Atlar ve insanları

Atlar ve insanları

20.04.2025 12:00:00
Güncellenme:
Alara Baykent
Takip Et:
Atlar ve insanları

Nisan ayı, Birleşmiş Milletler tarafından her yıl Otizm Farkındalık Ayı olarak kutlanıyor. Bu ayda otizmli bireylerin yaşamla kurdukları ilişkide “normal” olarak kabul edilenden farklı davranışlarını anlamak ve yaşama onların penceresinden bakmak önemli. Bu açıdan atların otizmli bireylerle kurduğu iletişime yakından bakmak zihin açıcı.

Otizmli bireyler ve atlar arasındaki iletişim farklı mecralarda zaman zaman işlenmiş bir konu. Öte yandan söz konusu iletişimi işlevsel kılanın ne olduğu ise bir tartışma konusu...

“Otizm Farkındalık Ayı’na ithafen…

Bazı hikâyeler insanın kalbine öyle bir dokunur ki bildiğini sandığı dünyaya başka bir gözle ve hatta kalbiyle bakmasını sağlar. “The Horse Boy” filmi tam da böyle bir hikâye anlatır. Otizmli oğlu Rowan’ın dünyasına ulaşmakta zorlanan bir baba, geleneksel yöntemlerin yetersiz kaldığını fark ettiğinde aradığını beklenmedik bir yerde, atların sırtında bulur.

Atların farklı alanlarda terapi amaçlı kullanıldığını duymuşsunuzdur. Peki, nedir bu canlıları bu kadar özel kılan? Otizmli çocuklarla kurabildikleri o eşsiz bağın kaynağı nedir?

zlemlerime göre yanıtın bir kısmı atların insanın aynası olmasında gizli. Bir ata ne kadar korku ve stresle yaklaşırsak ondan hissettiğimiz enerji de o kadar gergin ve tedirgin olur. Çünkü atlar, Freudyen anlamda veya insanlara özgü o ben” düşüncesiyle tanımlanan egodan yoksun varlıklardır. Onlar niyetimizi, duygumuzu ve enerjimizi filtresiz bir biçimde, olduğu gibi yansıtırlar. Yanıtın diğer kısmı ise otizmli çocukların, özellikle spektrumun daha uç noktalarında yer alan, sosyal beklenti ve kimlik kavramlarından uzak yaşayanların benzer biçimde egosuz bir varoluş hâlinde olmalarında gizlidir. Bir anne veya baba otizmli çocuğuna baktığında, gördüklerinden biri Ben olmadığımda bu çocuğa ne olacak? Güvenebileceğim kim sahip çıkabilir?” gibi bir kaygıdır. Oysa çocukta böyle bir kaygı bulunmaz. Otizmli çocuk için geçmiş, gelecek ve bunlarla beraber gelen düşünceler yoktur. Yalnızca o anda varolmak vardır. Otizmli çocuk ile atın buluşması iki egosuz, yalnızca anda kalan varlıkların buluşmasıdır. İkisi de birbirinden huzur bulduğu o güvenli alanı oluşturur. Ne atın üzerinde binicilerin oluşturduğu beklentilerin baskısı vardır ne de çocuğun omuzlarında insanların kaygılarının stres yükü.

RİTMİN BÜYÜSÜ

Bu varoluşsal derinliğin yanında atlarla yapılan fiziksel etkinlikleri de göz ardı etmemek gerekir. “The Horse Boy” filminde Rowan’ı sakinleştiren unsurlardan birinin, atın sırtındayken hissedilen ritmik ileri-geri hareket olduğunu öğreniyoruz. Bir annenin bebeğini kucağında sallaması veya bir sallanan sandalyeye oturduğumuzda hissettiğimiz huzur, bu hareketin insana ne kadar iyi geldiğinin en doğal hatırlatıcılarıdır. At binerken bu ritme uyum sağlayabilmek için binicinin bedeni hem esnek hem de yumuşak olmalı, dengede kalabilmek için ise bazı kas gruplarını gerektiği kadar devreye sokması gerekir. Biniş boyunca çalışan kasların biniş sonunda gevşemesi ise rahatlatıcı etkinin bir başka parçasıdır.

“Rowan’a iyi gelecek, onu düzeltecek” düşüncesi ile başlayan bir macera, o ailenin her bireyinin, otizm teşhisi konduğu andan itibaren yaşadıkları bütün zorluklara karşın kendi farkındalık ve ruhen özgürleşme yolculuğuna çıkmalarına aracı oluyor aslında. Otizmli çocuklar norm olarak kabul edilenden eksik veya fazla değil yalnızca farklı. Gelişimlerini desteklemek için gerekeni yaptıktan sonra onlarla derinden bağ kurabilmek, onları daha iyi anlayabilmek için ise doğru bildiklerimizin ve egomuzun penceresinden bakmayıp kalbimizin penceresinden bakabildiğimizde onlarla aynı titreşimde var olabiliriz. Tıpkı atların kalplerinden bakıp onları olduğu gibi görebildiği biçimde…