Düşlerle büyüyen bir kariyer

Düşlerle büyüyen bir kariyer

10.08.2025 12:49:00
Güncellenme:
Düşlerle büyüyen bir kariyer

Altı yaşında başladığı oyunculuk yolculuğunda onlarca karaktere hayat verdi, Emmy jüriliğinden yapımcılığa uzanan yeni bir sayfa açtı. Selin Yeninci ile düş kurmanın dönüştürücü gücünü konuştuk.

Selin Yeninci, henüz altı yaşında TRT İzmir Radyosu’nda ve Karşıyaka Belediye Tiaytrosu’nda başlayan kariyerinde düşlerini bir bir gerçekleştiriyor. Dört yıl önce kendi yapım şirketini kuran oyuncu, geçen yıl International Emmy Awards’ta jüri üyesi olmuştu. Bu yıl ise “Uçan Köfteci” filmi ve “Geleceğe Mektuplar” isimli dijital yapımda izleyiciyle buluştu. Yeninci ile kariyerinin satır başları üzerine keyifli bir sohbet yaptık.

– Canlandırdığınız karakterlere tutkuyla bağlandığınız hissediliyor. Bir rolü hazırlarken nasıl bir yöntem izliyorsunuz?

Bir projeye dahil olmak benim için büyük bir karşılaşma. Çünkü o karaktere ulaşana kadar birçok kişinin emeği oluyor: Yapımcısından yazarına, yönetmeninden oyuncusuna… Bu yüzden süreci tesadüf değil kıymetli bir buluşma olarak görüyorum. Her karakter için zihnimde, kalbimde ve defterimde bir başlık açıyorum. Onunla birlikte yaşamaya başlıyor, sadece “oynanacak” biri değil gerçekten yaşayan biri gibi hissetmeye çalışıyorum. Nerede yaşar, ne sever, hangi müziği dinler gibi ayrıntılarla onun dünyasına giriyorum. Çünkü izleyicinin bağ kurabilmesi için önce benim inanmam gerek. Hazırlık sürecimde not almak, esnek olmak ve sete hazır gelmek önceliğim. Resim, müzik, dans gibi sanat dalları bana ilham veriyor. Oynadığım karakterlerin birbirinden farklı olmasına özen gösteriyorum. Saniye, Zeynep, Meryem, Banu, Azize… Hepsi hayata farklı noktaladan bakan başka kadınlar.bambaşka kadınlar ve hepsi içimde yaşıyor ama ben onlardan farklıyım. Daniel Day Lewis gibi oyuncuların her rol için yepyeni bir perspektif yaratması bana çok ilham veriyor. Ben de seyircime ve işime duyduğum saygıyla, her projede sınırları zorlamaktan çekinmiyorum. Ayrıca her yaratıcı ekip kendi yöntemini geliştiriyor ve bu kolektif süreç bana hep çok büyülü geliyor.

– Oyunculuk, izleyiciye cesur bir meslek gibi görünüyor. Ancak sizin açınızdan, görünmeyen başka zorlukları da var. Bu sürekli tekrarlanan bir ruh hâli mi? Nasıl baş ediyorsunuz?

Oyunculuk, her gün kırılgan kalmayı göze almak ve buna rağmen yeni bir bakış açısı geliştirmek demek. Bu da dediğiniz gibi cesaret istiyor. Zaman zaman belirsizlikler yorucu olabiliyor ama bu yolculuk bana güç veriyor. Çünkü yaratıcılık en çok belirsizlik içinde parlıyor. Benim için meydan okumak, sisteme karşı gelmekten çok kendi doğama sadık kalmak, etik değerlerle üretmek ve içten bir yaşam sürmek demek. Koşullar eşit değilken enerjimi dışarıya değil kendi gelişimime yönlendirmeyi daha doğru buluyorum. Dünkü halime meydan okumak bana daha çok ilham veriyor. Kendi korkularının üstüne yürüyüp kendin olmaya cesaret etmek belki de en büyük meydan okuma

- Her şey düş kurmakla başlıyor sanırım. Siz bugüne kadar düşlerinizin ne kadarını gerçekleştirdiniz? Zaman içinde bu düşler nasıl dönüştü? Bugün geleceğe dair nasıl hayaller kuruyorsunuz?

Olumlu düşler yoluyla yaşam umudunu sürdürmenin çok sağlıklı olduğuna inanıyorum. Benim için önemli olan düşlerimin gerçekleşip gerçekleşmemesi değil onları kurmaya istekle devam etmek. Düş bittiği an oyun biter, oyunsuz bir hayat da mesleği oyunculuk olan ve start up bir yapım şirketi sahibi biri için keyifli olmaz.

KENDİ YAPIM ŞİRKETİNİ KURDU

– SY Pictures da bu hayallerden biri miydi?

Kesinlikle. Elon Musk “şirket kurmak, sonsuz bir boşluğa bakıp cam yemek gibidir” der ya, ben de o camı kendi kanımla çiğneyerek başladım bu işe. Cesaret, heyecan, kriz yönetimi… Girişimciliğin gerektirdiği her şey aslında karakterimin de bir parçası. Ve bence insan kendi hikâyesini kendi anlatmalı; çünkü sen anlatana kadar kimse gerçeği bilmez. Oyuncu olarak hikâye anlatmayı seviyorum, bunu yapımcılıkla birleştirmek istedim. Oyunculuğa altı yaşında TRT İzmir Radyosu ve Karşıyaka Belediye Tiyatrosu’nda başladım. Geçen yıl meslekte 30. yılımı tamamladım. Hedefim 30. yılımda kendi yapım şirketimi kurmaktı ama 2021’de erken bir adımla SY Pictures’ı kurdum. Pandemi ve yoğun tempom nedeniyle ilk somut adımı 2023’te attım. Kendi yapım modelimi oluşturmak için bir pilot proje ürettim ve bunu bir nevi “yapımcılık okulu”na dönüştürdüm. Cannes MIPCOM’da başlayan bu yolculuk, Miami, LA ve yeniden Cannes’daki içerik fuarlarıyla devam etti. Oscar ödüllü kurguculardan çevrimiçi dersler aldım, Ayfer Tunç’tan senaryo eğitimi gördüm, finans, kurumsal iletişim ve International Emmy jüriliği gibi pek çok alanda kendimi geliştirdim. Bu süreçte çok proje okudum, birçok yerli ve yabancı yapımcıyla görüşmeler yaptım. “Geleceğe Mektuplar” dışında son iki yılda gelen pek çok teklifi bu yoğunluk nedeniyle reddettim ama öğrendiklerimi meslektaşlarımla paylaşmaya hep özen gösterdim. Bugün birçok oyuncunun yapımcılığa cesaret ettiğini görmek beni motive ediyor. Birkaç yıl önce “Kurak Günler” filmiyle Cannes’da yarışırken, “Umarım ülkemdeki herkes bu deneyimi yaşar” demiştim. Bugün Cannes’da daha fazla Türk sinemacı var ve bu, ülke sineması için büyük bir gelişme. Sevdiğim bir sözle bitireyim: “Bazen sadece farklı bir adım atarsınız; sonra herkes aynı ritimde yürümeye başlar.” Bu bana küçük bir mucize gibi geliyor.

- Geçtiğimiz yıl Emmy jürisinde yer almıştınız. Nasıl bir deneyimdi?

Yapımcılık kaslarımı geliştirmek ve festivallere katkı sunma niyetimle başladım jürilik yolculuğuna. Diyarbakır Uluslararası Kısa Film, Tayf, Distopya ve Ankara Film Festivalleri ana jüri üyeliği sonrası Avrupa Film Akademisi’ne kabul edildim. Ve orada da jüri olarak görev aldım. Ardından International Emmy Awards’tan davet geldi ve New York’taki ödül törenine katıldım. Farklı ülkelerden projeleri görüp değerlendirmek hem oyuncu hem yapımcı olarak ufkumu genişletti. Türkiye’yi ve sektörümüzü temsil etmek de gurur vericiydi. 

– “Geleceğe Mektuplar” çok sevildi, hızlı tüketilen dijital işlerin ötesine geçti. Lisede beden zorbalığına uğrayan Banu’nun yetişkinliğini canlandırdınız. Bu deneyim sizin için nasıldı?

“Geleceğe Mektuplar”, tutkulu ve titiz bir ekiple çalıştığım özel bir projeydi. Yayımlandığı ilk hafta Türkiye’de en çok izlenen, globalde ise ilk 10’a giren Netflix içeriklerinden biri oldu. Banu, travmalarıyla çok gerçek bir karakterdi ve daha önce canlandırdığım hiçbir role benzemiyordu. Kırılganlığını zarafetle göstermek ve yeniden hayata tutunma cesaretini yansıtmak bana çok şey öğretti. İzleyicinin onunla kurduğu bağ beni ayrıca mutlu etti.

– “Uçan Köfteci”, sıradışı ama tutarlı kurgusuyla dikkat çekti. Sizi bu projeye çeken neydi?

Altın Palmiye ödüllü Rezan Yeşilbaş’ın ilk uzun metrajıydı ve Nazmi Kırık’la başrolü paylaştım. İnsan odaklı, sıcak ve mizahı güçlü bir hikâye. Dünya prömiyerini Rotterdam Film Festivali’nde yaptık, çok güzel tepkiler aldık. Film, önümüzdeki dönemde birçok festivalde yer alacak, ardından vizyona ve platformlara gelecek.

Image

MÜZİK BENİM KEŞİF ALANIM

“Müzik benim özgür hissettiğim keşif alanım. Son 13 yıldır da düzenli güncellediğim bir playlistim olmasının tuhaf gururunu paylaşayım. Klasik caz, old school hip hop ve film müziği albümleri hep hayatımda. Ella Fitzgerald, Doris Day, Nas, The Roots, Amy Winehouse, Leonard Cohen, Ludwig Goransson, Queen Latifah, Billie Eilish, Radiohead, Blur, Childish Gambino ve daha pek çok isim… Yeni keşiflerimden bazıları: Ahmad’s Blues (Ahmad Jamal), Menahan Street Band – The Contender, Sophie Hunger – There Is Still Pain Left, Amy Winehouse – The Girl From Ipanema, Bedia Akartürk – Altın Hızma Mülayim, Childish Gambino – No Excuses.”

KİTAP ÖNERİLERİ

“Halil Cibran’ın “Ermiş” kitabını tekrar okudum, her yaşta farklı bir tat veriyor. Dostlarıma önermeyi sevdiğim bir eser. Çehov, Shakespeare, Etgar Keret, Şule Gürbüz, Sadık Yemni de keyifle okuduğum isimler. Şu anda Joseph Campbell’in Tanrıçalar ve Tanrıça’nın Dönüşümleri kitabını okuyorum.”

– Oyunculuk empatiyi güçlendiren bir meslek mi? Zamanla çevreyi, toplumu ve başkalarının dertlerini daha derinden anlama becerisi kazandırıyor mu? Bu da beraberinde bir burukluk getiriyor olabilir mi?

Empati, barış içinde yaşamanın temel şartı ve toplumsal sağlık için çok önemli. “Seni görüyorum, hissediyorum, saygı duyuyorum” diyebilmek, güçlü bir kendilik bilinci gerektiriyor. Bu da insanı daha duyarlı, kırılgan ve anlayışlı hâle getiriyor. Bahsettiğiniz burukluk, aslında daha insan kalabilmenin bir sonucu. Empati sayesinde yeni bakış açıları geliştiriyor, olaylara farklı açılardan yaklaşabiliyoruz. Oyunculuk da tam olarak bunu gerektiriyor: Disiplin, dönüşüm ve zihinsel-bedensel-ruhsal bütünlük. Elbette yüksek empati, mesleki bir deformasyona dönüşebilir. Bu nedenle farkındalıkla yaşamak önemli ama empatinin bu mesleğin ön koşulu olması bana kendimi hep ayrıcalıklı hissettiriyor.

– Son zamanlarda sahne sanatlarında sık sık sezgisellik konuşuluyor. Siz sezgilerinizi nasıl geliştirdiniz?

Sezgi, zamanla gelişen ve doğru yönetilmesi gereken bir iç güç. Kendi yolunu açıyorsan, pusulan da sezgin olur. İnsanları dinlemek, gözlemlemek, bazen sadece susup iç sesimi duymak… Bunlar benim için çok kıymetli anlar. Okumalarım, farklı sanatlara ilgim, seyahatlerim ve doğayla kurduğum bağ sezgilerimi besledi. Ama sezgi ustalık ister; yanlış kullanılırsa kendine bile zarar verebilir. Onu tanımaya ve keşfetmenin keyfini ise ancak son yıllarda almaya başladım.

- Gün içinde neleri yapmak sizi mutlu eder?

Müzik dinlerken bahçemle ilgilenmek, yüzmek, uzun doğa yürüyüşleri yapmak beni dinlendiriyor. Şiir okumaya yeniden başlamam iyi hissettirdi. Film izlemek, dostlarımla özlem gidermek ve sevdiğim podcastleri dinlemek günlük rutinlerim.

- Önümüzdeki dönemde yer alacağınız projeler neler?

Bu sezon dijital platform ve televizyonda olmak istiyorum. Seyirciyi ve seti özledim. Ayrıca önümüzdeki yaz çekilecek bazı filmler için okuma sürecindeyim. Seyircinin hak ettiği standartlarda ve etkide projelerde yer almak için sabırsızlanıyorum.

İlgili Konular: #oyuncu #dizi