Sevgi egoyu, inanç kuşkuyu, huzur kaygıyı, anda kalmak ise aceleyi öldürür. Bambaşka bir gerçek. Atlarla yaşamak tam da bu iki yönlü akışın içinde var olmayı gerektirir. İnsan ilişkileri de öyle.
ACELE ETMEK
Acele ettiğimizde yalnızca anda kalmayı yitirmeyiz, çoğu zaman atın bize söylemeye çalıştıklarını da duymayız. Bir hedef, bir yarışma, bir “hazır olma” beklentisi baskın geldiğinde, henüz zihni toparlanmamış veya sakatlığı tam iyileşmemiş bir atı müsabakaya sokmak, mumu iki ucundan yakmak gibidir. Kısa vadede sonuç alırsınız ama uzun vadede ilişkiyi, güveni, sağlığı tüketirsiniz. Sürekli bir hedef için ilerlemeden atla o an bulunduğun noktanın keyfini çıkarabilmek ise insana yavaşlamayı ve durmayı -anda kalmayı- öğretir.
Acele etmek, insan ilişkilerinde de aynı hasarı verir. Birini henüz duymadan, anlamadan, iyileşmeden ilişkiye zorlamak, bir dostun henüz toparlanmamış kalbine yüklenmek, “hadi toparlan” demek aynı aceleciliktir. İnsan da tıpkı at gibi kendi hızında iyileşir.
KAYGI DUYMAK
Kaygı hem bizde hem atımızda bir gölge gibi büyür. Yarışma sabahı nefesiniz hızlanırsa atın sırtında hissedersiniz bunu. Eliniz gerginse atın adımları da gerginleşir. İçsel fırtınamızın rüzgârını at taşır. Huzur kaygıyı öldürür çünkü huzur bulaşıcıdır. Binicinin nefesi yavaşladığında atın zihninde de yer açılır, dinginliğiniz onun güvenine dönüşür.
İnsan ilişkilerinde kaygı, karşı tarafın ritmini bozar. Birine sürekli kötü bir şey olacakmış gibi yaklaşmak, sürekli “ya giderse, ya kırılırsa” korkusuyla davranmak, karşı tarafın da huzurunu alır. Oysa karşınızdaki insana huzur verdiğinizde, kaygı doğal olarak çözülür. Huzur, “Güvendeyim” hissini doğurur, tıpkı atlarda olduğu gibi.
KUŞKULANMAK
Kuşku, binicinin eline ve koluna sızan görünmez bir gerilimdir. “Acaba yapabilir miyiz” sorusu, atın ağzında fazladan bir baskı; bacaklarda fazladan bir sıkma; hatta nedenini bilmediğimiz bir direnç olarak geri döner. İnanç kuşkuyu öldürür. Atına güvendiğinde kendi bedenine de güvenirsin: Beden güven sağladığında at sinyallerini net okur.
Kuşku insan ilişkilerinde de aynı mikro gerginlikleri yaratır. “Bana karşı dürüst mü”, “Beni gerçekten seviyor mu”, “Acaba yanlış mı anladım” soruları iletişimin akışını bozar. Kuşku, kelimelerin arasına küçük duvarlar örer. O duvarları kaldıran şey ise yine inançtır.
EGO
Ego, biniciliğin en sessiz ama en güçlü düşmanıdır. Ego ile yaklaştığımızda at artık partner değil, bir “performans aracı” haline gelir. Sevgi ise bu gölgeyi ortadan kaldırır. Sevgi egoyu öldürür çünkü sevgi, üstünlük değil birlik hissi yaratır. Sevgiyle yaklaştığımızda komut yerini anlayışa, sertlik yerini nezakete bırakır. At bu saflığı tanır ve ona karşılık verir.
İnsan ilişkilerinde ego, ilişkilerde gerçek bağın önüne geçen bir maske gibidir. “Haklı çıkma” arzusu, “üstün olma” isteği, “ben bilirim” tavrı bağları zayıflatır. Oysa sevgi geldiğinde ego geri çekilir, savunmalar çözülür. İki taraf da “biz” olmaya yaklaşır. İlişkiyi büyüten şey kazananı değil, birbirini duyan iki tarafı yaratır.
SONUÇ
Tersinden okunduğunda o cümle bize şunu hatırlatır: Biz değiştiğimizde, ilişki de değişir. Biz sakinleştiğimizde karşı taraf da nefes alır. Biz yumuşadığımızda iletişim akmaya başlar.
Atlar bize her gün aynı dersi tekrar eder: İletişim, içsel halimizde başlar ama bu her şeyi tek başımıza taşıyacağımız anlamına gelmez. Bağ iki tarafın da hazır olduğu hızda kurulur. İster bir atla, ister bir insanla.
İki beden ve iki niyetin ortada buluşabilmesidir konu aslında.