Agatha Christie’nin izini sürdüğü cinayet

Agatha Christie’nin izini sürdüğü cinayet

23.02.2025 11:18:00
Güncellenme:
Tolga Aydoğan
Takip Et:
Agatha Christie’nin izini sürdüğü cinayet

Gizemini bugün bile koruyan, bir istihbarat faaliyeti sonucu olduğu düşünülen ve Ankara valisi Nevzat Tandoğan intiharına neden olan 1940’lar Türkiyesi’nin unutulmaz olayı Ankara cinayetine bugün açığa çıkmış bilgiler eşliğinde yeniden bakalım.

9 Temmuz 1946 sabahı... Güneş, yeni uyanan kentin kaldırımlarını solgun bir sarıyla boyarken dinginliği bozan bir silah sesi duyulur!

Yenişehir’deki vali konağında görevli bir kadın korkuyla kendini dışarı atarak “Yetişin! Vali Bey kendini vurdu!” feryadıyla yardım ister. Sözü edilen kişi Ankara valisi Nevzat Tandoğan’dır. Vali konağının tam karşısında oturan Dr. Siber Göksel ise o anı şöyle anlatır: 

“Valinin evinde uzun süredir gece ışık hiç sönmüyordu. Salondaki perdeler aralıktı. Tandoğan’ın gece yarılarına kadar evde dolaştığını görüyorduk. Işığın hiç sönmediği, yine valinin bütün gece dolaştığı o günün sabahı dokuz sıralarında bir silah sesi duyduk. Fatma Hanım ‘Vali bey kendini vurdu’ diye feryat ediyordu.”

Peki Vali Bey neden intihar etmişti? 

YANITSIZ TELEFON

Birkaç ay önceye gidelim, 16 Ekim 1945 Salı... Ulus’ta Anafartalar Caddesi üzerindeki Himayei Etfal Apartmanı. Uzun, karanlık koridorda ayak sesleri ve onu bastıran tiz bir telefon sesi. 

İnsanı huzursuz eden o tiz sesin nereden geldiğini anlamak zor değil. Koridora açılan 5 numaralı odanın girişinde bir tabela: “Doktor Neşet Naci Arzan Muayenehanesi” 

Aralı kapı ürkütücü bir gıcırtıyla açılınca görülür ki masadaki telefon uzun uzun çalmakta. Yanıt veren yok. Telefonu açması gereken kişi yerde, kanlar içinde. Dr. Neşet Naci Bey kısa bir süre önce vurulduğu için yanıt veremiyor telefona. Evet, bu bir cinayet... 1940’lar Türkiye’sini derinden sarsan, hâlâ tam anlamıyla aydınlatılamamış o meşhur Ankara cinayeti. 

CİNAYET NEDEN İŞLENDİ

Bir gün sonra... 17 Ekim 1945 Çarşamba. Anafartalar Emniyet Amirliği’ne Reşit Mercan adında bir genç girerek “Neşet Naci Bey’i ben öldürdüm” diyecektir. Öldürme gerekçesi ise çok basittir: “Verem hastasıyım. Doktordan rapor istedim vermedi, bu yüzden öldürdüm.”

Ancak incelemede Mercan’ın verem olmadığı anlaşılır. O an akıllarda bir soru belirir: “Peki Reşit Mercan neden yalan söylüyor?” 

Savcılık ve Emniyet, Reşit Mercan ile Haşmet Orbay’ın birlikte yaşadığını tespit eder. Haşmet Orbay, nüfuzlu bir ailenin oğludur. Annesi Mediha Hanım, Enver Paşa’nın kardeşidir. Haşmet Orbay’ın babası ise Genelkurmay Başkanı Kâzım Orbay’dır. Kendisi ise Vali Tandoğan’ın özel kalem müdürüdür. Yıllar sonra açıklayacağı üzere, o yıllarda MİT için de çalışır. Bu cinayette dikkat çeken ise maktul Naci’nin Sovyetler Birliği büyükelçiliğinin doktoru olmasıdır. 

Derinleşen soruşturmada cinayette kullanılan silahın kılıfı Orbay’ın valilikteki odasında bulunur. Orbay’ın cinayette parmağı olup olmadığı sorgulanmaya başlar. Ayrıca Mercan’ın cinayetin ardından Vali Tandoğan ile görüşmesi kafalarda soru işareti yaratır. Oklar Haşmet Orbay’a yönelir, cinayeti azmettirdiği yönünde kuşkular artar. Savcı Kemal Bora Mercan’ın cinayetten, Orbay’ın da mahkemeyi yanıltmak, yataklık ve ruhsatsız tabanca bulundurma suçlarından tutuklanmasını talep eder.

CİNAYETİ KİM İŞLEDİ?

Orbay ile Mercan’ın davaları ağır ceza mahkemesinde birleştirilir. Mahkeme başkanı Reşat Bayramoğlu 13 Kasım 1945 günü kararı açıklar. Cinayeti işlediğine hükmedilen Reşit Mercan 20 yıl, Orbay ise bir yıl hapis cezası alır ama dava Yargıtay’da bozulur. Duruşmalar bu kez Bolu’da görülür ve Vali Tandoğan tanık sıfatıyla dinlenir. Ancak Tandoğan, kendisine tanık değil sanıkmış gibi davranılmasından rahatsız olur. Yazının başında değindiğimiz gibi yaşananlardan dolayı intihar eder. 30 Temmuz’da ise Kâzım Orbay görevinden ayrılır. 

Olayın karmaşıklığını çözmek için görgü tanıkları da dinlenir. Cinayetin işlendiği binanın girişinde bulunan Foto Rıfat, cinayet günü Haşmet Orbay’ı apartmandan çıkarken gördüğünü iddia eder. Binadaki diğer fotoğrafçı Rıdvan Kırmacı da bu iddiayı destekler. Bina görevlileri Tevfik Tutar ile Sultan Kara da Orbay’ın cinayeti işlediğini ileri sürer. Dava 17 Aralık 1946’da sonuçlanır, Orbay idam cezasına mahkûm olur. Mercan ise suça iştirak ile 10 yıl hapis cezası alır. Fakat karar bir kez daha bozulur. 13 Temmuz 1948’de Orbay 18 yıl, Mercan ise 9 yıla mahkûm edilir. Ancak bu süreyi yatmadan, 1950 affı ile tahliye edilirler. Cinayetin nedeni yıllar boyu gizemini korur. Bir iddiaya göre Dr. Neşet Naci, Ruslara istihbarat sağladığı için öldürülür. Başka bir iddiaya göre Haşmet Orbay Ruslara bilgi sızdırırken bunu Dr. Neşet Naci görür ve bu nedenle öldürülür. Diğeri ise para sıkıntısı çeken Orbay’ın Dr. Neşet Bey’den para alamayınca cinayeti işlediği iddiasıdır.

AGATHA CHRISTIE DEVREYE GİRİYOR

“Bir polis hafiyesi sessizliği içinde Ankara’ya gelen Bayan Mallowan’la daha doğrusu beynelmilel ismiyle Agatha Christie ile konuştuk...” 

Bu satırlar gazeteci Suat Nazif Baydur’un. Ünlü polisiye yazarının Ankara’ya “hafiye gibi” geldiğini öğrenen Baydur, Nisan 1948’de Radyo dergisi için Christie ve arkeolog eşi Max Mallowan’la bir röportaj yapar. 

Christie’nin sık sık İstanbul’a gittiği, Pera Palas’ın 411 numaralı odasında kaldığı bilinir. Hatta “Şark Ekspresinde Cinayet” kitabını bu odada yazar. Ancak dünyaca ünlü bu yazarın Ankara gezisini bilenlerin sayısı günümüzde yok denecek kadar azdır. Bu konuda yapılan haberlerin çoğu da Christie’nin Ankara’ya bu meşhur cinayeti araştırmak için gittiği yönündedir.

“Ankara cinayeti” davası sürerken 16 Nisan 1948’de Mallowan-Christie çifti Ankara’da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde, Irak ve Suriye’de yaptıkları kazılara ilişkin bir konferans verir.

Vâlâ Nureddin 26 Nisan 1948 tarihli Akşam gazetesinde ülkede işlenen cinayetlerin azaldığını ama yine de Agatha Christie için çok sayıda polisiye malzeme olduğunu kaleme alır. Doğan Nadi ise 24.4.1948 tarihli Cumhuriyet gazetesinde benzer bir yazı yazar: 

“Büyük polis romanları müellifi Agatha Christie, Bolu davasıyla yakından alakadar oluyormuş. Sayın bayana hemen haber verelim ki, bizde çözülmez sırlar ve bitmez davalar pek çoktur. (Orada burada bulunan kafası kopuk cesetler saymakla tükenecek gibi değil. Christie, memleketimizde oturup bunların tafsilatını toplasa kolayca ve kıyamet kadar eser sahibi olur!” 

Gazeteciler, Ankara cinayetini sorduklarında Christie bu olayın “Canlı bir polis romanı olabileceğini” söyleyerek ilgiyle takip ettiğini vurgular. Ünlü yazar İngiliz büyükelçisi Sir Victor David Kelly’nin davetlisi olarak Çankaya sırtlarındaki büyükelçilik binasında iki gece kalır. Ayrıca sefire Kelly, Christie onuruna bir çay ziyafeti verir. Bu ziyafete ilk Türk arkeoloğu Ekrem Akurgal da katılarak Christie ve eşiyle sohbet eder.

Christie’nin Ankara ziyareti araştırılmamış ve gizemini koruyan bir konu. Yazarın konferans için mi yoksa bu cinayeti araştırmak için mi Ankara’ya gittiği bilinmezken olaydan esinlenerek bir roman yazdığını da söylemek zor. Ancak Ankara’da bulunduğu sırada fotoğrafçı Osman Darcan’ın objektifinin karşısına geçerek Ankara günlerini ölümsüzleştirmiştir. Christie, fotoğrafı “Nisan 1948” notuyla Darcan’a imzalarken ünlü yazarın şimdiye kadar gün ışığına çıkarılamayan Ankara günleri ve Ankara cinayeti gizemini hâlâ korumaktadır.  

KAYNAKÇA

- S. Göksel, Sandviç Nesil, Rekmay Yay., 2014, s.81.  

- U. Mumcu, Cumhuriyet, 24 Şubat 1990, s. 6.

- Tarih Dergisi, Kasım 2015. 

- Alison Wolff Wilson, A Feather on the Tide, A. Sutton Publishing, 1985, s.176.

 -Uğur Kavas arşivinden