Doğanın dili çoğu zaman bize göre sessizdir ama gözlemleyen için güçlü iletiler fısıldar. “Crown shyness”, yani “taç utangaçlığı” da bu sessiz iletilerden biridir. Uzun ağaçların tepelerinde, birbirlerine değmeden büyüdükleri o ince boşluklar gökyüzüne çizilmiş görünmez sınırlar gibidir. Her biri kendi yerini bilir, sınırına sadıktır ama aynı zamanda diğerine yer açar.
Taç utangaçlığı, 1920’lerden beri gözlemlenen bir olgu olsa da terim olarak ilk kez 1955 yılında Avustralyalı ormancı ve botanikçi Maxwell Ralph Jacobs tarafından ortaya atılmıştır. Jacobs, özellikle okaliptüs ağaçlarını incelerken bu dikkat çekici davranışa odaklanmış; dalların doğal olarak birbirine karışma eğilimine karşı gelen, kendine özgü bir düzenleme biçimi olduğunu ileri sürmüştür. Günümüzde bu olgu, okaliptüs, çam, meşe ve akçaağaç gibi pek çok türde gözlemlenebilmektedir. Ağaçların en üst dalları arasında oluşan belirgin boşluklar ilk bakışta rastlantısal görünse de ardında karmaşık bir zekânın izleri olduğu düşünülmektedir.
BERABER BÜYÜMEK
Bazı ormanlarda bu davranış o kadar belirgindir ki gökyüzüne bakan birinin hemen dikkatini çeker: Ağaçlar adeta birbirinden çekinerek ama kolektif bir dengeyle büyür. İnsan ilişkilerinde de çoğu zaman sınırlarımızı ihlal etmekle karşılıklı yakınlık kurmak arasında bir salınım yaşarız. Taç utangaçlığı ise bize der ki: Yakınlık her zaman fiziksel temas değildir. Birlikte büyümek, aynı toprağı paylaşmak, farklı dallarla aynı gökyüzünü bölüşmek de yeterlidir.
Belki de yaşamdaki en derin bağlar, birbirine doğrudan dokunmadan ama yanında kalarak kurulur. Ağaçların sessizce yaptığı gibi. Bazen yalnızca tanık olmak yeterlidir: Birinin gövdesine yaslanmadan da onun varlığına eşlik edebilmek. Şiddetsiz bir varlık hali... Ne eksiltir, ne bastırır. Gölge etmeden gölgelik olmaktır belki de en ince bağ.
Ağaçların arasındaki bu boşluklar görsel sanatlara, edebiyata, sinemaya ve pek çok yaratıcı alana esin verecek kadar estetik bir yaklaşım sunar. Ancak en çarpıcı olan, bu sessiz davranışın ardındaki etik duruştur: Birbirine zarar vermemek, alan tanımak, dayanışmanın ince ayarını kurmak. Böyle düşününce insanın toplumsal yaşamına ne kadar da benziyor. Belki de yeryüzünün en büyük öğretmenlerinden biri olan ağaçlar, mesafenin yalnızlık değil saygı olduğunu hatırlatıyor bize. Taçlarımız çarpışmadan da büyüyebiliriz. Tıpkı birlikte orman oluşturan ama birbirine değmeyen bu canlılar gibi.
Bu arada, ağaçların dünyasını bir romanın kalbinde hissetmek isteyenler için İthaki Yayınları tarafından yayımlanan Richard Powers’ın “Her Şeyin Hikâyesi” eşsiz bir yol arkadaşı. Ben okudum, çok sevdim; doğaya, insana ve yaşama ilişkin derin bir rehber gibi hissettirdi. Pulitzer ödüllü bu roman, farklı hayatların bir ormanda, bir tohumda, bir ağacın dallarında nasıl kesiştiğini anlatıyor. Ağaçların duyarlılığına, sessizliğine ve kolektif bilincine edebi bir ağıt gibi yaklaşan bu kitap, doğayla bağ kurmak isteyen herkesin kütüphanesinde yer almalı.
Taç utangaçlığına ilişkin üç temel açıklama
Mekanik etkileşim: Rüzgârla sallanan dalların birbirine çarparak uç tomurcukları kırması sonucu zamanla bu alanlarda büyümenin sınırlanması.
Işık algısı ve yönlendirme: Ağaçların yapraklarının yansıttığı far-red (kızılötesine yakın kırmızı) ve mavi ışığı algılayarak komşu ağacın varlığını fark etmesi ve büyümeyi bilinçli olarak başka yöne yönlendirmesi. Güneşten gelen doğrudan ışıkla dolaylı yansımalar arasındaki farkı ayırt eden ağaç, ışık rekabetini azaltmak için diğerinden uzaklaşmayı tercih eder. Işık paylaşılır ama alan zorlanmaz. Bu davranış, bitkiler arasında sessiz bir iletişimin, farkındalığın ve hatta uyumun göstergesi olarak okunabilir.
Hastalıklardan Korunma: Zararlı böceklerin ve hastalıkların yayılımını azaltmak amacıyla dalların bilinçli biçimde temastan kaçınması.