İnternet çağında tartışmaların tonu, eskiden kahvehane köşelerinde duyduğumuz alaycı laf sokmalardan çok daha hızlı yükseliyor. Oysa fikir ayrılığı, doğru kullanıldığında toplumun akciğeri gibidir: Temiz hava sağlar, düşünceleri oksijenle besler. Paul Graham’ın yıllar önce kaleme aldığı “Anlaşmazlıklar Hiyerarşisi”, hâlâ zihinsel nezaketin pusulası olmayı sürdürüyor. Onun basamakları, tartışmanın kişisel sataşmadan kanıt temelli diyaloğa nasıl yükselebileceğini gösteriyor.
Graham’ın yedi basamaklı merdiveni, en altta “küfür” ve “hakaret” gibi cevval ama fikirsiz tepkilerle başlar. Bir üst basamakta “ad hominem” -yani argümanı değil, kişiyi hedef almak- vardır. Sonraki adımlarda konuyu çarpıtmak, sırf karşı çıkmak için karşı çıkmak, ardından da argümanın tonu yerine içeriğini irdelemek gelir. Zirvede ise “karşı tarafın ana tezine kanıtlarla yanıt vermek” bulunur. Bu, fikir tartışmasının altın standardıdır.
Teoriyi ilk okuduğumda aklıma Sidney Lumet’in 12 Öfkeli Adam filmi geldi. Küçücük bir jüri odasında önyargıların ve incelikli akıl yürütmenin nasıl çarpıştığını izleriz. Filmin başında sesini en çok yükseltenler, Graham’ın merdiveninin alt basamaklarına tünemiş gibidir. Hikâye ilerledikçe mantıklı sorular ve soğukkanlı analiz, bağırışların önüne geçer. Sosyal medyada gördüğümüz kavgaların tersine oradaki sabır ve netlik ne güzel bir panzehirdir.
Günlük yaşamda da bu merdiveni kullanabileceğimiz sayısız örnek var. Geçenlerde bir iş toplantısında bir proje üzerine hararetli bir tartışmaya tanık oldum. Katılımcılardan biri sunumun yetersiz olduğunu söyledi. Diğeri ise konuyu kişiselleştirip “Sen zaten bu işlerden anlamazsın” diye çıkıştı. O an Graham’ın şeması gözümde canlandı. Eğer ikinci kişi içeriğe ilişkin net bir itiraz sunsaydı, tartışma hem daha öğretici hem de daha verimli olabilirdi.
Disiplinli bir tartışmanın güzelliğini sadece felsefi yazılarda değil, edebiyatta da hissedebiliriz. Iris Murdoch’un “The Sovereignty of Good” (İyinin Egemenliği) isimli eseri, ahlaki berraklığın nasıl yavaş yavaş inşa edildiğini anlatır. Murdoch, “iyi”ye yaklaşmanın sabır gerektirdiğini söyler. Tıpkı tartışmada da yargıya varmadan önce karşımızdakinin en güçlü tezini anlamaya çalışmamız gerektiği gibi.
NEZAKETİN ÖNEMİ
Bu yaklaşım yalnızca entelektüel bir incelik değil, tarih boyunca barışı ve ortak aklı korumanın da anahtarı oldu. Osmanlı’da divan meclislerinde, padişahın huzuruna çıkmadan önce vezirlerin belirli nezaket kuralları içinde tartıştığı söylenir. “Meşveret” geleneği, düşüncelerin üst üste binmeden, incitmeden sunulmasını öğütlerdi. Nezaket, sadece kibarlık değil düşüncenin sağlıklı gelişmesinin zeminiydi.
Bugün ise sosyal medyada fikirlerin değil tonların savaştığını görmek sıradanlaştı. Siyaset tartışmaları bunun en belirgin örneği. Yorumlarda kişisel hakaretler ve öfke çoğu zaman argümanın önüne geçiyor. Bir “karşı-argüman kültürü”nün yeniden inşa edilmesi gerektiği artık daha da görünür. Tıpkı iyi bir bahçıvanın yabani otları ayıklayıp toprağı havalandırması gibi tartışma ortamlarının da özenle bakıma ihtiyacı var. Siyasette de akıl ve nezaket birer filtre gibi kullanılmalı.
Son tahlilde fikir ayrılığı bir çatışma değil, zihinsel bir davettir. Merdivenin alt basamaklarında bağırmak kolaydır. Asıl maharet yukarıya tırmanabilmektir. Tartışmayı bir sanat formuna dönüştürmek, hem kendi aklımıza hem de karşımızdakinin düşünce emeğine saygının göstergesidir.
Son sözü Voltaire’in çok bilinen ifadesiyle bitirelim: “Düşüncelerinizden nefret edebilirim ama onları söyleme hakkınızı sonuna dek savunurum.” Belki de Graham’ın merdiveni, bu sözü tartışmanın her adımında yeniden hatırlamamız için inşa edilmiştir.