Çiğdem Toker

Gazze

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Bizim kuşağın sıradan ama değişmeyen yazgılarından biri:
Kötünün ve zalimin yanında ödeyemediği büyük bir borcu varmış gibi süklüm püklüm duran, görev süreleri bitip isimleri değişse de özür diler tarzdaki konuşma tarzı asla değişmeyen BM genel sekreterlerini seyretmek zorunda kalmak.
Ne vakit yeryüzünün yoksul bir coğrafyası, zalimin vahşetiyle inler; onlar görünür ekranlarda; iyi eğitilmiş yüzlerinde, kameralar kapatılınca fırlatıp atacakları, “trajedi” zamanlarında takılan sahte keder ifadesi...
Siyah-beyaz televizyon zamanlarından bu yana hiç değişmedi..

***

Sahilde oynarken, denizden atılan füzeyle parçalanan minicik bedenlerin yazgısının yanında hükmü yok elbet bu kaderin.
Lakin insan gerçekten isyan ediyor.
İnsan, yok edenin kıyıcılığı karşısında, kimsenin elinden bir şey gelmediğine inanamıyor.
Sonra kahroluyor...
Çocukların ölüm fotoğrafları düşüyor ekranlara; kahroluyoruz.
Gazze bombalanırken dans eden aşırı sağcıların görüntüsü geliyor, tiksintiyle izliyoruz.
Sonra?
Almanya Başbakanı, 70 yıldan seslenen kolektif bilinçaltıyla “elbette İsrail’in yanında olduklarını” açıklıyor.
BM Genel Sekreteri, İsrail’in büyük ve demokratik bir ülke olduğunu söylüyor.
ABD Başkanı, “Daha fazla çocuğun ölmesini görmek istemiyoruz” diyor. Bu yani... “Görmek istememek.”
Başka bir şey olmuyor. Oturduğumuz yerde birkaç dakika kederlenip işlerimize, randevularımıza geri dönüyoruz.
Bizler için birkaç kare fotoğraftan ibaret olan acı, bıraktığımız yerde kavura kavura, dele dele sürüyor.
Ve her seferinde, BM Genel Sekreteri dediğiniz kişinin, sonuçta maaşlı binlerce bürokrat ve diplomata istihdam sağlayan; hukuken zaten güçlünün yanında konumlanmış bir kurumun yöneticisi olduğunu unutup ümitlendiğiniz için bir kez daha kahroluyorsunuz.

***

Masum sivillerin öldürülmesini “durdurma” gücünü elinde tutan, bunu gerçekten bir dakikada başarabilecek hiçbir ülke, kılını kıpırdatmaz, etkili yaptırım uygulamayı aklının ucundan dahi geçirmezken; eski zamanlardan kalma köhnemiş bir protesto biçimini tedavüle sokmak da eğer aymazlık değilse, kendi kişisel konformizminin bekasını perdelemekten başka bir şey değil..
Bundan 15 yıl önce, İtalya Öcalan’ı iade etmedi diye öfkeli milliyetçilerin İtalyan mallarına yönelik başlattığı boykotu hatırlayanlar illa ki vardır.
Son hecesinde -lla harfleri bulunan ne kadar mobilya ve makarna şirketi varsa iflastan, gazetelere sayfa sayfa ilan vererek zor kurtarmıştı canını.
Boykotçuların ve dahi milletin İtalyan markası sandığı pek çok ürünün; yüzde yüz Türk sermayeli, binlerce Türk işçi çalıştıran şirketler olduğunu da pek çok kişi bu vesileyle öğrenmişti.
Hasılı günümüzde hayli karmaşık ve çok ortaklı yapılara sahip uluslararası markaların ürünlerini boykot girişimi, astarı yüzünden pahalı gülünç bir protesto yöntemine dönüşeli çok oldu. Bunu, memleketindeki şirketlerinde binlerce işçi çalıştıran Ekonomi Bakanı bilmez mi? Elbette bilir. Bilmezden gelir.
Acıklı yüz ifadesiyle “Salı-çarşambaperşembe üç gün yas ilan ettik” diyen Başbakan Yardımcısı, hakiki “yas”ın ne olduğunu bilmiyor olabilir mi? Tabii ki olamaz.
Gazze işte yanı başımızda.
Madem gerçek bir yaptırım uygulayamıyorsunuz...
Bırakın meşrubat boykotçuluğu oyununu, üç günlük yas kandırmacasını.
Ateş altında; elektriğe, suya, yakıta, gıdaya ulaşamayan o çaresiz insanlara bir-iki yardım TIR’ının ötesine geçecek, daha sürekli ve kalıcı girişimler başlatın.
Savaşı, krizi “fırsat” olarak görmeyecek bir iş dünyası elbette vardır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları