Ses getiren oyunun oyuncularına sorduk: Annelik ne kadar ‘kutsal’?

Ses getiren oyunun oyuncularına sorduk: Annelik ne kadar ‘kutsal’?

9.03.2025 15:06:00
Güncellenme:
Ses getiren oyunun oyuncularına sorduk: Annelik ne kadar ‘kutsal’?

Bir kadın için çocuk sahibi olmanın, onu doğurup büyütmenin anlamı çok büyük olsa gerek. Öte yandan anne olmanın beraberinde getirdiğine inanılan kutsiyet rütbesinin birçok kadın için taşıması zor bir yüke dönüştüğünü söyleyebiliriz sanırım. Çünkü bu yük sonsuz bir hoşgörü, sevgi, sabır ve adanmışlık talep ediyor. Söylemeye gerek var mı?

Tiyatro sahnesinde bu sezonun en çok ilgi çeken ve en çok tartışılan oyunlarından biri “Kutsal”. Tatlı Ekşi Tiyatro tarafından sahnelenen ve yönetmenliğini Tuğrul Tülek’in yaptığı oyun sorgulanması tabu olarak görülen bir konuyu sahnede irdeliyor ve soruyor: Annelik kutsal mıdır? Biz de bu soruyu “Kutsal”ın oyuncuları Seda Türkmen, Neriman Uğur ve Ümmü Putgül ile tartıştık ve çarşamba günü Mall of İstanbul MOİ Sahne’de izleyici ile buluşacak oyunun tartışma yaratan alanlarına değindik.

- “Kutsal”, tartışılması bile tabu olan bir konuyu, anneliği kutsallık çerçevesinden çıkarıp irdeliyor. Oyun metnini bu yönüyle ele aldığınızda neler geçti aklınızdan?

Seda Türkmen: “Belki de daha ‘kutsal’ olan, anne ile çocuk arasındaki o derin ve tarifsiz bağdır” diye düşünmeye başladım oyunu çalışırken. Anneliği bu zamana kadar hep “evlat olma” üzerinden okuyabildim çünkü henüz anne değilim. Fakat doğamız gereği bu içgüdüyü her zaman taşıyoruz. “Anne” kavramının artık tabu olmadığı gerçeğini biliyoruz, biliyor olmalıyız. Esas ve dokunulmaz olan bu bağı ne kadar sağlam kurabildiğimiz ve bir çocuğu ne kadar güvende ve hayatta tutabildiğimiz sanırım. Sadece kendi doğurduğumuz değil tüm çocukları.

Neriman Uğur: Bu, anneliğe nereden baktığınıza bağlı. Dini referanslarla yaklaşırsanız anneliğe “kutsallık” yükleyebilirsiniz. İçinde bulunduğunuz toplumun sosyoekonomik göstergeleri, yönetim biçimi yani demokrasinin topluma yerleşmiş olması ya da olmaması, hukuk gibi değerler yönünden bakarsanız annelik “kutsallık” boyutundan çıkıp yeryüzüne iniyor ve bir gerçekle yüz yüze kalıyorsunuz.

Ümmü Putgül: İddialı ve güçlü bir metin olduğunu düşünüyorum. Geçmişten bu yana toplumun kadına yüklediği ve tartışılamaz olagelen bir rol annelik. Her kadın anne olmak için dünyaya gelmiştir, kadının temel işlevi anneliktir. Böyle bir baskının altında anneliklerini deneyimliyor kadınlar. Kutsallık atfedilen anneliğin gerçekliğine bakma cesareti gösteriyor bu oyun.

- Bireysel bir öykü üzerinden herkesi ilgilendiren bir konuya değinen her sanat yapıtının kaçınılmaz olarak karşılaştığı bir ikilem vardır. “Kutsal”da da bu var diye düşünüyorum. Şöyle ki: Nina kendi öyküsünü mü anlatmak istiyor yoksa böylesi güçlü bir metin ve gürültü koparacak bir tartışma çevresinde çok daha büyük bir söz mü söylemek istiyor? Aynı ikilem David ve Pearl için de geçerli diye düşünüyorum.

N. Uğur: Haklısınız. Burada tam da ilk soruya verdiğim yanıttan devam etmek gerekirse Nina’nın bireysel sorunları toplumun her katmanını etkileyecek sorunlar. Çünkü konu bebek olunca yakın çevremizde yaşayan çocuk anne-baba ilişkilerini düşünüyoruz. Hatta çocuk doğurmak istemeyen kadınları, kendisini çocuk bakacak olgunlukta hissetmeyen kadınları aklımıza getiriyoruz. Büyüklerin ya da yardımcıların olmadığı durumlarda anneler ne yazık ki tek başına bu durumla baş etmek zorunda kalıyor. Oyun işte bu aşamada sorgulanması gereken durumların altını çiziyor.

S. Türkmen: Oyun “Her anne kutsal değildir.” demiyor, “Annelik kutsal mıdır”ı tartışıyor, dediğiniz gibi. Ve işte burada kadının esas kimliği devreye giriyor. Bu yüzden biz anneliği değil anneleri görüyor ve tartışıyoruz oyunda. Özellikle anneliği idealize eden bir toplumda kadının kendi varoluş sürecinin hiçe sayılıp tek bir hikâyeye ait kılınması hem kimlik sorunu yaratıyor hem de tarifsiz bir hayatta kalma savaşı verdirtiyor. Bu savaşında en büyük güç kaynağı olan çocuğunun bir de kendisinden koparılması kaygısını yaşıyor. Yani kutsal sayılan “anne” kimliği bile bir kadın olarak üzerinizde yaratılan baskının önüne geçemiyor.

- “Kutsal”, sahnelendiği ilk günden beri izleyenlerinin sırf beğenisini kazanmadı aynı zamanda tartışmaların da gündemi oldu. Elbette bu sırf iyi bir metinle olacak iş değil. Aynı zamanda oyunculuğun gücü de oyunun iz bırakmasını sağlıyor. Bu açıdan siz karakterlerinize neler kattınız?

N. Uğur: Metin söylediğiniz gibi oldukça güçlü. Ben karakterlerime, metinde yazılanlar çerçevesinde ayakları yere basan bir kimlik kazandırmak istedim. Böylece içinde yaşadığımız toplumun gerçeklerini ete kemiğe büründürerek onları var etmeye çalıştım.

Ü. Putgül: Karakterim hikâyeye objektif bakan bir göz aslında, ben de objektif olmak için çabaladım. Çünkü Nina karakterinin yaşadıkları karşısında empati kurmadan durabilmek çok zordu. 

S. Türkmen: Tuğrul (Tülek) muhteşem bir yönetmen. Bu derin meseleyi öyle aktardı ve bizi öyle doğru yönlendirdi ki... Ben, henüz anne olmayan bir kadın oyuncu olarak bu sarsılmaz bağın kopma ihtimalini ve bunun kaygı ile korkusunu iliklerime kadar hissettim. Oyuncu olarak hayatımı derin bir gözlem ile yaşıyorum. Her şeyden beslenmeye çalışıyorum. Bu oyunda ise en büyük motivasyonumu kendi annemden aldım. Çocuklarını tek başına büyütmüş güçlü ve adanmış bir anne o. Sonsuz sevgisi ve bağı beraberinde en büyük korku ve kaygıları getirdi. Kaybetme korkusu... Daha önce abarttığını düşünürdüm, “Anne olunca anlarsın” derdi. Bugün teşekkür ediyorum.

KUTSALLIK TARTIŞMASI

N. Uğur: Nina rolünde kimi zaman aşırı yorgunluk, bitkinlik, bıkkınlık, teslim olma hali varken aynı zamanda çocuğuna karşı da yoğun bir sevgi ve özlem var. Bu iki farklı durum, dönüşümlü olarak annenin sürekli olarak yaşadığı bir döngü halini almış. Aslında bu iki farklı durum da bir bütünün parçaları. Anneliğin kutsal olup olmaması anneliğe nereden baktığınıza bağlı. Bir ozanımızın söylediği gibi “Kadınlar, anneler insandır, erkekler ise insanoğlu.” Ben de kadınlığın, anneliğin çok değerli, saygı duyulması gereken, dini referanslarla söylersek “kutsal” olduğunu düşünüyorum.

Ü. Putgül: Kadına bu rolün verilmesi, anneliğin kutsallığının tarihsel ve toplumsal yönünü gözden kaçırmamalıyız bence. Böylelikle kadını toplumda ikinci plana iten, kadını eve hapseden, eşitsiz bir konuma taşıyan bir araç oluyor. Anneliği başımıza gelen her deneyim gibi ele alıyorum ben. Elbette bir çocuğu büyütmek çok anlamlı bir deneyim ama bu kadar. Bence anneliğe kutsallık atfedilmesi kadına ek bir yük getiriyor.

S. Türkmen: “Anne olunca anlarım.” (Gülüyor)

ÇOCUK HER KOŞULDA SEVİLİR Mİ?

- Her annenin çocuğunu koşullar ne olursa olsun sevdiğine ilişkin bir ön kabul vardır. Peki sizce annelerin çocuklarından nefret eder duruma geldikleri bir nokta var mıdır?

Ümmü Putgül: Ben de bir anneyim. Kendi anneliğime, anneme, çevremdeki annelere baktığımda aynı şeyi görmüyorum. Anneliği istedik mi? Buna hazır mıydık? Zihnimizdeki annelik algısı nasıl? Koşulları nasıl, destek alabiliyor mu? Annelik özel bir deneyim olmakla birlikte kadına pek çok yük getiriyor. Sevgi de nefret de bu koşullar içinde kendine yer buluyor bence. Çocuğumuzu severiz evet ama olumsuz duygular da taşıyabiliriz. Bu bizi kötü bir anne yapmaz. Aksine bunun farkında olmak ilişkilerimizi iyileştirir.

Seda Türkmen: Bunun üzerine tartışan bir sürü makale, tespit ve hikâye var. Elbette nefret edebilirler. Nefretin, sevginin bir bonusu olduğunu kabul edebilmeliyiz. Çocuğun da bir süre sonra senden bağımsız bir “birey” olduğunu kabul edebilmek en sağlıklı ilişki sanırım. Bu, özellikle bizim toplumumuzda anneler için bir “bağ kopuşu” olarak algılanıp düş kırıklığı ve öfkeye dönüşebiliyor. Evlat olanların da “Ben bir bireyim” ispatı beyhude bir çabaya dönüşüyor. Ya da evladında kendisini gören annelerin korkunç isyanları olabiliyor. Ya da yeni yeni tartışılan bir mesele: Her kız annesinin içinde taşıdığı ve asla kabul etmediği o ufacık kıskançlık duygusu... Bunların hepsi ama hepsi o büyük ve sonsuz bağın bir yansıması. Tüm bu duygular özündeki güçlü kabul ve sevginin sadece ufak bir parçası.

Neriman Uğur: Nefret bir kimsenin kötülüğünü, mutsuzluğunu istemeye yönelik duygu veya tiksinme hali ise bir anne çocuğundan ne olursa olsun nefret etmez. Olsa olsa kızabilir, hayal kırıklığına uğrayabilir, çok üzülebilir ama bu duygular bence nefrete dönmez. Zaten “nefret”, “annelik” ile uyuşmayan bir duygu durumudur. Annelik, üretmeye, var etmeye, çoğaltmaya yönelik bir içerik taşırken, nefret tam tersi bir duygudur.

KARAKTERLERİN ÇIKMAZLARI

- Sizce karakterlerinizin çıkmazları nerede?

S. Türkmen: Kaygı. Hayatın kendisi, her gün başımıza gelenler, giderek güçleşen yaşam şartları, maruz kaldıklarımız, kimlik arayışımız... Bunların hepsi, “tek başına insan” için bile müthiş bir bunalım yaratırken bir kadın olarak bir bebeğin bakımını üstlenmek ve bundan senin sorumlu tutulman... Sistemin seni baskıladığı şartlarda yaşamak kolay değil. Devam etmek için bu kaygıyı azaltmanın bir yolunu bulmak lazım. En azından “bugün”ü halledebilmeli. Yarın da... yeniden... ve tekrar...

N. Uğur: Canlandırdığım iki anne de bir yerde zıt karakterler. Pearl, geleneksel toplumun kadına yüklediği annelik rolünü benimsemiş, özümsemiş bir karakter. Nina’nın annesi ise çok gerçekçi ve anneliği yoğun bir iş gücü olarak ve kendi öznel yaşantısından fedakârlık yapmasını gerektiren bir durum olarak değerlendiriyor. O nedenle kendisinin geleneksel anne modeline uymadığını düşünüyor. Kızına da anne olmamasını öneriyor.

Ü. Putgül: Jakie karakteri oyunun tam merkezinde bir denge unsuru olarak duruyor. Hem en yakın arkadaşının yanında, hem de mesleği gereği arkadaşının tam karşısında. Tam olarak sistem insanı. Çıkmazı da bu. Hangi tarafta olmayı seçeceği...