Merhaba Cumhuriyet Pazar ailesi! Bu hafta Türkiye'de erkek olmaktan söz etmek istiyorum. Ülkemizde doğup büyüyen bir erkek, çoğu zaman farkında bile olmadan bir vitrinin içine doğar. Bu vitrinin önünde “güç”, “sertlik”, “kararlılık” gibi sıfatlar süs gibi dizilidir. Arka raflarda ise bastırılmış duygular, konuşulamayan kaygılar, “ayıp” veya “zayıflık” olarak damgalanmış bir iç dünya bekler.
Toplum olarak erkekliğe biçtiğimiz giysiler hâlâ dar ve kalıplı. Beden gelişebilir, zekâ sivrilebilir, kariyer yükselebilir ama duygusal dünyası konuşulmamış, kendini ifade etmesine izin verilmemiş bir erkek içten içe çatlamaya ve tam olmamaya mahkûmdur. Ne hissettiğini bile söyleyemeyen birinin gerçekten güçlü olması mümkün müdür?
Bugünlerde sosyal medya, YouTube ve podcast’ler sayesinde erkekler arasında yeni bir uyanış yaşanıyor. “Erkekler ağlamaz” klişesi artık yavaş yavaş kırılıyor. Ancak bu çatlağın içinden çıkanın tam olarak ne olduğunu hâlâ çözebilmiş değiliz. Çünkü bir yanda duygularına temas etmeye çalışan erkekler varken, diğer yanda “maskülenite” adı altında yeniden sertlik, saldırganlık ve kontrol dürtüsü parlatılıyor.
Bu ikilem, aslında bir geçiş sancısı. Toplumsal cinsiyet rollerinde büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Kadınlar artık daha özgür, kendi ayakları üzerinde duruyor; bu olağanüstü bir gelişme. Ancak erkekler için bu değişimin karşılığı çoğu zaman “yerini kaybetmek” hissiyle eşleşiyor. Oysa sorun yerini kaybetmek değil, yerini yeniden tanımlamak ve özgün bir erkek olarak kendini bulmak.
Erkek sağlığı da bu dönüşümün önemli bir parçası. Son yıllarda testosteron üzerine konuşmalar arttı. Doğru beslenme, egzersiz, doğal takviyeler… Beden sağlığını iyileştirmek isteyen birçok erkek bu alana yöneliyor. Ne var ki yüksek testosteron seviyeleri, otomatik olarak hayatta daha cesur, daha dengeli bir yaşam getirmiyor. Testosteron fiziksel bir göstergedir ama cesaret, önce ruhsal bir beceridir. Cesaret, insanın kendi duygularıyla yüzleşebilmesinden başlar.
TERAPİDE UTANMA
Türkiye’de hâlâ birçok erkek içsel dünyasını bastırarak yaşıyor. Terapiden utanıyor, paylaşmaktan çekiniyor, zayıflıkla yüzleşmeyi reddediyor. Oysa gerçek güç, kırılganlığı yok saymak değil; onunla barışabilmektir.
Yeni bir erkeklik tanımına gereksinim duyuyoruz. Ne sadece sert, ne sadece yumuşak. Hem hisleriyle barışık, hem sınırlarını bilen, hem şefkatli hem kesin bir erkeklik hâli. Bunun için erkeklerin kendi aralarında daha çok konuşması gerekiyor. Abiler, babalar, oğullar, dostlar oturup dertleşebilmeli. “Ben de bazen korkuyorum.”, “Ben de yalnız hissediyorum.”, “Ben sadece bir erkek değil, aynı zamanda bir insanım.” diyebilmeli.
Türkiye’de erkek olmak artık sadece bir rol değil; üzerine yeniden düşünülmesi gereken bir süreçtir. Ve bu süreç ancak cesur bir içsel yolculukla dönüşebilir.
Tüm erkeklere bu yolculuklarında başarılar ve kolaylıklar diliyorum.