İstanbul’da özellikle 18-30 yaş arası gençler için “sosyalleşme” artık yalnızca bir eğlence değil aynı zamanda bir direniş biçimi. Ekonomik zorluklar, artan mekân kiraları, güvenlik önlemleri ve kültürel kutuplaşma gençlerin kamusal alanlarda varlık göstermesini her geçen gün daha zorlaştırıyor. Ancak bu durum onları içe dönük yaşamaya yöneltmektense farklı yollar aramaya itiyor.
Büyük kentlerde genç olmanın zorluğu bilindik sosyalleşme biçimlerinin “ulaşılabilir” olmaktan çıkmasını da beraberinde getiriyor. Ancak bu engellere karşın kentte yeni sosyal haritalar, kendi kurallarını yazan ağlar da oluşuyor.
Ortak arkadaş ağlarında organize edilen partiler, ev konserleri, günübirlik kiralanan evlerde yapılan “house party”ler ile Kadıköy, Kurtuluş, Balat gibi semtlerdeki park buluşmaları, yürüyüş toplulukları ile sanat kolektiflerinin açtığı “açık atölye”ler, açık mikrofon geceleri ve dayanışma sergileri yeni sosyalleşme biçimleri arasında önde gelen seçeneklerden.
Konrad-Adenauer-Stiftung’un 2021 tarihli araştırmasına göre gençlerin yüzde 72.9’u fırsat verilse yurtdışında yaşamak istiyor. Bu isteğin temelinde ise ekonomik zorluklar yatıyor. Benzer şekilde, SAHA Merkezi’nin gençler üzerine yaptığı bir diğer araştırma da katılımcıların yüzde 36.8’inin asgari ücretin altında bir gelire sahip olduğunu ortaya koyuyor.
Bu iki veri birlikte düşünüldüğünde, ekonomik baskının yalnızca maddi değil mekânsal bir daralma yarattığını da görebiliyoruz.
Ekonomik kriz ve mekânsal kısıtlamalar yanında kuşaklar arası farklılıklar da İstanbul’da gençlerin sosyalleşme biçimlerini belirgin şekilde dönüştürüyor.
İstanbul gibi büyük kentlerde gençlerin kentle kurduğu ilişki keşif, kaçış ve yaratıcılık arasında bir yerlerde. Kamusal alana duyulan temkinli yaklaşım, onları görünmeyen, gözden ırak alanlarda kendi dünyalarını kurmaya teşvik ediyor. Böylece gündelik yaşamın baskılarına karşı yaratılan bu “yarı gizli” ve “geçici” alanlar yalnızca eğlenme değil aynı zamanda var olma ve ifade biçimlerine dönüşüyor.
Bu “yarı gizli” topluluklar, sosyal bağların daha esnek ve anonim biçimlerde kurulduğu, kamusal alandan bağımsız ancak toplumsal normları yeniden şekillendiren bir alan sunuyor. Bu alanın oluşması da bir gerekliliğin sonucu.
Kent kültürü ve kültürel miras hakkındaki çalışmalarıyla bilinen ve bu konudaki görüşleri oldukça dikkate değer olan İBB Miras kurucusu Mahir Polat bir konuşmasında şu soruyu sormuştu:
“İstanbul'da para harcamadan girebileceğiniz çatısı olan bir kamusal mekan yok. Bir insan evinden çıkınca para harcamadan üstü kapalı bir mekana gidemez mi?"
Bu sorudan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz sanırım: Gençlerin kentle kurdukları ilişki hem keşif hem de kamusal alanı dönüştürme arayışıyla ilgili.
BİRLİKTE DANS ETMEK BİRLİKTE İYİLEŞMEK
Bu dönüşüme örnek olabilecek noktalardan biri Jam Circle. Kurucusu Müge Olacak’a göre oluşum yalnızca dansı değil birlikte üretimi ve paylaşımı da merkeze koyan bir topluluk deneyimi. “İnsanların müzikle, bedenleriyle ve birbirleriyle kurduğu gerçek bağlantının bir yansımasıyız” diyen Olacak, swing danslarının getirdiği doğaçlama ruhun katılımcılara samimi bir alan sunduğunu vurguluyor.
Jam Circle, gençlerin kendi gibi insanlarla bir araya geldiği, bir etkinliğin ötesine geçen bir paylaşım alanı. Sabah partileri, çocuklu ailelere yönelik dans buluşmaları ya da ev konforunda düzenlenen tematik etkinliklerle yalnızca gençlere değil her yaştan katılımcıya hitap eden bir yapı oluşmuş. Olacak, “Bu toplulukların zamana yenik düşeceğini değil aksine birlikte kahkaha attığımız her anla daha da güçlendiğini görüyoruz” diyor.
Swing dansları aracılığıyla İstanbul’un kalabalığına ve bireyselleşmesine karşı bir tür karşı kültür inşa ettiklerini belirten Olacak, “Gençler gerçek bir bakış, birlikte atılan bir adım arıyor. Biz de bu teması dansla, samimiyetle kuruyoruz” diye ekliyor. Jam Circle’ın sunduğu sosyal deneyim, sadece birlikte dans etmek değil ortak hafızalar yaratmak ve bireysel iyilik halini kolektifleştirmek anlamına da geliyor.
"KAYDIKÇA UNUTUR GİBİ OLUYORUZ"
İstanbul’un kaykaycıları da kentte kendi mekânlarını yaratan topluluklardan. Bazen bir parkın köşesinde, bazen bir köprünün altındaki rampada buluşuyorlar. Ortak bir isimleri ya da dernekleri yok ama hep oradalar. Bir grup kaykaycıyla yapılan görüşmede şöyle diyorlar: “İnsanlar sanıyor ki buraya eğlenmeye geliyoruz. Bazen öyle evet ama çoğu zaman kafayı boşaltmak için buradayız. Kaydıkça unutur gibi oluyoruz.” Başka biri ekliyor: “Ev dediğin dört duvar değil. Bir ağırlığı var. Kaçıyoruz belki de.” Görünürlük peşinde değiller ama sesleri çıkıyor. “Kim olduğumuzdan çok, nasıl hissettiğimizle ilgiliyiz. Biri sorarsa, sadece kayıyoruz deriz” diyorlar. Bütün bu sözler, kentte mekânı sahiplenmenin sıradanlıktan çıkıp bir ifade biçimine dönüştüğünü gösteriyor.
EKONOMİNİN ETKİSİ
İstanbul Esenyurt Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Munise Nur Aktan’a göre gençlerin klasik sosyalleşme alanlarından uzaklaşıp parklar, terk edilmiş binalar, ev partileri gibi geçici alanlara yönelmesi önemli bir toplumsal dönüşümün işaretini taşıyor. Ancak bu süreci anlamak için öncelikle “hangi gençlik” sorusunun sorulması gerekiyor. Aktan, gençliğin homojen bir toplumsal kategori olmadığını farklı sınıfsal, kültürel ve siyasal aidiyetlerle çeşitlenen, tikel bir yapı olduğunu vurguluyor.
Gençlerin mekânsal tercihleri yalnızca bireysel eğilimlerden değil yapısal eşitsizliklerden de besleniyor. Kimlik ve aidiyet arayışlarının yanı sıra ekonomik kriz, mekânsal dışlanma ve sosyal erişimsizlik gibi nedenlerle gençler, “kamusal alanın meşru öznesi” olma hakkını kaybettiklerini hissediyorlar. Aktan’a göre bu durum, gençliğin kentle ve toplumla kurduğu ilişkiyi hem mekânsal hem duygusal anlamda kırılganlaştırıyor.
Yarı gizli sosyalleşme biçimleri -örneğin anonim Telegram grupları üzerinden organize edilen buluşmalar ya da ev partileri- bir kaçış değil yeni bir toplumsallaşma modeli. Bu alternatif biçimler, kent hakkının yalnızca belli sınıflara tanındığı bir düzende hayatta kalma çabası ve yaratıcılıkla üretilmiş yanıtlar. Aktan, “Kamusal alanlarda para harcamadan zaman geçirebileceğiniz yer kalmadıysa yeni bir model yaratmak zorundasınız” diyor.
Bu geçici topluluklarda kurulan bağların yüzeysel kalacağı varsayımının da her zaman geçerli olmadığını belirten Aktan, ortak dışlanmışlık deneyimlerinin derin paydaşlıklar yaratabileceğine dikkat çekiyor: “Spinoza’nın dediği gibi her karşılaşma bir kudret açılımıdır. Yani en beklenmedik anda bile derin bir sosyal bağ kurulabilir.”
Sonuç olarak gençlerin kentle kurduğu yeni ilişki biçimi -keşif, kaçış, dönüştürme- mevcut kent politikalarına sessiz ama etkili bir itiraz niteliği taşıyor. “Kültür kurumlarının ötesinde, sadece bir araya gelmek, düşünmek, vakit geçirmek için bile kamusal alanlar şart. Gençlerin alternatif alanlara yönelimi bu eksikliğe verilmiş yaratıcı ama eleştirel bir yanıt” diyen Aktan, bu mekânsal yönelimin aynı zamanda bir eleştiri dili taşıdığını hatırlatıyor.