Kusurlu yanını kucakla

Blu Tv’de ikinci sezonu gösterime giren Bozkır’a bu sezon katılan Furkan Andıç’la yaşamdan yansıyanları konuştuk.

Yayınlanma: 05.03.2023 - 16:18
Kusurlu yanını kucakla
Abone Ol google-news

İlk sezonunda hatırı sayılır bir hayran kitlesi edinen Blu TV dizisi Bozkır’a ikinci sezonunda herkesi heyecanlandıran bir isim katıldı. Deprem felaketi nedeniyle yaşanan büyük acılar sonraısnda sessiz sedasız izleyicisiyle buluşan dizinin yeni ismi Andıç, bize “yalnızlığa teşne” karakteri Payidar’ı anlattı.

- Bozkır dizisine bu sezon dahil oluyorsunuz. Diziye girmeden önce nasıl beklentileriniz ve endişeleriniz vardı. Hangileri gerçekleşti veya “Boşuna endişelenmişim” dediniz?

İlk sezona ve senaristimiz Levent Cantek’in kalemine aşina olduğum için senaryoyu okumadan zaten çok yüksekti beklentilerim. Yayına girdikten sonra da bu beklentilerimi karşılayacağına kuşkum yok açıkçası. Endişeden ziyade merak ve heyecan var, diyebilirim. ‘’Payidar’’ karakteri daha önce hayat vermeye çalıştığım karakterlerden daha farklı olduğu için onun derinliğini deneyimlemek, oynamak için sabırsızlanıyordum. Bu heyecanın yarattığı motivasyon bende bir endişenin oluşmasına izin vermedi.

- Payidar’ın ne gibi farkları var?

Hayat tarafından yalnızlaştırılmış bir karakter Payidar, aslına bakarsak yalnızlığa teşne bir yanı da var. Asosyal biri, hem yaşadıkları hem de yaptıkları onu bu noktaya getirmiş. Öfke kontrolü sorunu var ve bununla mücadele ederken polislik görevini de yerine getirmeye çalışıyor. Karakterin dünyayla ilişkisini, olaylara ve insanlara karşı yaklaşımını ele alarak onu anlamaya çalıştım. Daha önce deneyimlemediğim psikosomatik farklı bir çalışma denedim hazırlanırken ve kısa bir zamanda, henüz sete çıkmadan bana hazır hissetmemi sağladığı bu çalışma için de Saim Güveloğlu’na teşekkürlerimi iletmek isterim. 

- Kara Tahta dizisindeki yarım kalan aşk öyküsüne Japonların “kintsugi” sanatından örnek vermiştiniz. Çok fazla rastlanmayan oldukça anlamlı bir örnekti. Farklı kültürlere ve bunun sanattaki yansımalarına karşı özel bir ilginiz olduğunu düşündüm. Biraz bu farklı ilgi alanlarınızdan söz edebilir misiniz?

Aslında bu, neredeyse her sanat eserinde görebildiğimiz bir derinlik. Özellikle hikâyelerimiz, efsanelerimiz ortak. Yani farklı kültürler olsa bile dikkatli incelendiğinde dünyadaki neredeyse bütün mitlerin birbirine bağlandığını ya da benzer yanlarını görmek mümkün. Örneğin “kintsugi” felsefesinde, kırılmış olan seramik ürünlerinin tekrar onarılması ve kusurlu yanlarının gizlenmeden sergilenmesi, kusurlu olanın kucaklanması hatta yaşanmışlığı nedeniyle daha da değerli olması önemli. Hatalarını kabullenmiş ve bunlarla kabul görmeyi bekleyen biri için de geçerli bir felsefe olabilir. O hikâyede karakterin yaşadığı duruma benzer bulmuştum. Demek istediğim her karakterin hayatlarında yaşadığı farklı anları ve duyguları dünya tarihinde birçok sanat eseri ve mitte karşılığını bulabilir. Bu da sanatın ve kültürlerin ne kadar zamansız ve evrensel boyutlarda bizleri kucakladığını gösteriyor.

- Her dönem veya sezon tutan diziler ve o dizilerdeki karakterler beraberinde bir akımı da getiriyor. Tutan işe yakın türde içerikler üretilirken o işteki gözde karaktere de benzer özellikler ortaya çıkıyor. Bu durum bir oyuncunun kendini geliştirmesi açısından bir sorun yaratıyor mu?

Ana akım işlerdeki ticari kaygı, popüler olanı takip etmesinde önemli bir etken. Bu sadece bizim sektör için geçerli değil. Bunun biraz toplumsal bir davranış biçimi olduğunu düşünüyorum. Bir lokmacı açılır, iki ay içinde her yer lokmacıdır. Bir waffle’cı açılır, her yer waffle... Sonra bir bir kapanır o dükkânlar, geride sadece birkaçı kalabilir. Bu fırsatçı bir yaklaşımın sonucu oluşur. Televizyonda tutan bir işin benzerini yapan da biliyor kısa vadeli sonuçlar alabileceğini. Buna sanırım “volecilik” diyorlar ticarette. Pasta büyürken gelip kendi payını alıyor ve çıkıyor. Çünkü hem kolay hem daha az riskli. Ancak her şey bir kenara, tabii ki bu oyuncunun pek işine gelen bir durum değil veya dediğim gibi bazen de öyle. Uzun zamandır ana akımda çalışan bir oyuncu olarak bu benim de yakındığım bir konu diyebilirim.

- Çok başarılı olmanıza karşın işiniz konusunda oldukça mütevazı bir insansınız. Bunun sıkıntısını çektiğiniz oldu mu?

Sanırım pek yaşamadım. Bazen samimiyet ve içtenliğin yanlış anlaşıldığı durumlarla karşılaştığımı söyleyebilirim. O da samimi bir millet olmamızdan kaynaklanıyor diye düşünüyorum. “Kişisel alan” kavramı çok popüler değil sadece, sorun yok.

"KAYIPLARIMIZ KAHREDİYOR"

Yaşadığımız deprem felaketi, çok üzücü. Ne yazık ki bunu ilk defa yaşamıyoruz. Biz bir deprem ülkesiyiz ve son 100 yılda defalarca bu felaketle karşı karşıya kaldık. Ancak hâlâ bu denli acı kayıplar yaşıyor olmamız kahrediyor hepimizi. Yetkililerin ve hepimizin bu konuya ciddiyetle hassasiyet göstermesi ve ilgili önemlerin alınması gerekiyor. Dünyadaki tek deprem ülkesi biz değiliz ancak maalesef bu kadar ağır yaraları bir tek biz yaşıyoruz gibi geliyor. Yitirdiğimiz canlar için rahmet, sevdiklerine baş sağlığı diliyorum. Tüm milletimize geçmiş olsun.

"KENDİNİ DİNLEMEK YETERLİ"

- Yaşam verdiğiniz karakterlerin travmalarıyla ilgilenmek size de iyi geliyor mu?

Evet kesinlikle. Karakterin yaşadığı travmalar üzerine düşünmek, hatta oynarken verdiğiniz reaksiyonlar bile sizi kendinize bir adım daha yakınlaştırıyor. Sadece farkında olmanız ve kendinizi dinlemeniz yeterli. Bu yüzden “Tiyatro iyileştirir” sözü bana çok anlamlı geliyor.

"KÖKSÜZ BIR İNSANIM"

- Boşnak kökenli bir aileden geliyorsunuz. Ailesi Balkanlardan gelen birçok yurttaşımız gibi ülkemize büyük değer katıyorsunuz. Sizce göç ederek anavatana dönmenin aidiyet ve başarı kavramlarıyla bir ilişkisi var mı?

Anne tarafım mübadele döneminde buraya göç etmek durumunda kaldı. Öte yandan, en azından kendi deneyimlerim doğrultusunda aidiyetin başarıyla bir alakası olduğunu söyleyemem. Köksüz bir insan olduğumu söyleyebilirim. Bu da benim her yerde aidiyet duygusu hissedebilmeme olanak sağlıyor. Başarı da bence göreceli bir durum. Kimin hangi durumda kendini başarmış hissettiğini net olarak söylememiz pek adil olmaz.

"KİEV’İ BÖYLE GÖRMEK ÜZÜCÜ"

- Kiev’de ekonomi okumuştunuz. Şu anda orada sürüp giden bir savaş var. Daha önce bulunduğunuz bir kentte böyle bir durum yaşanması sizde farklı bir his uyandırdı mı?

Maalesef. Bu çok üzücü bir durum. Dünyada hiçbir çıkar veya beklentinin savaşla çözümlenmesini mantıklı bulmuyorum. İnsanların seçtiği birtakım liderler, başka insanların seçtiği liderlerle fikir ayrılıkları yaşıyor diye insanların ölmesi kadar akıl dışı bir şey olamaz. Öte yandan, bir dönem yaşadığım, gezdiğim, okuduğum o sokakları savaş görüntülerinin içinde görmek daha gerçek bir empati yaptırıyor insana. Umarım en kısa sürede bu durum sonlanır.

"DENEYİMLERİ ANLATMAK"

- Sizi sanırım ileride kamera arkasında da göreceğiz. Kurgusal üretimin en büyük güdüsü kendini öyküler aracılığıyla ifade edebilmektir diye düşünüyorum. Siz nasıl yaratımlar ve anlatı peşindesiniz?

Kendimi, deneyimlerimi ve rahatsızlıklarımı anlatmak derdindeyim. Naçizane kendi dilimden ve gözümden. Toplumsal sorunlar ve aile meseleleri, bireyin yaşadığımız bu dönem içinde var olma çabası gibi meseleler.


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler