Peyzaj düzenlemeleri artık birer “tasarım” değil, yaşayan ekosistemlerin planlaması. Çünkü her ağaç, her çalı, her yabani çiçek; karbondioksiti tutuyor, toprağın suyu emmesine yardımcı oluyor, kuşlara ve böceklere barınak sağlıyor. Bahçenin büyüklüğü değil, onun doğayla kurduğu ilişki biçimi önemli. Bu ilişki ne kadar bölgenin koşullarına ve gereksinimlerine yakınsa o kadar dayanıklı bir ekosistem kuruluyor.
Çevresel peyzaj düzenlemesinin bir diğer önemli yönü de “yaban hayatı habitatları” yaratmak. Hayvanların gelişebileceği, özgürce dolaşabildiği ortamlar kurmak; sincapları, kuşları, kelebekleri bahçeye çekmek, doğanın kendi döngüsünü destekliyor. Bir bahçenin küçük bir göleti, sığ bir su kabı ya da yabani çiçeklerle dolu bir çayırı bile yaban yaşamı için sığınak olabilir. Bu yaklaşım, kent içindeki alanlarda bile ekolojik ağların yeniden örülmesini sağlıyor. Araştırmalar, yeşil alanların çevresine göre havayı ortalama bir derece serinlettiğini ve çiçek zenginliğinin polinatör (arı, kelebek) türlerinin sayısını artırdığını gösteriyor. Yani her küçük yeşil alan hem iklim dengesine hem de biyolojik çeşitliliğe katkı veriyor.
YEREL BİTKİ, DİRENÇLİ EKOSİSTEM
İklim dostu peyzaj anlayışı, egzotik süs bitkilerinden uzaklaşıp yerel türlere yöneliyor. Yerel bitkiler, kendi topraklarının iklim koşullarına uyumlu oldukları için daha az su istiyor, daha az bakım gerektiriyor ve çevresindeki canlılarla simbiyotik bir ilişki kuruyor. Örneğin, Anadolu’nun kurak ve yarı kurak bölgelerinde doğal olarak yetişen lavanta, adaçayı, kekik ve geven türleri suyu verimli kullanan, toprağı koruyan ve polinatör canlılar için zengin bir yaşam alanı sunan bitkilerdir.
Bu yaklaşım, iklim değişikliğine karşı yalnızca bir estetik tercih değil, yaşamın yeniden biçimlenmesi anlamına geliyor. Doğru bitki seçimiyle karbon ayak izi azaltılabiliyor, mikro iklimler yaratılarak aşırı sıcaklıklar dengeleniyor. Her bahçe, toprağın su döngüsünü koruyan bir mikro orman, bir soluk noktası oluyor. Elbette bunu yalnızca kişisel bahçeler için söylemiyorum. Kamusal alanlardan özel işletmelere kadar herkesin bu konuda bilgi sahibi olup tasarımlarını bu yaklaşımla şekillendirmesi gerekiyor.
Biyoçeşitlilik bakımından zengin bir coğrafyaya sahip olan ülkemizde -yalnızca bitkisel biyoçeşitlilik açısından bile 12 bin türün ve bunların 4 bininin endemik olduğu Türkiye’de- bu yaklaşımı çok daha yoğun ve hızlı biçimde uygulamak gerekiyor. Bu anlayışın güçlü örneklerinden biri, Kapadokya’nın tarihi Mustafapaşa köyünde yer alan Ajwa Cappadocia’nın bahçesi. 90 dönümlük geniş bir alanda kurulu bu peyzaj, bölgedeki ekolojik dengeyi gözeterek planlanmış. Ayrıca vahşi yaşamı da gözetmesi nedeniyle alanın etrafı dikenli tellerle çevrili değil. Böylece sincaplar, kirpiler, kuşlar ve diğer canlılar doğal akış içinde varlıklarını sürdürebiliyor.
Bahçeler, sırf insan değil, başka türler için de bir yuva anlamına geliyor. Kuşlar, arılar, kelebekler, kirpiler, sincaplar... Hepsi o alanların görünmez sakinleri. Bir bahçeyi planlarken onların da ihtiyaçlarını gözetmek; küçük bir su kabı bırakmak, çitleri açık uçlu yapmak, kimyasal gübrelerden uzak durmak büyük farklar yaratıyor. Bu küçük jestler, doğayla yeniden barışmanın pratik yolları.
SÜRDÜRÜLEBİLİR PEYZAJIN İNSAN REFAHINA ETKİLERİ
İklim dostu bahçe tasarımı aynı zamanda psikolojik bir dönüşüm de yaratıyor. Çünkü insanın doğayla bağını onarması, kendi içsel ekolojisini de dengelemesine yardımcı oluyor. Toprağa dokunmak, bir tohumun filizlendiğini görmek, rüzgârın yönünü hissederek hareket etmek ve tüm kokuları içine çekmek... Bunların hepsi, hızla akan yaşamın içinde birer yavaşlama ve arınma pratiği.