Arkeoloji, başlangıçta Pozitivizm’le kol kola yürüdü. Toprağın altından çıkan her bir nesne, titizlikle ölçülüp biçilir, olabildiğince “nesnel” ve “ölçülebilir” kavramlarla açıklanmaya çalışılırdı. Hedef, doğa bilimlerine yaklaşmaktı. Beş duyunun algıladıklarıyla sınırlı kalan Pozitivist bakış günlük nesneler, ritüel objeler, sanat eserleri, mimari kalıntılar, insan veya hayvan figürinleri gibi maddi kültür öğelerini, çoğu zaman “Acep ne işe yarıyordu?” sorusuna indirgedi. Her şeyin, tek ve sabit bir “işlevi” olmalıydı. Örneğin:
- Tapınaklar yalnızca “ritüel mekânı”.
- Heykeller ancak “toplumsal bütünleşme sembolleri”
- Silahlar yalnızca “avcılık gereçleri”
- Kadın figürinleri ise neredeyse otomatik olarak “Bereket Tanrıçaları” olarak etiketlendi.
Arkeologlar uzun süre buluntuların “işlevselci” yorumunu tek doğru sandı ve eleştirmeden kullandı. “İşlevselcilik” yaklaşımı, maddi kültürün toplumsal çatışma, güç ilişkileri, sınıf politikaları, toplumsal cinsiyet gibi kavramlar üzerinden okunabilecek olası sembolik, politik, ideolojik ve psikolojik yorumlarını göz ardı ediyordu. Bu durum ise geçmişi anlamlandırmaya çalışırken “indirgemeci” ve tek boyutlu anlatılar doğurdu.
İşlevselcilik teorisinin arkeolojik yorumlar üzerindeki etkisinin belki de en belirgin ve uzun soluklu örneklerinden birisi de tarihöncesinin kadın figürinleriydi. 19. yüzyıl ortalarında ilk bulunmaya başladıkları günden beri bu kadıncıkların varoluş nedeni “bereket işlevi” olarak kodlandı. Koca bir asır, sırf “bereket kültü” objesine indirgenmiş ve o anlam kalıbında sabitlenmişlerdi.
Ancak özellikle 1980 sonrası gelişen feminist arkeoloji, eleştirel teori ve yorumlayıcı arkeoloji, “işlevselci” modelin indirgemeci doğasını sorgulamaya başlamıştı. Geçmişteki nesnelerin tek bir anlamı olamayacağı iddiası kuvvet kazanıyordu.*
- Toplumlar her zaman “uyumlu sistemler” değillerdi. Çatışma ve iktidar da üretmişlerdi.
- Toplumdaki kadın/erkek rolleri sadece biyolojik değil, politik ve kültürel olarak da şekillenmişti.
- Ritüeller, “toplumsal uyum”u sağlarken, bireyler üzerinde iktidar ve kimlik de kuruyorlardı.
- Herhangi bir sanatsal obje -bir figürin, kabartma, duvar resmi- tek bir işlevi yerine getirmenin ötesinde, inanç sistemlerine gönderme yapan, kimlikler kuran, iktidarı meşrulaştıran, ritüelleri güçlendiren ve toplumsal hafızayı aktaran ideolojik veya sembolik aygıtlar da olabilirlerdi.
Özetle, geçmiş nesneler olası dünyevi ya da kutsal işlev/işlevlerinin doğurduğu,
- çatışma
- cinsiyet
- kimlik
- ritüel
- sembol
- yaş
- beden
- hafıza
- temsil
- güç gösterisi
- mekân politikaları ile ilişkili çok katmanlı anlamlar taşıyabilirlerdi.
Arkeolojide bütün bu karmaşık sembolik evreni tek bir işleve indirgeyen “işlevselci” refleksin kuramsal ve yöntemsel olarak sorgulandığı en önemli kale Çatalhöyük oldu. İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nden James Mellart’ın 1960’lardaki ilk keşif ve kazılarından yaklaşık 30 yıl sonra Çatalhöyük araştırmalarını devralan Prof. Dr. Ian Hodder ve ekibi, kadın figürinleri defterini yeniden açmaya karar vermişti.
Bütün o bildiğimiz Çatalhöyük tipi “etine dolgun” kadın heykelciklerini bağlamsal analize tabi tuttular. Çünkü kendilerinden önceki, “kadın heykelcikleri eşittir Ana Tanrıça eşittir verimlilik işlevi” yorumlarının çoğu figürinlerin buluntu bağlamları,
- jeolojik-stratigrafik konum
- birlikte gömüldükleri objeler
- gün yüzüne çıktıkları mekânlar (depo, ocak, mezar…vb)
dikkate alınmadan, ağırlıklı olarak bedensel özelliklerden (koca memeli, koca popolu, etli butlu) anlam türeterek yapılmıştı. Oysa Çatalhöyüklü hatunlar genellikle “kutsal” sayılabilecek alanlarda değil ev içi dolgular, ocak çevreleri, çöp çukurları, yangın molozları ve platform altlarında bulunuyordu. Üstelik de çoğu kırık, parçalı veya eksikti.
Bu durum özenle saklanan “Ana Tanrıça”lar olduklarına ilişkin “işlevselci” ve tek boyutlu anlatıyı zayıflattı. Kadın figürinlerinin toplumsal, ritüel, bireysel ve bilişsel düzlemlerde çok farklı, çok katmanlı ve bağlama duyarlı anlamlar taşımış olabileceklerine; gündelik pratikler, farklı ritüeller (kapanış, kırma, gömme) hafıza ve hane içi ilişkiler gibi daha karmaşık süreçlerle bağlantılandırılabileceklerine yönelik kabulü arttırdı.
Çatalhöyük figürinleri bu açıdan bir laboratuvar işlevi gördü: Nesnenin anlamı, yalnız biçiminden değil, üretildiği, kullanıldığı ve terk edildiği bağlamların toplamından türetilebilirdi.
Kaynakça
* Shanks, M., & Tilley, C. (1987). Arkeolojiyi Yeniden İnşa Etmek: Teori ve Uygulama. Cambridge Üniversitesi Yayınları.