Nasreddin Hoca bir gün bir göl kenarında oturmuş, elindeki bir çanaktan kaşıkla yoğurt alıp suya batırıyormuş. Görenler sormuşlar:
“Hoca ne yapıyorsun?”
Hoca, “Göle maya çalıyorum” demiş. Gülüşmüşler ve şöyle demişler:
“İlahi hoca, göl hiç maya tutar mı?”
Nasrettin Hoca yanıt vermiş: “Ya tutarsa!”
Nasreddin Hoca’nın büyük bir bilge olduğu söylenir. Onun bilgeliği yaptığı esprilerle çevresindeki insanların zihinlerini bir tür yapı söküme uğratmasında aranmalıdır. Bilge Nasreddin insanlara doğrudan bir şeyler öğretmektense içinde bulundukları “düşünemiyor” olma halini bozmaya dönük girişimler sergiler.
Nasreddin Hoca’nın göle maya çalması üzerine yorumlama yapan (hermenötik) Sadık Acar, “Arzunun Psikomitolojisi” isimli eserinde su metaforuna odaklanmamız gerektiğini söyler: Su, ilk olarak her şeyin içinden çıktığı, tüm varoluşu haznesinde taşıyan başlangıç yeri, varoluş rahmi, ayrımsızlığın ilkesi, tüm biçimlerin biçimsiz özü olarak düşünülür.” (*)
İlk filozof Didimli Thales de her şeyin başlangıcına bir anologon olarak suyu koymuştu. Su, hem felsefede hem de mitsel metinlerde bir tür sembol işlevi görmektedir. Acar, Nasreddin Hoca hikâyesinde yer alan, suyun bir görünüşü olan gölü bir sembol olarak ele alır ve bu sembolün “kendiliği” işaret ettiğini söyler.
Bireyselleşme sürecinde öğretmen-öğrenci, sophos-philosophos, mürşit-talip ilişkisinin bir tür mayalama olduğuna dikkat çeken Acar bunun bir tür tohum ekme olduğunu söyler. Bu tür bir ilişkide tohum bilinçten çok bilinçdışına ekilmektedir.
“Bu daha çok Platonik bağlamda hafızanın açılmasına işaret eden ve doğrudan pshuke üzerinde gerçekleşen bir ruhlama faaliyetidir.” (*)
BİLİNÇTEN BİLİNÇDIŞINA
Hoca, bakraçta duran süte yani bilince değil doğrudan göle yönelmiştir. Göl biçimsiz bir kaynak olarak bilinçdışıdır. Nasrettin Hoca mayayı sezginin saf haline, iradenin yalın kaynağına çalmaktadır. Anadolu tasavvuf geleneğinde sıkça karşımıza çıkan bu mayalama işi bir tür hal aktarımdır.
Söz aktarmakla hal aktarmak arasındaki ayrım bireyselleşme sürecinde yaşamsal önem taşır. Söz bizde entelektüel bir bilgi dağarcığı oluştururken bu birikim bizim dönüşmemize neden olmayabilir. Ancak hal aktarımının etkisi bunun tam tersidir. Sürekli çocuğuna yalan söylemenin kötü bir şey olduğunu söyleyen baba eğer yalan söyleyen biriyse “Yalan söylemek kötüdür” bilgisinin çocuğa etki etmesi mümkün değildir. Baba yalan söylemeyen biriyse bilginin sözle aktarılmasına artık gerek kalmamıştır. Acaba öyle mi?
Nasreddin Hoca halin aktarılmasında kendisini bir garantör olarak görmez ve “Ya tutarsa!” der. Öyle ya tutmayabilir de! Acar, hikâyedeki bu ayrıntı için şöyle der: “Ne gölü mayalayan ne de mayalanan sürecin nereye varacağı konusunda otoritedir. Her iki tarafın da özgür bireyselliğini Tanrı’nın garantörlüğünde serbest bırakmaktır.” (*)
Nasrettin Hoca, “Göl kesin maya tutacak” demiş olsa mayalananın özgür oluşundan dolayısıyla bir kendilikten söz edilmemiş olacaktır. Hoca bunu yapmakla ötekinin özgürlüğünü reddedecek ve bu tutum hocayı da özgürlük bilincinin dışına atıp onu somut özgürlükten mahrum edecektir.
Son olarak şunu da eklemek gerekir: Yalçın Koç’un tespitiyle Nasreddin Hoca’nın maya çaldığı bu göl Anadolu’dur ve Anadolu’ya ekilen tohumun adıysa “özgürlük”tür.
* Sadık Acar, Arzunun Psikomitolojisi, Destek Yayınları.