıcağı dışarıda ve içeride kol geziyor.
Kendimi “Acaba duşa içi buz dolu bir plastik torba bağlasam; sonra o torbaya iğne ile küçük delikler açsam; duştan buzlu sular akıtabilir miyim” yollu “Zihni Sinir projeleri” üretirken yakalıyorum.
Ustalarımın öğütlerindendir: “Oğlum konu sıkıntısı, yazı kabızlığı çekiyorsan, trafik yaz, havadan söz et, araya bir iki fıkra sıkıştır” derlerdi.
O da nafile... Bu kafayla onu bile beceremeyeceğim...

***

Ey okur!...Geçen yılın 5 Temmuz’unda Cumhuriyet’in
o sırada henüz “dışarıda” olan elebaşıları “Gel, bir işe yara” deyip çağırmışlardı. Haftada dört yazıdan ibaret Cumhuriyet mesaimi, Liman Kahvesi’nde adaçayına okey partileri ile tamamlayıp, Marmara Adası’nda günümü gün ederken yollara düşmüş İstanbul’a zorunlu dönüş yapmıştım. On gün sonra da “Allah’ın lütfu” gelmiş, tepemizde jetler uçmaya başlamış, daha gün kararmadan darbeye kalkışan salaklar yüzünden Cumhuriyet binasına demir atmıştım.
İki gün sonra tam bir yıl geçmiş olacak.
Ne bir yıl ama!
12 arkadaşımı “Reis’in devleti”nin tutsak ettiği, benim bile bu yaşta beş gün polis nezarethanesinde konuk edildiğim, gazeteyi aksatmadan sürdüren genç arkadaşlarımın sürmenaj sınırında dolandıkları bir yıl. Yani 52 hafta, yani 365 gün... (Saat, dakika filan da sıralayacaktım ama bu kafa ile hesaplayamıyorum. Onu da siz yapın).
Tamam, bu yazı bu kadar. Ben şimdi, duşun başlığına içi buz dolu bir plastik torba bağlayıp,
o torbada iğne ile küçük delikler açıp...

*** 

Not: Bu ne biçim yazı ey gazeteci” diyenlere. Başlığa bakın. Ben baştan uyardım.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları