‘Toplumdaki her şey politiktir’ derler. Doğru... Politika, hayatın her alanında bulunmakla kalmaz, bizzat hayatın kendisini şekillendirir. Tıpkı tiyatro gibi...
Neredeyse muhalif fikir belirtmenin bile suç sayıldığı Türkiye’de, “görülmesi istenmeyen” şeyleri, “görünür kılan” birileri var: İstanbul Düş Sahnesi.
Bu ekibin odağında kadın cinayetleri var, toplumda büyüyen nefret ve ötekileştirme var, savaş tehdidi ve faşizm var. Yani tam olarak hayatın gerçekliği var. İzleyicilerin karşısına “politik tiyatro” ile çıkan İstanbul Düş Sahnesi’nin kurulma hikayesi bile politik.
İstanbul Düş Sahnesi’nin kurucularından Çetin Ali Nergis ve Gamze Şimşek, oldukça ilgi çekici bu serüveni Cumhuriyet Pazar’a anlattı…
İstanbul Düş Sahnesi
Bize İstanbul Düş Sahnesi’ni anlatır mısınız? İstanbul Düş Sahnesi ne zaman, neden ve nasıl kuruldu? Kimlerden oluşur ve gayesi nedir?
ÇETİN ALİ NERGİS: İstanbul Düş Sahnesi, Şubat 2016 tarihinde Orhan Kazbek, Gamze Şimşek ve Çetin Ali Nergis tarafından kuruldu. Bu tarihten birkaç ay öncesinde Orhan’ın yazdığı Deniz, Deniz oyununu sahneye koyan bir grupta Gamze ile birlikte sahneye çıkmıştık. Bir işçi direnişini konu alan bu oyuna, o dönemde Birleşik Metal İş Sendikası yöneticileri ilgi göstermiş ve 2015 yılında yapılan Genel Kurulda sahnelenmesini istemişlerdi. Genel Kuruldaki bu oyunun ertesinde sendika yönetimi, birlikte çalışma dileğinde bulunmuştu ama ekip dağılmıştı. Orhan, yıllardır tiyatronun içindeydi ve özellikle işçi tiyatrosu yapmak istemiş, bu amaçla oyunlar yazmıştı.
Sendikaya bir sözümüz vardı, Gamze de ben de devam etme isteğindeydik. Böylelikle yeniden organize olmaya karar vermemizin ardından yeni katılımlarla İstanbul Düş Sahnesi de ortaya çıkmış oldu. Başta gelen amacımızı, emekçilerin sorunlarını ve mücadelelerini sahneye taşıyarak bu yönde farkındalık yaratmak olarak belirlemiştik. Sendikanın örgütlenme ve eğitim çalışmalarına destek verebilecek yeni oyunlar hazırladık ve bu çalışmalar 2018 yılına kadar devam etti. Bu oyunları sendikadan bağımsız olarak da çeşitli sahnelerde seyirciyle buluşturduk. Orhan, çoğunlukla online bağlantılarla, zaman zaman da İstanbul’a gelerek çalışmalara katılıyordu.
“HALA KENDİMİZE AİT BİR SALONUMUZ YOK”
“Kendimize ait bir salonumuz yoktu, halen de yok. Kimi zaman evlerde, kimi zaman işyerimizin geniş bir ofisinde sürdürdük çalışmalarımızı. İstanbul’un değişik semtlerinden yola çıkarak akşam saatlerinde iş sonrası bir araya gelmeye çalışan grubun sürekliliği açısından önemli bir engeldi bu durum. Zorluklarla geçen iki yılın sonunda grupta yorgunluk oluştu, yeniden ayağa kalkmak için daha sıkı bir eğitim ve yeni bir motivasyona ihtiyaç vardı. Bu sürecin sonunda Gamze ile baş başa kaldık. Grubumuzun ikinci evresi dediğimiz 2019 ve sonrası, Tiyatromuzun konularını daha geniş bir kapsamla ele almaya çalıştığımız bir dönem oldu. Bugünkü kadromuzun temelini oluşturan kadın çalışmalarının mimarı Gamze olduğu için bundan sonrasına ilişkin sözü ona bırakmam daha doğru olur.”
“TİYATRO YAPMAK İÇİN EN ÖNEMLİ ŞEY…”
GAMZE ŞİMŞEK: 2019 yılında mahallemizdeki, Atakent Kadın Meclisi için bir yaratıcı drama çalışması yapmıştım. O çalışmaya katılan kadınlardan bir kısmı, drama çalışmalarına devam etmek istemişlerdi ve biz 5 haftalık çalışmayı 10 haftaya kadar uzatmış, ardından da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü için kısa bir performans hazırlamıştık. Bu performansın ardından kadınlar sahneye çıkmak istediklerini ifade edince onlarla yeni bir çalışma planladık. Bu çalışma teorik bir çalışmaydı. Kadın ve sanat üzerine yoğunlaştığımız bu programı Pandemi nedeniyle online olarak haftada bir gün şeklinde sürdürdük. Eğitim programımız 3 yıl boyunca devam etti. Antik Yunan’dan başlayıp 20. Yüzyıla kadar Kadın ve Sanata dair birçok başlığı konu edindiğimiz çalışmaların meyvelerini kısa performanslar şeklinde Instagram’da “feministdrama” hesabımızda yayımladık.
İlerleyen zamanlarda belirlediğimiz kadın yazarların kitaplarını okuyarak onlarla online buluşmalar yaptık. Bunun yanı sıra tragedyalardan başlayarak 20. yy’a uzanacak şekilde tiyatro klasiklerini okuyarak tartıştık. Tiyatro yapmak için en önemli şey kişinin istekli olması elbet ama sadece istek yeterli olmuyor. Bunun için teorik bir alt yapının oluşması ve ardından da sahnede pratik çalışmaların yapılarak birbirini bütünlemesi gerekiyor. Bu düşünceyle giriştiğimiz bu eğitim çalışmaları neticesinde sahneye uzanarak, ilk oyunumuz Jan Dark’ın Dönüşü ortaya çıktı.
“PISCATOR KENDİ TİYATROSUNU ANLATIRKEN ‘KAHROLSUN SANAT’ DER”
İzleyicinin önüne “pembe” bir dünya sermek yerine, “politik tiyatro” yapıyorsunuz. Neden politik tiyatro?
ÇETİN: Politik Tiyatronun babası sayılan E.Piscator, 1930’ların başında kendi tiyatrosunu anlatırken “kahrolsun sanat” der sözünün bir yerinde. Piscator’un bu sözü, elbette sanatın kendisine değil, toplumsal gerçeklikten tümüyle uzaklaşmış bir tiyatro anlayışına karşı duyulan tepkiyi ifade eder. Kapitalist dünyanın içine düştüğü büyük buhranın, emekçilerin hayatında neden olduğu tahribatı ve Almanya’da yükselen faşizmi ve savaş tehdidini görmezden gelen tiyatro insanlarına karşı Piscator, sanat buysa eğer, kahrolsun sanat demektedir.
İstanbul Düş Sahnesi olarak biz de bugün ülkemizde ve dünyada yaşanan adaletsizliklere, yükselen otoriterliğe, savaşlara, iş ve kadın cinayetlerine karşı olanaklarımız ölçüsünde mütevazi bir karşı duruş sergilemeye, bu konuları seyircinin gündemine taşımaya ve bir farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Bu anlamda evet, toplumun ezici çoğunluğu pembe bir hayat yaşamıyorsa biz de sahnemizde pembe bir hayatı değil, hayatın gerçekliğini sahneliyoruz.
GAMZE: Sanatın dünyayı değiştirebileceğini düşünmüyorum, dünyanın değişebilmesi için birçok farklı etmenin birlikte dönüşümü gerekli. Fakat sanatın insanların eleştirel düşünmesine katkı sağlayarak onlara eleştirel bir görme biçimi sunabileceği düşüncesine katılıyorum. Kadınların ve LGBTI+ ların ötekileştirildiği, suç ve adalet tanımlarının değiştiği, insanların kendilerine dayatılan yaşamı sabır ve şükür ile göğüslemelerinin salık verilerek, olumsuzlukların olumlandığı ve en önemlisi kültürel bir dezenformasyonun yaşandığı günümüz toplumunda hiç bir şey pembe değilken, sanatçıların en büyük vazifesinin, gerçekle bize gösterilmek istenen arasındaki bu büyük farklılığın görünür olmasını sağlamak olduğunu düşünüyorum.
Gamze Şimşek
“İKİ YENİ OYUN YOLDA”
Şu ana kadar hangi oyunları sahnelediniz? Ve onların izleyiciye sundukları neydi?
ÇETİN: İlk oyunumuz Gamze’nin oynadığı, Orhan Kazbek’in yönettiği Dario Fo ve Franca Rame’nin Uyanış adlı oyunu oldu. Grubun ekip halinde katıldığı ilk oyun ise Orhan Kazbek’in Metal fırtınadan hemen sonra ondan esinlenerek yazıp yönettiği Dobra Çetin Usta oyunu idi. Yine Orhan’ın yazıp yönettiği göçmen ev işçisi kadınları konu eden Marya adlı müzikli oyun, Orhan’ın uyarladığı Öykünün Öyküsü adlı bir diğer oyun. Bunların tamamı ilk dönem dediğimiz 2016-2018 yılları arasında Birleşik Metal İş Sendikası’nın eğitim çalışmaları içinde, ayrıca Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin Emek kulübünün davetlisi olarak Üniversite kampüsü içinde ve çeşitli sendika ve derneklerle dayanışma maksadıyla değişik sahnelerde oynadık.
2018 sonrası dönemde ilk oyunumuz, pandemi sonrası 2022 yılında sahneleyebildiğimiz Cihan Şan’ın Bernard Shaw’ın Jan Dark adlı eserinden uyarladığı ve yönettiği Jan Dark’ın Dönüşü adlı oyunu oldu. Bu dönemde oyunların yanı sıra Feminist Drama ekibimizin hazırladığı performansları da saymamız gerekir. Bu dönemin bir diğer oyunu ise benim ilk oyun yazarlığı ve yönetmenlik deneyimim olan Barış Ellerimizde adlı oyun oldu. Müzik öğretmenimiz Sevgican Dalga’nın da müziklerini yaptığı bu oyun, adından da anlaşılabileceği gibi, savaşın yol açtığı yıkımları anlatırken, barış için yeni bir hayata çağrı yapmakta. Her iki oyunu da halen sahnelemeye devam ederken iki yeni oyunun da çalışmalarını sürdürüyoruz.
“ASLINDA SEYİRCİMİZLE DERTLEŞİYORUZ”
GAMZE: Oyunlarımızın konularını toplumsal yaşamda ötekilenen ya da sorunları görünmez kılınan sınıfların bireylerinin öykülerinden esinlenerek oluşturmaya çalışıyoruz. Uyanış adlı oyun, kadının kapitalist sistem içindeki emek sömürüsünü ve ev içindeki emeğinin nasıl değersiz kılındığını gözler önüne sererken, ev işleri ve çalışma yaşamının zorlukları arasında sıkışıp kalmış olan kadını, kapitalist sistemin aile kurumu üzerinden toplumsal rollerin nasıl oluşturulduğunu ironi ve kara mizah yoluyla ortaya koyar.
Jan Dark’ın Dönüşü’nde amacımız dur durak bilmeyen kadın cinayetleridir. Artık insanlar kadın cinayetlerine şaşırmıyorlar. Samuray kılıcından, betona gömülmeye kadar çeşitli, zalimce ve planlanarak işlenen bu cinayetler nasıl oluyor da hala önlenemiyor? Hatırlarsınız bu ülkede yıllarca iyi hal indirimi altında taktığı kravatı ile hunharca işlediği cinayetler karşısında cezai indirimlerle ödüllendirilen suçluları konuştuk. İşte Jan Dark’ın Dönüşü’nde biz bu sefer kadın cinayetlerini önlemek için uğraşan bir Jan Dark ile bu konuları seyircimizle tekrar konu edindik.
Aslına bakarsanız biz dert edindiğimiz konuları sahneye taşırken bir anlamda da seyircimizle dertleşmiş oluyoruz ve unutmayın diyoruz, unutmayalım. Gündemin bu denli hızlı değiştiği ülkemizde unutarak ilerlemek, toplumsal belleğimizin de yitimi anlamına geldiği için sanatsal pratiğimizle bu hafızayı canlı tutmak için çabalıyoruz. Son oyunumuz Barış Ellerimizde’nin adının da çok manidar olduğunu düşünüyorum. Her şeyin insan eliyle var edildiği dünya üzerinde bu denli katliama seyirci kalmak nasıl bir duygu? Militarizm aracılığıyla insan katliamlarına yol açan süreci mevcut söylemleri tekrarlayarak nasıl üretiyoruz hep birlikte diye soruyoruz seyircimize.
“EKİBİMİZ GÖNÜLLÜLERDEN OLUŞUYOR”
En yakın 27 Şubat’ta ve 2 Mart’ta izleyicilerin karşısına çıkacaksınız. Oyunun içeriğinden biraz bahsedebilir misiniz? İzleyiciler sahnede ne görecek? Sanatseverler biletlere nasıl ulaşabilir?
ÇETİN: Barış Ellerimizde adlı oyunla, 27 Şubat Perşembe günü saat 20.00’de Küçükçekmece Belediyesi Atakent Kültür ve Sanat Merkezi’nde, 2 Mart Pazar günü saat 18.00’de Maltepe Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi Kardelen 2 salonunda seyirci ile bir kez daha buluşacağız. 75 dakikalık bu müzikli oyunla, savaş sırasında oluşan travmalarını atlatamamış bir asker ve onun geride kalan eşinin hikayesi üzerinden, çatışmaların ve şiddetin olağanlaştığı, savaşların kaçınılmaz sayıldığı bir dünyaya karşı, şarkılar eşliğinde yeni bir hayata, barışa çağrı yapıyoruz.
Dünyanın birçok ülkesinde otoriter yönetimlerin çoğaldığı, hak ve özgürlüklerin yok sayıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Barışın hüküm sürdüğü var sayılan ülkeleri de içine alacak şekilde tüm insanlık sürekli bir savaş hali içinde. Biz de oyunumuzda soruyoruz; “Ne zaman Barış, ne zaman Savaş? Barış yaşamaksa, bizimkisi yaşamak mı, Savaş ölmekse, e biz her gün ölüyoruz” Gerçek bir barış için mücadele etmek bugün önemli bir görev.
Barış Ellerimizde
GAMZE: Savaşlar her ne kadar cinsiyetten bağımsız olarak tüm insanlığı etkilese de, kadın ve çocukların savaşlarda en dezavantajlı konumda olduklarını biliyoruz. Bu oyun savaşlara feminist eleştirel bir gözle bakarak kadınların kayıpları üzerinde dururken, militarizm aracılığıyla inşa edilen erkekliği de sorguluyor. Judith Butler, toplumsal cinsiyetin sürekli tekrarlanan bir performans olduğunu söyler. Barış oyununda biz, erkekliğin de tıpkı kadınlık gibi sahnelenen bir performans olduğunu söylüyoruz. Dolayısıyla militarizm aracılığıyla yaratılan kimliklerin şekillendirdiği kararların yıkıcı sonuçları ile seyircimizi baş başa bırakıyoruz.
Bir arada ve grup olarak kalabilmenin her geçen gün zorlaştığı ve bireysel yalnızlaşmanın virüs gibi yayıldığı bu günlerde, İstanbul Düş Sahnesi olarak yaklaşık 9 yıldır oyunlar sahneleyen amatör bir tiyatro ekibiyiz. Ekip arkadaşlarımın çoğu farklı iş kimliklerine sahip olan ve buna ek olarak gönüllü bir şekilde tiyatro yapan insanlardan oluşuyor. Bu bağlamda, her iki tarihte de oyunlarımızı dayanışma maksadıyla oynuyoruz. İlki, DMD hastası Hüseyin Boran Çul adlı kardeşimizin tedavisine katkı için. İkincisi ise Maltepe Sokak Kültür Derneği çalışmalarına destek olmak için. Her iki oyun için davetiyeler salon girişlerinde temin edilebilir. Ayrıntılı bilgilere @istanbuldüssahnesi ve @feministdrama sosyal medya hesaplarından da ulaşılabilir.
“80 DARBESİ SONRASI TSK’DEN TASFİYE EDİLDİK”
Tiyatro ile nasıl tanıştınız? Özellikle Çetin Bey’in askeri disiplin gibi keskin bir yoldan, tiyatro dünyasına geçiş yapması filmleri aratmayacak bir hikâye… O süreç nasıl gelişti?
ÇETİN: Çoğu tiyatro meraklısı gibi benim de ilk tanışmam seyirci olarak gerçekleşti. 1970 ve 71 yıllarında Ankara Sanat Tiyatrosu, daha sonraki yıllarda Dostlar Tiyatrosu’nda izlediğim oyunlar beni çok etkilemişti. Ancak tiyatro ile daha yakın ilişkim, TSK ile ilişiğimin kesildiği 80 darbesi sonrasında gerçekleşti. 1978 yılında Kara Harp Okulu’ndan mezun olurken, komutanlarımız bize “teğmen oldunuz ama yüzbaşı olamayacaksınız” demişti. Devremizin büyük çoğunluğu yurtsever, sol, sosyalist düşüncelere yakındı. Nitekim, 1983 yılında üsteğmen rütbesindeyken, ben ve birçok arkadaşım sol görüşleri benimsediğimiz gerekçesiyle işkenceli sorguların ardından TSK’den tasfiye edildik. Sadece 1978 devresi değil, öncesi ve sonrası devrelerden binin üzerinde subay ve Harp Okulu öğrencisinin TSK ile ilişiği kesildi. Bu tasfiyeler sonrasında askeri okulların ve komuta kademelerinin kimler tarafından doldurulmaya çalışıldığını acı tecrübelerle yaşayarak gördük.
Benzer uygulamalar bugün de hala devam ediyor. 1986 yılında beraat ile sonuçlanan sıkıyönetim mahkemelerindeki yargılamaların ardından her birimiz bir yerde çalışma hayatına girdik. Hayatı sorguladığımız için TSK dışına atılmıştık ve bu sorgulama bundan sonra da devam edecekti. 1989 yılında İstanbul’da kurulan Emekçiler Derneği’nin kurucu ve yöneticileri arasında yer aldığımda, emekçilere ulaşmanın bir yolunun da sanat olduğu düşüncesiyle bir tiyatro gurubu kurmaya karar vermiştik. Araştırmalarım sırasında Kadıköy Sanat Topluluğu ve Orhan Kazbek ile tanıştım. Orhan, yaşamını tiyatroya adamış muhalif tiyatronun önemli, ancak adı ne yazık ki çokça anılmayan Merhaba Tiyatro Topluluğunun kurucusu Günay Akarsu’nun öğrencisiydi ve onun yolunda ilerlemek istiyordu. Orhan Kazbek’le o yıllarda kesişen yolumuz, dernek ve kültür merkezi gibi kurumlarda sürdürülen ortak çalışmalar sonrasında nihayet 2015 yılında bizi birlikte bir tiyatro grubu kurma aşamasına getirdi.
“MİLİTARİZMLE YETİŞİP, ANTİ-MİLİTARİST OYUN YAZMAK…”
Evet, militarizmin beşiğinde yetişmek ve sonrasında anti-militarist bir oyun yazmak, yönetmek ve oynamak dışarıdan bakıldığında ilginç görünebilir. Ancak bu sürecin nasıl geliştiğini düşündüğümüzde sanırım tutarlı bir sonuca ulaşmış oluyorum. Hayatı sorguladığımız için atıldık demiştim. Hayatı, dünyayı, içinde yaşadığımız bu düzeni sorgulayan, bilimsel bir dünya görüşüne sahip her insanın varacağı yer sanırım benimle aynı olacaktır. Askeri Lise yıllarında, emperyalizme karşı bir Kurtuluş Savaşı verdiğimizi ve sonrasında bağımsız bir cumhuriyet kurduğumuzu öğrenerek başladığımız askerlik hayatımız sırasında emperyalist dünyanın bir savaş örgüt olan NATO üyeliği ve ABD’ye bağımlılığı sorgulamamak düşünülemezdi. Yurtsever düşüncelerle başladığımız bu sorgulama, bizi toplumun sınıflı yapısını kavramaya ve sosyalizme kadar götürdü. Ve şimdi ben de tiyatroyu bu bilinçle sürdürmeye çalışıyorum.
Çetin Ali Nergis (solda)
“KENDİMİ BİLDİM BİLELİ ÇOK İYİ BİR İZLEYİCİYİM”
GAMZE: Çocukluğuma dair pek fazla şeyi anımsayamıyorum ama 5 yaşlarında iken babamın beni Beşiktaş’ta bir çocuk oyununa götürdüğünü ve oradaki tavşan kulaklı insanların yarattıkları dünyadan nasıl büyülendiğimi çok iyi anımsıyorum. Ben birçok tiyatro oyuncusu gibi okul müsamerelerinde ya da tiyatro kulüplerinde tiyatroya başlamış biri değilim. Kendimi bildim bileli çok iyi bir tiyatro izleyicisi idim sadece bu kadar. Çetin ile sahneye adımımı atar atmaz da bu alana dair eğitim almaya başladım.
Çünkü ısrarla hep söylediğim bir şey var ki, sadece yetenek ya da yatkınlık ile yapacağınız bir şey değil tiyatro. Özelde yürüttüğümüz işler gibi mesai başlangıç ve bitimi arasında yapılacak bir iş de değil. Tiyatroya gönül vermek demek onunla yaşamak ve hayatın her anında onunla yol almayı gerektiriyor. Bu nedenle ben de pandemi sonrası 20 yıllık meslek hayatımı sonlandırdım ve tamamen tiyatroya yöneldim. Şu anda da Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Tiyatro bölümünde yüksek lisans yapıyorum.
“DEMOKRASİYİ KAZANMADAN SANATA ULAŞAMAZSINIZ”
Türkiye’de tiyatronun hali hazırdaki durumunu nasıl görüyorsunuz? Sizce Türkiye tiyatrosunu nasıl bir gelecek bekliyor?
ÇETİN: Bir ülkede ekonomik, siyasal ve sosyal hayat nelerden etkileniyorsa, kültür sanat alanı da bundan uzak kalamıyor. Siyasi iklim toplumsal yaşamı nasıl etkiliyorsa sanatı ve tiyatroyu da öyle etkiliyor. Tiyatro da bu sistem içinde bir meta haline geldi ve tiyatrolar da piyasa kurallarına göre hareket etmek zorunda kalıyor. Tiyatronun durumunu incelerken nereden baktığımız da önemli elbette. Tiyatro seyircisi, tiyatro sahipleri, oyuncular, yapımcılar ne bekliyor ve bu beklentilere karşılık kültür alanında siyasi iktidar ne yapıyor? Her aşamada önemli olan, bu öznelerin tiyatroyu nasıl ele aldıkları. Ülkemizin tiyatro açısından da yoksul kaldığını düşünüyorum. 16 milyon nüfuslu İstanbul’da tiyatro salonları belli merkezlerde toplanmış durumda. Bazı ilçelerde Belediyelerin sağladığı imkanlar ne kadarsa tiyatro oyunları da o kadar ulaşabiliyor seyirciye. Büyük kentler dışında ise durum çok daha kötü. Bir de neler oynanıyor, tiyatroların repertuvarlarında hangi oyunlar yer alıyor bu da önemli.
Her alanda olduğu gibi tiyatro da büyük maddi zorluklar yaşıyor. Geniş kadrolu tiyatroların ayakta kalması neredeyse imkansız. Kostümlü, zengin dekorlu, geniş kadro gerektiren oyunları ancak Devlet ve Şehir Tiyatrolarında görebiliyoruz. Ve en önemlisi, tiyatro ancak seyircisi ile var olabilir. Geçim sıkıntısı çekmekte olan halkımız, ilk olarak kültürel ihtiyaçlarından vaz geçiyor. Tiyatroya gitmemiş, gidememiş çok sayıda insanımız olduğunu söylemek abartı olmayacaktır herhalde. Ve sanırım bu hayat pahalılığında bu sayı daha da artacak gibi. Tabloyu bu şekilde çizince, Tiyatronun geleceği de ülkemizin geleceğinden bağımsız olmayacak diyebiliriz. Demokrasiyi kazanmadan, ne ihtiyacımız olan ekmeğe ne de sanata ulaşmamız mümkün olabilecek.
“TİYARO İŞÇİLERİNİN ÖRGÜTLÜ MÜCADELESİ ÖNEMLİ”
GAMZE: Tiyatro Antik Yunan’dan beri var ve her ortamda var olmaya devam ediyor. Koşullar değiştikçe tiyatro da biçim değiştiriyor. Eskinin kalabalık kadroları artık yok onun yerine tek kişilik oyunlar çoğunlukta ama ben bunu olumsuzluk olarak görmüyorum. Ekonomik koşullara, sanatçıların gereken desteği görmemelerine rağmen çeşitli alternatif sahnelerde sanat yapmaları, sözlerini söylemeye devam etmeleri bana ümit veriyor. Bununla birlikte her sene tiyatro okullarından mezun olan öğrenciler için kaygılanmıyor değilim. Okuldaki arkadaşlarımdan birinin şu sözleri hiç aklımdan çıkmıyor. “ben hangi sahnede hangi oyun oynuyor diye arayacağıma, hangi markette hangi ürünün indirimli olacağını araştırıyorum” diye hayıflanmıştı bana.
Bu açıdan baktığımızda piyasa koşulları yeni mezun öğrenciler için oldukça vahşi. Şehir ve Devlet Tiyatrolarının açtıkları kadroların sınırlılığı, yeni mezun tiyatro emekçilerini televizyon ve dizi setlerine mahkûm kılıyor. Fakat televizyon dünyasının, oyuncuları sanatsal yeteneklerinden ziyade fiziksel özelliklerine göre seçerek istihdam sağlaması her şeyden önce konservatuar eğitiminin zorluğu göz önüne alındığında çok can sıkıcı bir durum.
Bu çocuklar konservatuarda 4 yıl boyunca birçok bölüme kıyasla çok ağır bir eğitim alıyorlar ve okul sonrası eğitimlerini sergileyecek alan bulamamaları oldukça üzücü. Bu yönüyle baktığımızda tiyatro işçilerinin örgütlü mücadelesini çok önemli buluyorum. Eskiye nazaran günümüzde amatörlerin tiyatro yapmaları her ne kadar zor olsa da gene de örnekleri mevcut. En azından 9 yıldır amatör anlamda tiyatro yapan İstanbul Düş Sahnesi bunun en anlamlı örneklerinden biri.
Barış Ellerimizde
“BİZ ‘GİŞE KAYGIMIZ OLMAYACAK’ DİYEREK YOLA ÇIKTIK”
İstanbul Düş Sahnesi olarak bundan sonraki planlarınız ve hedefleriniz ne? Yeni oyun hazırlıkları var mı?
ÇETİN: Az önce ülkemizde tiyatronun durumunu anlatmıştım. Bir de amatör tiyatrolar var. Biz de aynı koşullar içinde olsak da özel amatör bir topluluk olarak önemli farklılıklara sahibiz. Daha en baştan bir tiyatro grubunun önemli masraf kalemlerinden muaf tuttuk kendimizi. Bir tiyatro için önemli bir eksiklik olsa da sahne, dekor, kostüm, teknik donanım konusunda en ilkel biçimlerle başlayıp kendimizi geliştirmeye çalıştık. Özel oyunculuk eğitimlerini kendi olanaklarımızla alıp, bilgilerimizi grup içinde paylaşarak ekibimizi geliştirmeye çalıştık. Ev, işyeri, salon yeter ki bir mekan olsun her yerde çalışabilir, sokak, salon, direniş çadırının önü ya da sahne her yerde oynayabiliriz dedik.
Bizim gişe kaygımız olmayacak, dayanabildiğimiz ölçüde ücretsiz oynayacak, minimal dekor ve kostümle sahnelerimizi oluşturacağız diyerek yola çıktık. İki kişiye kadar azalmış olan sayımız bugün teknikteki arkadaşlarımızla birlikte 20 kişinin üzerine çıktı. Her birimiz, geçimini başka mesleklerde çalışarak sağlıyor, tiyatronun masraflarını kendi aramızda paylaşarak karşılıyoruz. Kolay olmuyor elbette tüm bunlar. 2019 yılından bu yana Küçükçekmece Belediyesi’nin Atakent Kültür Merkezi salonunda çalışmaya başladık ve bu bizim için çok değerli bir olanak oldu.
Seyirciye, güncelin içinden oyunlarla ulaşmak istiyoruz. Bunu da ancak seçilmiş oyunları günümüze uyarlayarak ya da içinde yaşadığımız dünyayı, gelişmeleri, toplumsal ilişki ve çatışmaları anlayarak, kavrayıp yazacağımız oyunlarla yapabiliriz. Bu anlamda grup içi eğitime, okumalara önem veriyor, her yönüyle İstanbul Düş Sahnesini geliştirmeyi hedefliyoruz. Kendi oyunlarımızı yazmak istiyoruz. Önümüzdeki yıl on yıllık bir sürece ulaşmış olacağız. Bir amatör topluluk için bu kadar süre ayakta kalmanın, bir arada durabilmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Geldiğimiz noktada hala kendimizi yetersiz görüyoruz ama zaten sanatın her dalı gibi belki de en fazla biçimiyle tiyatro sürekli öğrenilmesi, geliştirilmesi gereken bir sanat.
"EĞİTİMLERİMİZİN DEVAM ETMESİ EN BÜYÜK İSTEĞİMİZ”
GAMZE: İstanbul Düş Sahnesi 20 kişilik kocaman bir aile ve bugün var ise en başta bu arkadaşlarımızın disiplin ve aşkla bu sahneye sahip çıkmaları, emek ve gönül koymaları ile var. Biz her sene yaptığımız eğitimlerle hem ekip içindeki sinerjiyi arttırıyor hem de bizleri destekleyen seyircimize seyir kalitesi yüksek oyunlar sunmaya çalışıyoruz, Tiyatromuz yaşadığı sürece eğitimlerimizin devam etmesi en büyük isteğimiz. Ülkenin gündemini meşgul eden her konu bizim tiyatromuzu da ilgilendirdiği için konu anlamında pek sıkıntı çektiğimiz söylenemez. Şu an gelecek yıl için hazırladığımız Cihan Şan’ın yazdığı Shakespeare’in Kadınları adlı yeni bir oyun hazırlığındayız. Bununla birlikte üzerinde çalıştığımız müzikli bir anlatı tiyatrosu var gündemimizde.