Sabah güneşi yavaş yavaş odayı aydınlatırken uzaktan gelen belli belirsiz seslerin gölgesinde düşüncelerinizin sürüklenip gittiğini hissettiniz mi hiç?
Birden bire zihninize düşen bir cümleye, çocuklukta annenizin sokaktan sizi çağıran sesine veya henüz yaşanmamış bir geleceğin hayaline daldınız mı?
Zihin bazen öylece gider ve bu gidiş boşuna değildir. Aksine bir yeniden kurma, bir iç düzenleme sürecidir.
Eötvös Loránd Üniversitesi’nden araştırmacıların yayımladığı bir çalışmaya göre zihin “dalıp gitmeye” bırakıldığında öğrenme hızı artıyor. Beyin, gizli kalıpları daha çabuk çözüyor. Bu zihinsel dolaşım, bilimsel tanımıyla dalgınlık dışarıdan bakıldığında boş bir dikkat dağınıklığı gibi görünse de içeride zihinsel haritalar yeniden çiziliyor.
Belirli düşüncelere odaklanmamak, sanıldığı gibi boş bir uğraş değil. Beynin kendi kendini yeniden düzenlediği, içsel bilgileri yeniden kodladığı bir süreçtir. Durakta beklerken, bulaşık yıkarken veya trafikte ilerlerken zihnimiz serbest dolaşıma geçer. İşte bu anlarda, farkında olmadan yeni bağlantılar kurar, sıradışı fikirler üretir, öğrenmenin başka yollarına kapı aralarız.
ZİHİNSEL GEZİNTİLER
Harvard Üniversitesi’nin dikkat çekici bir araştırmasına göre uyanık kaldığımız zamanın yaklaşık yüzde 47’si zihinsel gezintilerle geçiyor. Yani bu durum, bilincin temel davranış biçimlerinden. Elbette bu gezintilerin içeriği düşünce kalitemizi belirler. Bunu sezgisel olarak fark edenlerden biri de Jean-Jacques Rousseau’ydu. “Yalnız Gezenin Düşleri” isimli eserinde şöyle yazar: “Gideceğim yeri bilmeden, bütün gün yürüyüp düşünmekten daha hoş bir şey bilmem.” Zihnin yönsüz dolaştığı anlar, en derin içgörülerin filizlendiği anlardır belki de.
Bu gezintinin sinirsel izdüşümü de var. “Default mode network” (DMN) yani varsayılan mod ağı ismi verilen beyin ağı, dış uyaranlara değil, iç dünyaya yöneldiğimizde (düş kurarken, geçmişi anımsarken ya da geleceği kurgularken) etkinleşir. Marcel Proust’un sözünü hatırlayalım: “Gerçek yolculuk, yeni manzaralar aramak değil, yeni gözlerle bakmaktır.” Zihin kendini serbest bıraktığında gerçekten görmeye başlar.
Doğanın iyileştirici gücü üzerine yürütülen araştırmalar, 19. yüzyıldan bu yana artarak sürüyor. Doğada geçirilen zamanın, stres düzeylerini düşürdüğü, ruh halini ve bilişsel işlevleri iyileştirdiği artık bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. Nörogörüntüleme çalışmalarına göre doğal ortamlarda bulunan bireylerin stresle ilişkili beyin bölgesi olan amigdalalarında etkinlik azalıyor, oysa kentsel ortamlarda bu etki gözlenmiyor.
DALGA SESLERİ VE ŞİİR
Dalga sesleri eşliğinde yapılan yürüyüşler, bir şiirin içinde kaybolmak, zihnin kendini yenilemesine katkı sunuyor. Henry David Thoreau’nun Walden kıyısında geçirdiği münzevi yıllar, bu gezintilerin yazılı meyvesi sayılabilir. Doğaya bakarken düşünmek değil, düşünürken doğanın içinde erimek... Onun yazdıkları, zihinsel dolaşımın doğadaki izdüşümüdür.
Peki ya yaş almak? Zihinsel gezintiler yaş ilerledikçe seyrekleşebilir ancak gerçekleştiğinde hâlâ aynı yaratıcılığı ve öğrenme gücünü taşıyabilir.
Elbette zihinsel dalgınlık her zaman olumlu sonuçlar doğurmaz. Özellikle pişmanlık veya kaygıya saplanan düşünceler, fizyolojik stres yaratabilir. Ancak zihni kasıtlı olarak serbest bıraktığımızda, bu düşünceler çoğu zaman geçmişten anlam çıkarma veya geleceğe yönelik içsel bir olgunlaşma içerir. Bu da zihinsel esneklik ve uyum kapasitesi açısından değerlidir.
Bu pazar gününün rehavetinde, zihninizi bir anlığına serbest bırakmayı deneyin. Belki sizi eski bir kitap cümlesine, bir dostun hatırasına, henüz şekillenmemiş bir fikre götürür. Bu zaman, “kayıp” değildir. Belki de en verimli zaman odur. Çünkü bazen düşünmemek, düşünmenin ta kendisidir. Ve bazen sadece zihninizi dinlemek yeterlidir.