Atatürk hakkında en ciddi eserleri ile bütün dünyada ün salmış General Sherril Kur’anın Türkçeye tercüme edilmesine ve sonuçlarına daha o zaman kitabında en geniş yeri vermiştir. General Sherril, bu konudaki anısında şunları yazmıştır:
“Paris’ten Semplon Ekspres ile İstanbul’a iki buçuk günde varılır. Bu zamanın büyük bir kısmını çok enteresan aynı zamanda da o kadar güç olan Türkçe dilini öğrenmeye adadım. Yataklı vagon kondüktörünün Türk olduğunu anlayınca, ara sıra gelip bana bazı kelimelerin nasıl söyleneceğini öğretmesini sağladım. Yolculuğumuzun son gününde geçen yıl Türk hükümetinin Kur’anı Türkçeye çevirmek için vermiş olduğu karar hakkında ne düşündüğünü sordum. Cevabı beni çok ilgilendirdi. Çünkü bu karşılık, hükümete bir küskünlüğü ve de hükümetten çıkarı olmayan basit bir adam tarafından verilmişti.
Müslüman olmakla beraber dininin buyruklarını yerine getirme hususunda sofu olmadığını hele son yıllarda bütün günleri demiryolu trenlerinde geçtiğinden camiye bile gidemediğini, dua filân okumak âdetini de unuttuğunu söyledi. Kısaca bu adam Genel savaştan sonraki modern insanlardan biri idi. Nitekim her dinde ve her memlekette böylelerinden birçoğu vardır. Bana söylediklerini naklediyorum:
‘Evimizde daima bir Kur’an bulunurdu. Hem de ne süslü, ne güzel! Bununla daima göğsümüz kabarır ve kitabı orta masanın üstünde bulundururduk. Ancak Kur’anımız dinî bir kitaptan ziyade bir süs yerine geçiyordu. Çünkü hiçbirimiz Arapça okumasını bilmiyorduk. Kur’anın Türkçeye çevrileceğini ilk işittiğim zaman, biraz canım sıkılmıştı. Çünkü biz Müslümanlar her nedense, kitabın içindeki Tanrı sözlerinin, Peygamberin ağzından Arapça çıktığından o dille kalmasını isterdik. Ancak bu iş için zihnimi bile yormadım. Çünkü bir yataklı vagon kondüktörünün gündelik işlerinden başka şeyler düşünmesine de vakti yoktur. Tercüme işi bittikten bir müddet sonra merak ederek ucuz bir nüsha alıp okudum. Kitapta uygulaması çok kolay ve en iyi birtakım öğütler bularak şaştım kaldım; o zamandan beri de bunlardan bazılarını tekrar tekrar okudum durdum. Efendim, bunu siz de okumalısınız.’”
Bu konudaki başka bir anıyı da Hafız Sadettin (Kaynak)’den dinleyelim:
Bir gün Dolmabahçe Sarayı’nın büyük muayede salonunda, saz takımını toplamıştı. Kanunî Mustafa, Mısırlı İbrahim, Nubar, Hafız Kemal, Hafız Rıza, Hafız Fahri, hep orda idik. Atatürk, bir imtihan ve tecrübe yapmaya hazırlanmış görünüyordu. Elinde, Cemil Said’in tercümesi, Türkçe Kur’an-ı Kerim vardı.
Evvelâ Hafız Kemal’e verdi, okuttu, fakat beğenmedi:
“Ver bana ben okuyacağım” dedi.
Gerçekten okudu amma, hâlâ gözümün önündedir, askere kumanda eder, emirler verir gibi bir ahenk ve tavırla okudu. Bunun da farkına vardı.
Ahmet Gürel