Bu topraklarda yeşeren duygulara ses olanlar tarih boyunca zulme karşı çıktı, acıların dili oldu, aşkın en saf halini betimledi. Jehan Barbur da o isimlerden.
Çokkültürlü kökleriyle edindiği birikimini yaratım gücü ve sesiyle birleştirerek edindiği kariyerinde müziğin her notasına bir duygu işleyerek dinleyicisiyle bağ kurdu.
Kimi zaman caz türünde kimi zaman türkülerle işlenen bu yolculukta şimdi çok özel bir proje ile karşımızda: Beş türküden oluşan yeni EP’sini Madımak katliamında yaşamını yitiren Nesimi Çimen’in “Bağışla Beni” türküsünü yeniden yorumlayarak duyuran Barbur, ülkemizde kaybolan ozan geleneğini hatırlatıyor ve zaman geçtikçe algoritamalara sıkışan, giderek sohbetsizleşen sanatın özüyle buluşması için çalışıyor. Barbur ile hem türküleri hem de günümüzün hallerini konuştuk.
- Nesimi Çimen’in “Bağışla Beni” türküsünü yeniden yorumladınız. Birçok farklı nedenle oldukça anlamlı bir seçim olduğunu düşünüyorum. Neden bu türküyü seçtiniz? Üzerinizde nasıl bir duygu bıraktı?
Çaresizlik duygusunu hayatımda sıklıkla yaşadığımdandır belki, her anlamda… Hatta, suç hissetmeden yaşanılan o çaresizlik ancak böyle dile dökülebilirdi. “Gelmek için de satardım ben beni” cümlesi için ben bu şarkıyı yeniden yorumlamak istedim.
- "Bağışla Beni", aynı zamanda beş türküden oluşan yeni EP’sinin ilk teklisi. Beş yıl önce yine türkülerden oluşan “Ürkerek Söylerim" isimli bir albümünüz yayımlanmıştı. Bu proje onun devamı niteliğinde mi?
Biraz o duygu ile yaptım evet. “Ürkerek Söylerim” albümü tedirginlikle, biraz da çekince ile yaptığım bir albümdü ama bu albümde biraz daha fazla nefesimi, fikrimi, cesaretimi katma imkânım oldu. Kendi şarkılarımı yazmaya ve söylemeye devam da etsem, halk ozanlarımızın sesine naçizane kendi sesimi katma gayretim şimdi az daha cesaretli…
TÜRKÜLER KAYBOLAN DUYGULARI ANIMSATIYOR
- Yaşamının her anına şiiri ve onun duygu ritmini koyan bir müzisyen olarak türküleri müzikal yaşantınızın neresine koyuyorsunuz?
Çağımızın unuttuğu duyguları daha derin sözlerle yeniden anımsatıyor türküler. Sası ve yapay bir düzenin kurbanlarıydık, türkülerde geçen kelimeler bize insancıl, doğanın hayatın içinden daha hakiki bir yerden sesleniyor. Öz ve töz ya da adına ne denirse yani… O duyumsamayı, o içtenliği, o yürekleri duyuruyor. Çünkü bugün yaşadığımız her ne ise bize teğet geçiyor. Sanki içeri bir yere dokunmayı unutmuş gibi…
- Ülkemizde ozanlık geleneği bir anlamda yitip gitmekte olan bir değer. Bu değeri yeniden yüceltip genç kuşaklarla buluşturmak nasıl mümkün olabilir?
Onun zamanının yeniden geleceğine inanmak isterim. Sözün, sesin yenden kıymet bulacağı, masalların, hikâyelerin başlara taç edileceği bir dönem illa yeniden gelmeli… İmkânsız görünse de sosyal medyanın bizden çaldığı ruh, insanlığın daha anlamlı bir hakiklati istediği gün bize belki iade edilir.
- Hafızasını kaybetmeye başlamış bir toplum olduğumuz sık sık dillendiriliyor. Sizce bu durumun müzik ve sanattaki güncel yansımaları nedir?
Kocaman bir boşluk, anlamsız bir algoritma, yüzeyde, satıhta hızlıca süpürülen sözde yaratılar. Hatırası olmayan bir toplumun anlamsız şimdisi ve beklentisiz bir geleceği… Sanat ve müzikteki sohbetsizlik. Bunu üreten sanatçıların aralarındaki o anlamsız kopukluk… Bir gün geçer mi? Bilmiyorum ama umuyorum.
- Bir röportajınızda "Mücadele ve savaşma bir yaşama biçimi olmaktan çıktı benim için".demiştiniz. Hâlâ aynı noktada mısınız yoksa ülkenin hali ister istemez bir mücadele içinde hissettiriyor mu?
Bu cümleyi kendim ile mücadele etmek adına kurmuştum ben. Kendimle yarışmak, zaaflarımla mücadele etmek, onlara yenilmemeye çalışmak adına. Öyle anımsıyorum. Hayattaki mücadele, ekonomik ve siyasi anlamda, bu baki. Ne yazık ki baki. Rahata erip, içinde yaşadığımız coğrafyada birilerine güvenmek, sırtımızı ferah feza dönebilmek mümkün olacak mı, bilemiyorum. İnsanların bana dönebilecekleri bir sırtları olabilsin diye en azından, kendimi direnç sahibi birine evriltmeye çalışıyorum. Bu da belli ki hâlâ bir mücadele..