‘Serseri ama sevgili bir gülüş’

‘Serseri ama sevgili bir gülüş’

30.11.2025 11:30:00
Güncellenme:
‘Serseri ama sevgili bir gülüş’

Metin Akdülger, Hande Erçel ile birlikte rol aldığı “İki Dünya Bir Dilek”te bir arkeoloğu canlandırıyor. Kendisi, hem oyuncu hem de bir yazar olarak kurgsal öykülerde zamanlar ötesi anlatılarla eşleşen bir isim. Bu yönüyle mitolojinin kalıntıları arasında biçimlenen öykünün baş karakteri olması oldukça anlamlı. Akdülger ile filmde yaşam verdiği Can’ı ve iki dünya arasında olma halini konuştuk.

Günümüz koşulları masallar üretmek, kahramanlar yaratmak ve mucize olarak tanımlanacak olayları görünür kılmak için pek de elverişli değil. Elbette bu durum kurgusal öykülere de yansıyor. Ancak Prime video'da yayımlanan "İki Dünya Bir Dilek" bu durumu tersine çevirmeyi amaçlayan bir yapım. Gerçekle düş arasında bir film. Bu yönüyle hem cesur hem de romantik. Filmin başrolünü Hande Erçel ile paylaşan Metin Akdülger’e hem yaşam verdiği Can’ı hem de içinde yer aldığı masalsı evreni konuştuk.

- "İki Dünya Bir Dilek" için çağdaş bir masal anlatısı diyebiliriz sanırım. Bu masal iki çocuğun saf dilekleri ve bir arkeolojik buluntunun ortak bir yarattığı mucizeyle ortaya çıkıyor. Kurgusal öykülemeye hâkim birisi olarak bu masalsı anlatının içinde yer almak sizin için nasıl bir deneyimdi?

Çağdaş kelimesi bana ilkokulda öğretmenimin kulağımı çekerken söyleyeceği bir tanım gibi geliyor, okulda ödevimi düzgün yapmadım diye, kendi kuşağım arasına bile kabul edilmeyeceğime inandırıldığım korku dolu yılları hatırlatıyor. Çağa ayak uydurmak hikâyecilerin işi değil bana göre. Çağın ötesine ve bazen gerisine bakıp kalbinden, ruhundan çıkanı anlatmak, dışlanmaktan ya da anlaşılmamaktan korkmadan… Hikâyeler ancak bu şekilde fikri hürriyetimizle öpüşebilir bence. Söz konusu, röportajımızın sebebi olan hikâyemiz için de bu söylediklerimi yineleyebilirim ama şunu ekleyerek: Uluslararası bir aracıyla, çağın getirdiği teknoloji ve kapital imkânları kullanarak beklenmedik yerlerden beklenmedik ruhlar ve kalplerin size anlatacaklarına vesile olmak beni bu hikâyeye çekti diyebilirim. Yine okuldan kaçtım ve disiplin kurulunu göze aldım oyun oynamak için, huyum bu ne yaparsın! Ama oyun arkadaşlarım da az değiller, çok çılgın güzel ruhlar ve kalpler.

- Can'ın öyküsünde sizin için ilgi çekici olan neydi?

Senaryoyu ilk okuduğumda Can’da çocukluğumda aynada gördüğüm bir gülümsemeyi hatırladım. Uzun süredir unuttuğum serseri ama sevgili bir gülüş. Bana yetti bu, bir daha okumak ve bir daha okumak için. Sonrasında dans etmeye, düşmeye kalkmaya başladıkça ortaya izlediğiniz Can çıktı.

- Sizce Can'ın varoluşundaki misyon nedir ve bunu ne kadar yerine getiriyor?

Açıkçası emin değilim. Siz kendinizin varoluş misyonunu tam olarak biliyor musunuz? Bence bu, yaşamla birlikte sürekli değişen bir şey. Can, hikâyelere ve masallara inanmayı, masum bir kalp kapakçığının içinden duyunca bir daha bırakmamış. Belki budur, inanmak.

BİR ŞEYİN ÖTESİNDE OLMAK

- "İki Dünya Bir Dilek", aşkın fiziksel yanından öte metafiziksel gücünün de altını çizen bir yapım. Hem bir oyuncu hem de bir yazar olarak düşünürseniz bu temayı kurgusal bir içerikte görünür kılmanın ne gibi zorlukları var?

“Metafizik” kelimesi fizik ötesi ya da fizik sonrası gibi bir anlam taşıyor. Peki bir şeyin “ötesinde” olmak, o şeyden tamamen bağımsız olmak mıdır? Bence olmak zorunda değil. Arzularımız ve rüyalarımızda olduğu gibi. Bu düşünceden yola çıkarak Can’ı fiziğin sadece biraz ötesinde konumlandırmak, hem yapım sürecinde bizi yormayacak hem de teknik olarak elimizde olmayan imkânlar nedeniyle kendimizi yetersiz hissetmemize gerek bırakmayacak bir kurgusal görünürlük tercihine götürdü bizi. Dolayısıyla bazı teknik tekrarlar dışında zorlandığımızı söyleyemem. Aksine, elimizdeki anları daha derinlemesine işleyip yeniden yorumlama fırsatımız oldu.

- Sizin için aşkın maddesel yanıyla aşkınlık hali arasında nasıl bir ilişki veya çatışma var?

Maddesel yanı ve aşkınlık hali diyorsunuz… Bunların arasındaki ilişkiyi de çatışmayı da hayatın içinde yaşıyoruz. Mesela benim için küçük gündelik ritüellerin içinde beklenmedik bir gözyaşı ya da kahkaha olarak çıkıyor karşıma, beni zamanın girdabından çekip alıyor o anlar küçük sonsuzluklar gibi. Bazen çok tanıdık bir yabancının gözlerinde oluyor aynısı, “Çocukluktan bir tanıdık mıydı, neydi?” gibi sorular arasında yürüyüp geçiyorsunuz zamanın girdabına doğru. Bizim hikâye bu ikircikli anlara teslim oluyor. Bir sonraki adımınıza geçmeden zamanı durdurup size sarılan bir çocukluk arkadaşınız, kokunuz, oyuncağınız, masalınız, kahkahanız ya da gözyaşınız gibi.

MİTOLOJİ YETERİ KADAR YER BULMUYOR

- Mitoloji, evrensel ve zamanlar arası anlatılara ilgili birisi olarak son dönem yapımlarında sık sık bu temaların yer almasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu gelişme bu insanlardaki aydınlanma ve bilinçlenme isteğinin sonucu mu?

Mitos ve logos tartışması en az insan bilinci kadar eski. Bence dengelendikleri zaman insana nefes aldıran, iletişimi kuvvetlendiren şeyler bunlar. Haklısınız, insanın bilincini sorgulamasını kendi karanlığını aydınlığını fark etmesini sağlayabilen şeyler. Fakat burada söylediğinizin aksine mitoloji günümüz hikâyelerinde yeterince yer bulmuyor, en azından bizim dilimizde. Ya da size şuradan katılabilirim, dilimizde tekrar ettiği hikâyeler benzer ama bunların içinde çeşitlenmesi ile zenginleşmesi pek sık şahit olduğum şeyler değil. Biz hikayemizde mitos ve logosu dengelemeye ve Hande’nin güzel kalbi ve rüyası ile zenginleştirmeye çalıştık.

ZITLIKLAIRN DÜNYASI

“İki Dünya Bir Dilek” filminde yer alan Eylül Su Sapan ve Rami Narin sorularımızı yanıtladı.  

- Yasemin karakterini canlandırmayı neden seçtiniz. Sizce karakterin motivasyonu ve "kader"de oynadığı rol birbiriyle ne kadar örtüşüyor?

Eylül Su Sapan: Yasemin’i canlandırmayı seçmemin temel nedeni, hikâyedeki görünür alanı küçük olmasına rağmen filmin kader çizgisindeki etkisinin son derece ince ama belirleyici olmasıydı. “İki Dünya Bir Dilek”in dünyasında her karakter bir diğerinin yolculuğunu, bazen bir cümleyle bazen yalnızca bir temasla yeniden yönlendirebiliyor. Yasemin’in de iç motivasyonu çok güçlü değil gibi görünse de hikâyenin sezgisel akışında başkalarının kararlarının yankılandığı bir ara yüz oluşturuyor. Karakteri çalışırken, onun motivasyonunun aslında çok sakin bir iç arayışa dayandığını hissettim. Kendi küçük hayat adımlarını atarken, istemeden de olsa başkalarının kaderine dokunan bir figür. Bu açıdan, Yasemin’in “kaderde oynadığı rol” dışarıdan bakıldığında tesadüfi gibi görünse de, hikâye evreninde işlevsel ve tamamlayıcı bir anlam taşıyor. Oyuncu olarak beni çeken de tam olarak buydu.

- Karakteriniz masalsı bir anlatı olan "İki Dünya Bir Dilek'te maddi dünya ile en ilişkili karakterler arasında. Karakterin bu zıtlığını ortaya çıkarmak için nasıl bir yöntem izlediniz?

Rami Narin: Aslında çok farklı bir yöntem benimsemedim. Kendimi veya çevremdeki günümüz insanlarını gözlemlediğimde birbirimizi anlamak merhamet göstermek ve sevmek gibi kavramlardan uzaklaştığımızda terazinin diğer tarafına yani maddi dünyaya düşüyorsun ve egonuzu besleyecek şeylere odaklanıyorsun. Mete tam da böyle bir karakter insanlarla normal bir şekilde bağ kuramayan, tam olarak kendini yeterli görmeyip kendini sevemeyen bir insan olduğunu anladığımda bu zıtlık kendiliğinden ortaya çıkıyor. Yani Mete’deki zıtlığı ortaya çıkartmak için kendine olan güvensizliğini, sevgisizliğini ve insanlarla bağ kuramamayı içselleştirdiğimde ve bu durumunu benimsediğimde zıtlık oluşmuş oldu.

İlgili Konular: #Metin Akdülger