“Annem gidip sorsun bari okuldaki durumumu tanrıya
Kızınız öfkesi koşunca yakalayamıyor hanfendi
Kalbi delik, dikizliyor hayatı durmadan ordan.
Kızınız lekelere peygamber oldu hanfendi
Çarmıhı gevşemiş, çivi arıyor.
Kızınız kendini limon küfü sanıyor karıncalara karşı
Küfrediyor ‘iyi ya’ diyor sonra Edip amcası gibi
Kaçsınlar puştlar.
Kızınız mânâyı fazla zorluyor
Terkibinde takriben 1503 litre tuz ruhu var.
Hangi mânâ dayanır aside hanfendi, eriyor.
Olmuyor hanfendi olmuyor
Sizin bu kızınız var ya kendini yangın kovası sanıyor.
Siz orada uyuyun hâlâ.” Didem Madak. (*)
İyiler erken gider. Didem Madak da erken gidenlerden. Kendi elleriyle kalbini delip oradan dünyayı dikizlemek kolay iş değil. İnsanlar artık pek öyle yapmıyor. Ortalık, öfkesi koşunca gidip hemen yakalayanlarla dolu. Herkes sıkı sıkı çarmıhına sarılmış kimse çivilere dönüp bakmıyor. Paslanan çivilerin arasında mana ne gezer, kimse zorlamıyor…
Elbette genelleme yapıyoruz. Aramızda terkibinde takriben 1503 litre tuz ruhu bulunduranlar da var ama sayıları gittikçe azalıyor. Çünkü kritik etme ve reddetme ahlakı birkaç zamandır yerini olumlama ahlakına bıraktı.
Nedir olumlama? Aslında her yerde karşımıza çıkan bir sorun. Sosyal medyada, bir kalem kutusunun üzerinde, kahve içilen bir kupada, giyilen tişörtte, videolarda, yakın arkadaşlarımızın dilinde: “Kendime güveniyorum, istediğim her şeyi elde ediyorum, başarı ve mutluluğu hak ediyorum.” Ne diyelim? Haydi kolay gelsin!
İdealize edilenin gerçeklikle uyuşup uyuşmadığı üzerine düşünmeye gerek yok, olumlayalım yeter! Sosyoekonomik ve politik gerçekliği, bireysel donanımı aşarak sesimiz “Yıldız Savaşları” filmindeki Jedilerin saf enerjiden oluşan ve önüne çıkan maddeyi kesip doğrayan kılıcı zannediliyor. Ortada “bilişsel uyumsuzluk” olduğunun fark edilmemesi son derece normal çünkü tüm bu olup bitenlere bilinç eşlik etmiyor.
BİLİNCİN EŞLİK ETMEDİĞİ DÜŞ
Olumsuz düşünce kalıplarının değiştirilmesi için bu düşünce kalıplarının kritik edilmesi gerektiği gerçeğinden hareket edilmeden yalnızca art arda sıralanan cümle kalıplarının tekrar edilmesiyle yaşamın değişeceğini varsaymak ne yazık ki büyük bir düş.
Olumlama ahlakı “ağzından çıkana dikkat et, gerçek olur” klişesinde de kendisini yaygın olarak gösteren bir durum. Herkes çoktan kendini Tanrı ve Tanrıça ilan etmiş onlar “Ol!” deyince nedense her şey oluveriyor. İşin en can sıkıcı yanı da size de izin vermiyorlar ki şöyle ağız dolusu olumsuz bir laf edesiniz! “Allah belanızı versin!” denilemeyen eziyet dolu günlerden geçiyoruz ne yazık ki.
Olumsuzlamanın nefes alamadığı bu evrende her şey Rihanna’nın şarkısında “Shine bright like a diamond” dediği gibi parıldasın isteniyor. Memleketimizde ve dünyada yer yerinden oynuyor. Çocukların, yaşlıların ve hayvanların göz yaşları üzerimize yağmur olup yağıyor ama kalbimiz delinmiyor.
“Şu anın tadını doya doya çıkarabilir ve yaşayabilirim. Cildim, saçlarım parlak ve ışıl ışıl. Yaşamdaki güzelliklere kendimi açıyorum. Oldu, oldu, oldu.”
Her şey ışıl ışıl pürüzsüz olsun istiyoruz. Kadınların rujları, erkeklerin ense tıraşları, çatal bıçak takımları… Yağan göz yaşları başımıza değmesin diye üzerinde simler olan bir şemsiye açıp yürümeye devam etmek lazım, deniliyor.
Ne diyelim; öfkesi koşunca yakalayamayan Didem Madak’a selam olsun!
* Didem Madak – Pulbiber Mahallesi, Metis Yayınları.