Masalın kalbi korkunun siyaseti

Masalın kalbi korkunun siyaseti

23.11.2025 11:17:00
Güncellenme:
Güven Baykan
Takip Et:
Masalın kalbi korkunun siyaseti

Hem gerçekliğin tanıklığını hem de romanın düş gücünü dilinin ince terazisiyle tartan Mine Söğüt, yeni eseri “Ormandaki Kalpsiz Ceylan” ile bugünün gerçeklerine bu kez masal gözünden bakıyor.

Mine Söğüt, yıllardır edebiyatın en dar kapılarından geçip en geniş meydanlarına çıkan bir ses. Gazeteciliğin tanıklığını romanın düş gücüyle çarpıştırırken kadın, beden, hafıza ve iktidar gibi ağır taşları dilin ince terazisinde tartıyor. Yeni kitabı “Ormandaki Kalpsiz Ceylan” ise bu kez masal biçimiyle konuşuyor, bugünün gerçeklerine bir tür büyü diliyle bakıyor. Bahadır Baruter’in çizgileri metnin yanına değil, içine yerleşiyor, sözcüklerin bıraktığı boşlukları resim tamamlıyor. Söğüt’le bu masalın kalbini ve yazı defterinin değişmeyen sorularını konuştuk: Korkunun siyaseti, hakikatin estetiği, mekânın sese dönüşen hali…

- “Kalpsizlik” metaforunu neden masal formunda kurdunuz? Masal dili yetişkin okura hangi kapıları açıyor, çocukluk algısından ne ödünç alıyor?

Kalpsizlik çağın en sorunlu meselesi olmakla birlikte aynı zamanda insanlık tarihinin de kadim hikâyesi. Bilinen en eski masalların merkezinde iktidarı temsil eden gaddar bir muktedir ve karşısında saflığı, iyi kalpliliği temsil eden bir karakter vardır. Tıpkı çoğu kutsal kitapta da olduğu gibi. Biliyoruz ki insanın kavramsal olarak tarif edebildiği ama kendi dünyasında nereye yerleştireceğini tam olarak kestiremediği bu çatışmalı değerler üzerinden inşa ettiği varlığıyla hâlâ ciddi bir mücadelesi var. Bu masal da insanın ve aynı zamanda insanlığın çocukluğundan yetkinliğine, varoluşunun bütün aşamalarında içinden çıkamadığı değerlere dair temel sorgulamalar etrafında dolaşıyor. Bunu yaparken de yetişkinler tarafından çocuklar için yazılan en eski metinlerin geleneksel yolunu kullanıyor. Yani masal, yetişkin okura çocukluk bilgisini geri çağıran bir kapı açıyor: İyilik-kötülük, merhamet-zulüm, kalp-kalpsizlik gibi kavramları yalın bir düzleme çekip tekrar tartışmaya çağırıyor.

- Bahadır Baruter’in çizimleri metnin alt akışını nasıl dönüştürdü? Bir sahnede görüntü, anlatının yönünü değiştirdi mi?

Açıkçası tam tersi oldu. Bahadır başlangıçta, ilk kez kendi kurgulamadığı bir dünyada tamamen metne hizmet eden görseller tasarlamanın acısını çekti ama o acıyla baş etmeyi öğrendikten sonra masala eşlik eden muhteşem bir görsel dünya yaratmayı başardı. Klasik estetik algısına direnen bir anlatının görselini yaratırken hikâyenin tarif ettiği alternatif değerlerin duygusunu da görünür kılabilmek sanırım çizer açısından en zorlu aşamaydı. Çizimler bu olgunluğa gelene kadar epey dolambaçlı yollardan geçti ama ortaya metni mükemmel bir şekilde aynalayan, metinle paralel ilerleyen ikinci bir dil çıktı.

- Kitaptaki karakterlerde korku ile iktidar arasındaki bağ nasıl çalışıyor? Bu bağı bugünün Türkiye’siyle nereye bağlamak istersiniz?

İnsan, hayvandan farklı olarak korkuyu güdüleriyle değil, aklıyla ve hafıza aktarımıyla öğreniyor. Dolayısıyla korkunun öğretilebilen bir şey olduğunu biliyoruz. İktidarın en güçlü enstrümanı da korku. “Böl ve yönet” formülünden çok daha etkili olan tek formül “Korkut ve yönet”. Sadece gaddar iktidarlar değil, kapitalizm de korkutarak yönetiyor dünyayı. En güçlü korku da kaybetmek korkusu. Önce sahip olmaya alıştırıp sonra kaybettirmekle tehdit eden bir sistemin kölesi haline gelen halklar, “en güçlü” gördükleri “kötü” liderin peşinde kendilerini güvenli hissetmek gibi paradoksal bir döngüye girerek demokratik yollarla faşizme davetiye çıkarabiliyorlar. Bu döngüyü kırabilmek için korkunun tarifini doğru yapabilmek gerek. Kitaptaki karakterler de sürekli bunu sorguluyorlar. Bizim aklımıza ilk gelen, kötü kalpli iktidarların korkutuculuğu. Ama ya muktedir kendisi kötü biri olmaktan korkarsa? Bu ihtimalin mükemmelliği aslında masalın ana meselesi. Ve bu ülkenin de…

GAZETECİLİKTEN KURMACAYA

- Haber refleksiyle yazdığınızda hangi cümleleri eliyorsunuz? Kurmaca sahaya geçtiğinizde gerçeklik duygusunu korumak için uyguladığınız kişisel kural nedir?

Aslında iki dünya arasında benim için net bir sınır yok. Kurmaca yazarken gazeteci refleksleri kurgudan ziyade zihnimi biçimlendiriyor. İş yazmaya gelince kalemim o iki dili ve dünyayı ayırmakta çok zorlanmıyor. Sanırım çekirdeğinde hep gerçekliğe dair meseleler olan kurmaca bir dünya yarattığım için beynimin farklı noktaları işbirliği yapmak ve bir denge kurmak konusunda bir çatışmadan çok dayanışma içinde çalışıyor. Yani haber dili bana “gerçeğin ağırlığını” hatırlatıyor, kurmaca dili de “gerçeğin biçimini” özgürce kurma alanı açıyor. Benim için ikisi birbirini kirletmiyor; birbirini ayakta tutuyor.

- “Deli Kadın Hikâyeleri”nden bugüne kadın temsiline ilişkin sizce yeni eşiği sizce ne belirliyor? Genç kadın yazarlara, bedeni ve sesi metne koymak konusunda bugün ne söylersiniz?

Zaman zaman kadınlıklarından ve kadim mağduriyet öğretilerinden uzaklaşıp meseleye üçüncü bir gözden bakmayı denemelerini öneririm. Çünkü genel iktidar sorununun en önemli parçalarından biri olan “kadın meselesi”nin artık farklı perspektiflere de ihtiyacı var. Ezen ile ezilen arasındaki doğrusal hattın dışına konuşlanmış bir beden ve ses, ihtiyaç duyulan beklenmedik kırılmaların alanını yaratabilir. Yani sadece “Bana yapılan”ı anlatmak değil, “Ben ne yapıyorum, ben neye dönüşüyorum” sorusunu da cesaretle sormak gerekiyor.

- Ve son soru: Gençliğinizdeki Mine’ye bugün tek bir cümle yazacak olsanız o cümle ne olurdu?

“Korkma" derdim ona. Ama biliyor musunuz, o da yaşlılığındaki Mine’ye bir cümle yazacak olsa aynısını yazardı zannımca.

İSTANBUL’UN PAYI

- Metinlerinizde semtler ve apartmanlar adeta karakter. Şu sıralar sizin için yazı enerjisini en çok taşıyan mekân neresi ve neden? Ritüelleriniz, kaçış noktalarınız, vazgeçemedikleriniz?

Yollar… Şehirleri, semtleri ya da evleri birbirine bağlayan yollar. Çok seyahat ediyorum ve çoğu yere araba kullanarak gidiyorum. O sırada zihnim fazlasıyla esnek ve ferah oluyor. Mekânsız, hareket halinde, birçok şeyin kıyısından uçarcasına geçerek daldığım düşüncelerden edebi oburluğun iştahıyla, şuursuzca besleniyorum. Yani artık tek bir semt, tek bir apartman yok. Birbirine eklemlenen yolların toplam duygusu var.

İlgili Konular: #Kitap